18 Haziran 2007 Pazartesi

Siyer - 3

Hicretin 3. Yılı
Gatafan Gazası ve Karde Seriyyesi
ŞÂİR KA'B B. EŞREFİN KATLİ
(Hicret 'in 3. senesi / Milâdî 624)
Ka'b b. Eşref, muhteris bir Yahudî, meşhur bir şâirdi. Bilhassa muhteşem Bedir muzafferiyetinden sonra, kıskançlık ve düşmanlığından Peygamberimiz ve Müslümanları hicveder dururdu. Mekke'ye giderek de müşrikleri Müslümanlara karşı tahrikte bulunur, Bedir'de öldürülen müşrikler için mersiyeler düzerek onların intikam ve düşmanlık hislerini kabartmaya çalışırdı. Medine'de ise, Müslümanların kız ve hanımlarına dil uzatacak kadar küstahlık gösterirdi.
şiir ve hitabetin Arap hayatında büyük rol oynadığından daha evvel bahsetmiştik. O günün şiir ve hitabeti bugünün matbuatı seviyesinde tesir icra ediyordu. Dolayısıyla bu Yahudî şâirin İslâm düşmanlığı yalnız kendisine âit kalmıyor, etrafa da sirayet ediyordu. Bu bakımdan, Resûli Ekrem, bu menhus adamın şiirleri üzerinde fazlasıyla duruyor, önüne geçmek için çâreler arıyordu.
Ka'b'ın, yalnız şiirleriyle İslâm düşmanlığı yapmakla iktifa etmediğini, hattâ Peygamberimizin vücudunu ortadan kaldırmak için menfur bir plânla suikast tertiplediğini bile, kaynaklardan öğreniyoruz.
Böyle bir adamın vücudu, İslâmiyet için mahza zarardı. Bu bakımdan da yok edilmesi gerekiyordu.
Bu işi Resûli Ekrem'in müsaadesiyle ashabtan Muhammed b. Mesleme, iki üç arkadaşıyla üzerine aldı. Bir gece vakti evine giderek onu öldürdüler.84
Ka'b b. Eşref gibi şöhret sahibi birinin öldürülmesi, Yahudiler arasında büyük bir panik meydana getirdi. Kabilesinden bazıları Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkarak, Ka'b'ın masum olduğunu, öldürülmeyi haketmediğini şikâyet suretinde arzedince, aldıkları cevap şu oldu:
"O, bizi hicv ve Müslümanlara (diliyle) eziyet etti; müşrikleri de bizimle harbe, bizimle uğraşmaya teşvik etti."85
Bu hâdiseden sonradır ki, tarihte fitne ve fesad çıkarmakla meşhur olan Yahudiler, bir nebze de olsa Peygamber Efendimize ve Müslümanlara karşı hürmetkar ve yumuşak davranmaya başladılar. Açıktan açığa hakaret ve tahrikte bulunmadılar, ama âdeta kanlarına karışmış bozgunculuk mesleklerinden gizli veya aşikâr hiçbir zaman da vazgeçmediler.
GATAFAN GAZASI
(Hicret 'in 3. senesi Rebiülevvei ayı)
Bedir muzafferiyeti, Peygamberimizle sulh anlaşması akdetmemiş bulunan civar Arap kabilelerini de kara kara düşündürüyordu. Büyük kuvvet kazanmış bulunan Müslümanların bir gün kendilerinin de kapısını çalabileceği endişesini taşıyorlardı. Bu bakımdan, Bedir Harbinden sonra etraftaki Arap kabilelerinde bir hareket göze çarpar. Bu hareketlenme sonucu cereyan eden gazalardan biri de, Gatafan veya Anmar Gazâsıdır.
Benî Muharib yiğitlerinden sayılan Haris oğlu Du'sur (diğer nâmıyla Gavres), Gatafan Kabilesine mensup Salebe ve Muharip Oğullarından çok sayıda adam toplayarak Medine üzerine baskın düzenlemeye karar verdi. Maksat: Güya, Müslümanlara gözdağı vermek ve bir de Medine civarında bulabilirse bir şeyler yağmalamak.86
Resûli Ekrem Efendimiz, durumu derhâl haber aldı. Medine'de yerine vekil olarak Hz. Osman b. Affan'ı bırakarak, aralarında atlıların da bulunduğu 450 kişilik bir kuvvetle çapulcu müşrikler üzerine yürüdü. Ancak, Peygamberimizin gelmekte olduğunu duyan yağmacılar, kaçıp tepelere sığınmışlardı. O anda kimse görülmedi. Sâdece Saiebe Oğullarından Cabir adında biri esir edildi. Durum kendisinden öğrenildi. Daha sonra İslâm'a davet edildi. O da icabet edip Müslüman oldu.87
Gavres 'in Suikast Teşebbüsü
Çapulcuların tepelere sığındığını öğrenen Peygamber Efendimiz, bir müddet burada beklemeyi uygun gördü. Bekleme esnasında bir ara sağanak hâlinde yağmur yağdı. Efendimizin elbiseleri ıslandı. Kuruması için elbiselerini çıkarıp bir ağacın dalına astı. Kendisi de istirahat maksadıyla ağacın altına yanı üzerine uzanıverdi.
Baskın düzenlemek isteyenler, tepeden Resûli Ekrem'i gözlüyorlardı. Peygamberimizin zırhını çıkarıp ağacın altına istirahate çekildiğini, yanında da kimselerin bulunmadığını farkedince, heyecan ve sevinç içinde reisleri Gavres'e haber verdiler:
"İşte, eline bir daha geçmez bir fırsat! Muhammed, ashabının yanından ayrılıp tek başına kaldı. Ashabı gelip onu korumaya çalışıncaya kadar, biz işini hallederiz!"
Gavres, derhâl harekete geçti. Kimse görmeden, tam Peygamber Efendimizin başı üzerine geldi. Yalın kılıç elinde olduğu hâlde:
"Kim, seni benden kurtaracak?" dedi.
Resûli Ekrem, "Allah!.." dedi; sonra da şöyle dua etti:
"Allah'ım! Beni onun şerrinden koru!"
Gavres, birden iki omuzu ortasına gaibden bir darbe yedi. Kılıç elinden düştü ve kendisi de yere yuvarlandı.
Bu sefer Fahri Âlem Efendimiz kılıcı eline aldı ve, "Şimdi seni kim kurtaracak?" dedi.
Gavres, "Hiç kimse!.." dedi; sonra da, "Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur ve Muhammed de O'nun Resulüdür. Artık, bundan sonra hiçbir zaman senin aleyhinde kimseyi toplamayacağım." diye konuştu.
Bunun üzerine Resûli Zîşan Efendimiz, Gavres'i affetti. Gavres, giderken bir ara Resûli Ekrem Efendimize döndü ve, "Vallahi, sen benden hayırlısın!" dedi.
Peygamber Efendimiz, "Elbette, ben, buna senden daha lâyıkım." buyurdu.
Cesur ve pek cür'etkâr olan Gavres kavmine dönünce, hayretler içinde, "Ne oldu sana, neden bir şey yapamadın?" diye sordular.
Gavres, onlara başından geçenleri anlattıktan sonra ilâve etti: "Vallahi, ben şimdi insanların en iyisinin, en hayırlısının yanından geliyorum!"88
Bir ay kadar süren seferden sonra, Resûli Kibriya Efendimiz, Medine'ye geri döndü.89
KARDE SERİYYESİ
(Hicret 'in 3. senesi Cemaziyelâhir ayı)
Peygamber Efendimizin etrafa hâkim olması üzerine, müşrikler, ticaret yollarını değiştirmek mecburiyetinde kalmışlardı. Sahil yoluyla Şam ticareti tehlikeye düştüğünden, Irak yoluyla Şam'a gitmeyi daha uygun ve emin bulmuşlardı.
Hazırladıkları bir kervanı bu yolla Şam'a göndermişlerdi. Kervanla birlikte gidenlerin içinde, Kureyş'in ileri gelenlerinden Safvan b. Ümeyye ile Abdullah b. Ebî Rabia da vardı.
Kaderin cilvesi bu: Tam o sırada müşriklerden biri Medine'ye geldi ve Yahudînin birinin evinde misafir kaldı. Kim bilir, onunla Müslümanlar aleyhinde hangi plânı kurmak veya müşriklerin aldıkları hangi kararı veya tertipledikleri hangi plânı iletmek için gelmişti? İçtiler, konuştular, eğlendiler. Bu arada müşrik, farkında olmadan, bahsi geçen kervanın Irak yoluyla Şam'a gönderildiğini ağzından kaçırdı. Tam bunu anlatırken oradan ashabtan Salit b. Numan geçiyordu. Haberi duydu ve derhâl Hz. Resûlullah'ın huzuruna vararak durumu kendilerine arzetti.
Mevsim, kış idi.
Peygamber Efendimiz, 100 kişilik bir süvari kuvveti hazırladı. Kumanlığa Zeyd b. Harise Hazretlerini tâyin etti. Pazardan köle olarak satın alınan, sonradan Peygamberimizin evlâdlık edindiği Zeyd, şimdi 100 kişilik bir sahabî müfrezesinin kumandanı olmuştu. Bu, İslâm'ın vazife vermede, makam ve mevki sahibi kılmada, fakir zengin, köle efendi gözetmeden tatbik ettiği adalet ve liyakat prensibinin şaheser bir misâlidir!
Seriyyenin teşkil maksadı, kervanı yakalamaktı.
Zeyd b. Harise, emrindeki kuvvetle yola çıktı ve Kureyş kervanının önünü kesti. Kervandakiler, beklemedikleri bir hâdiseyle karşı karşıya kalmışlardı. Bu durumda tabana kuvvet kaçmaktan başka çâreleri yoktu. Öyle yaptılar. Her şeylerini de, canlarını kurtarmak uğruna geride bıraktılar.
Zeyd Hazretleri, sahipsiz kalan malları alıp Medine'ye, Resûli Ekrem Efendimize getirdi. Beşte biri Beytû'lMâl'e ayrıldıktan sonra geri kalan beşte dördü seriyyeye katılan mücâhidler arasında bölüştürüldü.
Bu arada, kervan kılavuzu Furat b. Hayyan da esir alınmıştı. Medine'ye gelince, Müslüman olduğu takdirde serbest bırakılacağı teklif edildi. Müslüman oldu ve kurtuldu.90
Peygamber Efendimiz, bu muvaffakiyetinden dolayı Zeyd b. Harise'yi, "Seriyye kumandanlarının en hayırlısı, Zeyd b. Harise'dir." buyurarak tebrik ve takdir etti.91
Bu seriyye, kumandanına izafeten Zeyd b. Harise Seriyyesi adıyla da anılır.92

84 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 5859; İbni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 33.
85 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 34.
86 İbni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 34.
87 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 34.
88 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 35; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 365;Kaadı iyaz, eşşifa, c. 1, s. 81; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 161.
89 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 46; Taberî, Tarih, c. 3, s. 2.
90 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 36.
91 Suyutî, Camiü'sSağir, c. 2, s. 10.
92 Ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 53.



Efendimizin Hz. Hafsa ve Hz. Zeyneb'le Evlenmesi
PEYGAMBERİMİZİN, HZ. HAFSA'YLA EVLENMESİ
(Hicret 'in 3. senesi Şaban ayı)
Uhud Savaşından iki ay kadar önceydi.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ömer'in kızı Hz. Hafsa'yla evlendi.
Resûl-i Ekrem Efendimize peygamberlik vazifesi verilmeden önce dünyaya gelen Hz. Hafsa, daha önce Huneys b. Huza-fe'yle (r.a.) evlenmişti. Huneys vefat edince Hz. Hafsa dul kalmıştı."3
Hz. Ömer, kızını evvelâ münasip bir dille Hz. Osman'a, ondan müsbet cevap alamayınca da Hz. Ebû Bekir'e vermek istemişti. Ancak o da bu isteğine müsbet veya menfî hiçbir cevap vermemişti.
Bu durum karşısında üzülen Hz. Ömer, Resûl-i Ekrem Efendimize başvurarak olup bitenleri anlattı. Hz. Ömer'in gönülden arzusunu farkeden Peygamber Efendimiz, kendisini daha fazla üzüntü içinde bırakmak istemedi ve, "Ben, sana Osman'dan daha hayırlı bir damat, Osman'a da senden hayırlı bir kayınpeder söyleyeyim mi?" diye sordu. Hz. Ömer, "Söyleyin yâ ResûlallahL" deyince, Resûl-i Ekrem, "Sen, kızın Hafsa'yı bana nikâhlarsın; ben de kızım Ümmü Gülsüm'ü Osman'a nikâhlarım!"94 buyurdu.Hz. Ömer'i bu teklif fazlasıyla sevindirdi ve derhâl kabul etti. Böylece, Peygamber Efendimiz, Hz. Hafsa'yı Ezvac-ı Tâhi-rat arasına alırken, kızı Hz. Ümmü Gülsüm'ü de Hz. Osman'a nikahladı. Hz. Osman, daha önce de, Peygamberimizin vefat eden kızı Hz. Rukiyye île evliydi. Hz. Ümmü Gülsüm'le evlenince kendisine "Zinnureyn [İki Nur Sahibi]" lâkabı verildi.
PEYGAMBERİMİZİN, HUZEYME KIZI HZ. ZEYNEB'LE EVLENMESİ
Huzeyme kızı Hz. Zeyneb'in kocası Ubeyde b. Haris, Bedir Muharebesinde yaralanmış ve bu yaranın neticesi olarak Safra denilen mevkide vefat etmişti. Bu sebeple Hz. Zeyneb dul kalmıştı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, kocasını İ'lây-ı Kelimetullah uğrunda şehid veren bu muhterem kadını, Hicret'in 3. senesi Ramazan ayında zevceliğe alarak şereflendirdi.
Hz. Zeyneb, fakirleri ve yoksulları beslediği, onlara çok acıyıp merhamet ettiği için "Ümmü'l-Mesakin [Yoksullar Annesi]" diye tanınırdı.
Hz. Zeyneb, Peygamber Efendimizin yanında üç ay kadar kaldıktan sonra 30 yaşında iken vefat etti. Cenaze namazını bizzat Resûl-i Kibriya Efendimiz kıldırdı. Bakî Mezarlığına defnedildi.95
HZ. HASANIN DÜNYAYA GELİŞİ
Hicret'in 3. yılında Resûl-i Ekrem Efendimizi sevindiren bir hâdise daha vuku buldu: Torunu Hz. Hasan dünyaya geldi. Hz. Hasan, Peygamberimize torunları arasında en çok benzeyeni idi. Bu sebeple, annesi Hz. Fâtıma onu severken, "Resûlullah'a benzeyen yavrum!" derdi.96
Nebîyy-i Muhterem Efendimiz, torunları Hz. Hasan ile Hüseyin'i son derece severdi. Onları zaman zaman omuzlarına alıp taşır ve, "Onlar benim dünyada öpüp kokladığım iki rey-hanımdır (güzel kokan bir çiçek, fesleğen)"97 buyurdu.
Yine, Hz. Hasan'ı zaman zaman omuzuna alıp gezdirir ve, "Allah'ım! Ben onu seviyorum; Sen de sev; onu seveni de sev!"98 derdi.

93 ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 81.
94 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 82-83.
95 Ibn-i Hişam, Sîre, c. 4, s. 296-297; Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 115; İbn-i Abdi'l-Berr, el-İstiab, c. 4, s. 1853.
96 Ahmed Ibn-i Hanbel, Müsned, c. 6, s. 283.
97 Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 323.
98 Buharî, Sahih, c. 4, s. 217.


Uhud Muharebesi
(Hicret 'in 3. senesi 7 Şevval / Milâdi 625)
Kureyş müşrikleri, Bedir'de uğradıkları hezimetin acısını bir türlü unutmak istemiyorlardı, daha doğrusu unutamıyorlardı. İleri gelenlerinden birçoğunu bu savaşta kaybetmişlerdi. Bir avuç Müslümandan yedikleri ağır darbeyle izzeti nefisleri kırılmıştı. Civar kabileler nezdindeki prestijleri de haliyle sarsılmıştı.
Ayrıca, sahilden giden Şam ticaret yollarının Resûli Ekrem tarafından devamlı kontrol altında tutulması da ticarî hayatlarına oldukça ağır darbe vuruyor, onların askerî ve iktisadî mukavemetlerini kırıyordu. Kureyş müşrikleri bu sefer Irak yoluyla Şam'a ticaret kervanlarını göndermeye başlamışlardı; ama burası da Peygamberimiz tarafından kısa zamanda haber alınmış, gönderdiği seriyye ile, bu yoldan giden ticaret kervanları kıstırılarak, mallarına el konulmuştu.
Haliyle, bu durumlar, zâten Bedir hezimetinin acısıyla yanıp tutuşan Kureyş müşriklerinin Müslümanlara karşı kin ve husumetlerini artırıyor, intikam alma duygularını harekete getiriyordu. İlk fırsatta bu intikam hislerini tatmin için âdeta can atıyorlardı. Bedir'den sonra giriştikleri bir iki küçük baskın hareketi, onların bu kinlerini dindirme yerine, bozguna uğrayan kendileri olduğu için, daha da kabartmıştı.
Kureyş İleri Gelenlerinin Teklifi
Daha önce, Ebû Süfyan idaresinde Şam'a gönderilmiş olan büyük ticaret kervanı, Resûli Ekrem'in kumandasındaki Müslüman kuvvetlerin eline düşmekten kıl payı kurtulup Mekke'ye zor gelebilmişti. Hemen arkasından Bedir Harbinin patlak vermesi, kervandaki malların taksimini geciktirmişti. Mallar olduğu gibi "Darü'n Nedve"de muhafaza edilmekteydi."
Bu sırada, bilhassa Bedir Savaşında yakınlarını kaybetmiş olanlar ve bunların da içinden Cübeyr b. Mut'im, Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebû Cehil gibi Kureyş'in ileri gelenleri sayılabilecek kimseler, Ebû Süfyan'a şu teklifte bulundular:
"Muhammed, büyüklerimizi öldürerek bizi perişan etti. Onlardan intikam alma zamanı artık gelmiştir. Kervandaki malların sermayesini sahiplerine verelim, kârıyla da Müslümanlara karşı harb hazırlığı yapalım!"100
Teklif oy birliğiyle kabul edildi.
Mallar satılarak altına dönüştürüldü: Toplam 100 bin altın... Hisse sahiplerine sermayeleri olan 50 bin altın verildi. Kârıyla da sür'atle harb hazırlığına başlandı.101
Bedir'den gözü korkan Mekkeli müşrikler, bu sefer büyük bir ordu hazırlamak kararında idiler. Sâdece mahallî gönüllü askerler, hattâ devamlı müttefikleri bulunan Ahabiş* Kabilesi askerleriyle de iktifa etmiyorlardı. Arabistan Yarımadasındaki diğer kabileleri de yanlarına almak istiyorlardı. Bunun için hususî bir heyeti görevlendirdiler ve o kabîleleri kandırmak için de özel bir fon ayırdılar. Bu fonla diğer kabilelerden paralı askerler kiralayacaklardı.
Kendileri Mekke'de sür'atle harb hazırlıklarını sürdürürken, görevlendirdikleri, içlerinde birçok ünlü kişinin, şâirin, hatibin Benî Mustalık'la Benî Hevn b. Huzeyme, Mekke'nin alt tarafındaki Hubşa Dağı eteklerinde toplanıp, düşmanlarına karşı, sonuna kadar birlikte hareket edecekleri hakkında Mekkeli müşriklerle anlaşmış oldukları için, toplantı yerlerine nisbetle bu kabilelere "Ahabiş" adı verilmiştir.
de bulunduğu propaganda heyeti ise, bütün Arabistan Yarımadasını karış karış dolaşıyor, anlaşabileceklerini tahmin ettikleri kabilelere, girişecekleri hareketin mahiyetini anlatarak, halkı Peygamberimize karşı ayaklandırmaya var güçleriyle uğraşıyorlardı. Bir şâirin tek bir sözü, bir hatibin tek bir hitabesi için kabilelerin icabında birbirlerine girdiklerini, kanlar akıttıklarını kaydedersek, şâir ve hatiblerin bu harekete katılmaya teşvikte ne derece müessir oldukları kendiliğinden anlaşılmış olur.
Müşrik Ordusu Hazır
Civar kabilelerden gelenlerin ve parayla kiralanan askerlerin de katılmasıyla şirk ordusu tam üç bin kişiyi buldu. Yedi yüz zırhlı, 200 atlı ve üç bin de deve vardı.102
Askere moral vermek, onları harbe teşvik etmek, heyecanlarını devamlı diri tutmak için orduya kadınlar da katıldı. Türkü söyleyecek, def çalacak ve askerlerin moral gücünü takviye edeceklerdi!
Komutan, Ebû Süfyan Sahr b. Harb idi. Kadınlar kolu da Ebû Süfyan'ın karısı ve Bedir'de babasını kaybeden Hind'in kontrolü altında bulunuyordu. Gönlü kin dolu bu kadın, Bedir'de öldürülen yakınlarının intikamını alacaklarına dair kadınlara yemin bile ettirdi.
Kureyş Ordusunun üç sancağı vardı. Birini Süfyan b. Uveyf, birini Talha b. Ebî Talha, üçüncüsünü de Ahâbiş Kabîlesinden biri taşıyordu.
Kureyş, hazırlıklarını böylece tamamlamış ve 20 gün sürecek uzun bir sefere Mekke'den hareketle çıkmış bulunuyordu.
Medine 'ye Gelen Haber
Medine'ye, Peygamber Efendimize bir haber geldi. Haberi getirmek üzere görevlendirilen adam, mektubu Resûli Ekrem'e heyecan ve telâş içinde uzattı. Açılan mektupta, Kureyş müşriklerinin hazırlıklarını tamamladıkları ve Medine üzerine yürümek için yola çıktıkları yazılıydı.
Mektubun altındaki imza, Peygamberimizin amcası Hz. Abbas'a aitti. Resûli Ekrem'in emriyle, hem oradaki Müslümanlara yardımcı olmak, hem de olup bitenlerden kendilerini haberdar etmek maksadıyla Mekke'de oturmaya devam ediyordu. Hattâ, bir ara Medine'ye gelmek arzusunu izhar edince, Resûli Ekrem, "Sen bulunduğun yerde daha güzel cihad etmektesin. Senin Mekke'de oturman daha hayırlıdır."103 buyurmuştu.
Peygamber Efendimiz, ilk anda mektubun muhteviyatını gizli tuttu ve birkaç kişiden başkasına bildirmedi. Fakat, "Kötü haber çabuk yayılır." hesabı, Kureyş'in Medine üzerine yürüdüğü haberi çarçabuk etrafa yayıldı.
Resûli Ekrem Efendimiz, önce Kureyş Ordusunun durumunu gözetleyip tahkik etmek maksadıyla birkaç sahabîyi Mekke'ye doğru gönderdi. Mücâhidler, yolda Kureyş Ordusunu gördüler ve durumunu öğrendikten sonra Medine'ye gelip durumu Peygamber Efendimize haber verdiler.
Mücâhidlerin getirdiği haber, Hz. Abbas'ın mektupta yazdıklarına aynen uyuyordu.
Kureyş Ordusu Uhud'da
Mekke'den ayrılıp süratle yol alan Kureyş Ordusu, Şevval ayının başlarında bir çarşamba günü gelip Uhud Dağının yakınında bulunan Ayneyn Tepesi yanında karargâhını kurdu.
PEYGAMBERİMİZİN RÜYASI
Bu sırada Resûli Ekrem Efendimiz, gördüğü bir rüyayı ashabına anlattı: "Ben kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm. Kılıcım Zûlfikâr'ın ağzında ise, bir gediğin açıldığını gördüm. Boğazlanmış bir sığır, arkasından da bir koç gördüm."
Ashabı Kiram, "Bunu ne şekilde tâbir ediyorsun yâ Resûlallah!.." diye sordular.
Hz. Resûsullah'ın cevabı şu oldu:
"Sağlam zırh giymek Medine'ye, Medine'de kalmaya işarettir. Kılıcımın ağzında bir gediğin açılmasını görmüş olmam, bir zarara uğramayacağıma işarettir. Boğazlanmış sığır, ashabımdan bir kısmının şehid edileceğine işarettir. Onun arkasından bir koçun getirilmesine gelince... O, askerî bir birliğe işarettir ki inşallah Allah onları öldürecektir!"104
Bir başka rivayete göre, Peygamber Efendimiz rüyasını, "Rüyamda kılıcı yere çarptım; ağzı kırıldı. Bu, Uhud günü mü'minlerden bazılarının şehid düşeceklerine işarettir. Kılıcı tekrar yere çarptım; eski, düzgün hâline döndü. Bu da, Allah'tan bir fetih geleceğine, mü'minlerin toplanacağına işarettir."105 şeklinde anlatıp yorumlamıştır.
Peygamber Efendimizin bir cuma gecesi gördüğü bu rüya, ashabla harb hususunda yapacakları istişareye de tesir edecektir.
Ashabla İstişare
Resûli Ekrem Efendimiz, Ensâr ve Muhacirun'un ileri gelenlerini bir araya topladı ve kendileriyle bu hususta istişarede bulundu.
Peygamberimizin kanâati, gördüğü rüyanın da ilhamıyla, Medine'yi bizzat içeriden müdafaa etmekti. Buna rağmen Müslümanların da görüşlerine başvurup onların da kanaatlerini öğrenmek istiyordu.
Ashabın ileri gelenlerinin birçoğu da, Peygamber Efendimizin bu kanaatine iştirak etti. O âna kadar hiçbir toplantıya çağrılmayan münafıkların reisi Abdullah b. Übey de bu istişareye çağrılmıştı. O da Medine'de kalma fikrindeydi.
Ancak, Bedir Gazasında bulunmayan kahraman ve genç sahabîler, Bedir'de bulunan gazilerin nail olduğu ecr ve sevabı, Bedir şehidlerinin ulaştığı yüksek dereceleri Resûli Ekrem Efendimizden işitmekle, o harbte bulunmadıklarından dolayı son derece üzülmüşlerdi. Bu sebeple, düşmanı Medine dışında karşılama arzusunu taşıyor ve bu arzularında şiddetle ısrar ederek şöyle diyorlardı:
"Yâ Resûlallah!.. Vallahi, onların Câhiliyye devrinde bile Medine'ye, üzerimize yürümelerine meydan ve imkân verilmemiştir. İslâmiyet devrinde onların Medine'ye, üzerimize yürümelerine nasıl müsaade buyurulur? Yâ Resûlallah!.. Biz, Allah'tan bu günü isterdik. Bizleri dışarı çıkar. Düşmanlarımızla göğüs göğüse cenk edelim!"106
Bir kısmı ise şöyle diyordu:
"Yâ Resûlallah!.. Eğer onları dışarıda karşılamazsak, düşman bu durumu korkaklığımıza ve za'fımıza hamlederek şımarır!"Bu arzuyu taşıyanlara, cesur ve bahadır bir zât olan Hz. Hamza, Sa'd b. Übade, Nu'man b. Mâlik gibi hatırı sayılır, ashabın ileri gelenleri de katıldı. Kahraman Hz. Hamza, "Yâ Resûlallah!.. SanaKitab'ı indiren Allah'a yemin ederim ki, bu kılıcımla Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça yemek yemeyeceğim!" diyerek, çıkıp düşman üzerine hücum etme arzu ve görüşünü izhar etti.
Hz. Hayseme 'nin Konuşması
Hz. Hayseme, Bedir Muharebesine katılmak için oğlu Sa'd ile kur'a çekmişti. Kur'a, Hz. Sa'd'a çıkmıştı. Bedir Harbine katılan Sa'd ise, arzuladığı şehâdet mertebesine ulaşmıştı. İşte, şehid babası Hz. Hayseme de şöyle konuşuyordu:
"Yâ Resûlallah!.. Kureyşliler, çöl Araplarından ve müttefikleri olan Ahâbiş'ten asker topladılar. Develerine ve atlarına binip gelerek meydanlarımıza indiler. Bizi, evlerimizde ve kalelerimizde kuşatacaklar, sonra da dönüp gideceklerdir. Aleyhimizde bir sürü söz söyleceklerdir. Bu, onların cesaretlerini artıracaktır. Görüp de karşılaşmazsak ve yurdumuzun ortasından onları kovmayacak olursak, çevremizdeki Araplar da bize göz dikeceklerdir!
"Allah Teâlâ'nın bizi, Kureyş müşriklerine karşı galib getireceği ümit edilir. Eğer ikincisi olursa—ki şehidliktir—Bedir, beni ondan mahrum kıldı. Hâlbuki, ben onu öylesine özlemiştim ki! Benim Bedir Muharebesine çıkmayı arzuladığımı duyan oğlum, benimle kur'a çekmişti. Kur'a ona çıktı. Sonunda şehidlik mertebesine o ulaştı. Hâlbuki, ben şehid olmayı ne kadar arzu ediyorum! Dün gece oğlumu güzel bir surette gördüm: Cennet meyveleri ve ırmakları arasında dolaşıyor ve bana, 'Cennet'te arkadaşlığa katıl! Ben, Rabbimin bana va'dettiği gerçeği buldum!' diyordu. Vallahi, yâ Resûlallah!.. Sabah gözlerimi açınca, oğluma Cennet'te arkadaş olmayı candan özlemeye başladım. Yaşım, fazlasıyla ilerledi. Artık Rabbime kavuşmayı özlemekteyim. Yâ Resûlallah!.. Beni şehidlikle, Cennet'te oğlum Sa'd'ın arkadaşlığıyla nasîblendirmesi için Allah'a dua et!"
Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Hayseme'nin bu arzusunu yerine getirdi. Kendisi için dua etti.107
Ebû Said elHudrî'nin babası Mâlik b. Sinan ise, "Yâ Resûlallah!.. İki şeyden biri bizimdir: Ya Allah, bizi onlara galib ve muzaffer kılar—ki istediğimiz budur—ya da Allah, bize şehidlik nasîb eder! Vallahi yâ Resûlallah!.. Bence bu ikisinden hangisi olursa olsun, onda hayır vardır!" dedi.
Yine, kahraman bir sahabî olan Nu'man b. Mâlik ise, "Yâ Resûlallah!.. Ben şehâdet ederim ki, rüyada boğazladığını gördüğün sığırın temsil ettiği ashabından birisi de benim! Bizi Cennet'ten mahrum etme! Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, ben Cennet'e girsem gerektir!" diye konuştu.
Resûli Kibriya Efendimiz, "Ne ile?.." diye sordu.
Hz. Numan, "Çünkü," dedi, "ben, Allah'tan başka ilâh bulunmadığına, senin de Allah'ın Resulü olduğuna şehâdet eder, Allah'ı ve Resulünü severim. Düşmanla karşılaştığım gün de yüz çevirip kaçmam!"
Peygamber Efendimiz, "Doğrusun ve gerçeği söyledin." buyurdu.108
KARAR
Resûli Kibriya Efendimiz, ekseriyetin düşmanı Medine dışında karşılamak arzu ve görüşünde olduğunu anlayınca, şehirden çıkıp muharebeyi açık arazide yapmayı kabul etmeye karar verdi. Ashabına hitaben de şöyle buyurdu:"Sabır ve sebat ederseniz bu kere dahi Cenâbı Hakk size yardımını ihsan eder. Bize düşen, azm ve gayret göstermektir!"
Kesin Karardan Sonra
Günlerden Cuma idi.
Resûli Ekrem Efendimiz, Cuma namazını kıldırdıktan sonra, Müslümanlara cihadın faziletinden, cihada nasıl hazırlanılacağından bahsetti ve, "Cihadda geri durmak, gecikmek acizliktir. Sabır ve sebat gösterildiği zaman Allah'ın yardımı gelir. Sabr ve sebat ediniz! Sabr ve sebat ettiğiniz takdirde, Allah'ın yardımı sizinledir." buyurdu.109
Resûli Ekrem Efendimiz, vakti giren ikindi namazını da cemaate kıldırdıktan sonra, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'le birlikte Hânei Saadetine girdi. Bu iki sahabî, Efendimizin hazırlanmasına yardımcı olacaklardı.
Resûli Ekrem, içeride zırhını giymek, kılıcını kuşanmakla meşgulken, dışarıda toplanmış bulunan Müslümanları, Sa'd b. Muaz ile Üseyyid b. Hudayr, "Medine'den çıkmak istemediği hâlde, siz, çıkmaları için Resûlullah'a ısrar edip durdunuz. Hâlbuki, ona emir gökten iner. Siz bu işi ona bırakınız, onun istediğini yapınız!" diyerek îkaz ettiler.
Bu sözler, Medine dışında düşmanı karşılamak fikrinde olanları bir derece de olsa yumuşattı; hattâ, pişmanlık bile duyar oldular. Resûli Ekrem'in zırhını giyinmiş, kılıcını kuşanmış hâlde evinden çıktığını görünce, "Yâ Resûlallah. Senin hoşlanmadığın şeyi biz istemeyiz. Eğer Medine'de kalmak istiyorsan kalalım! Sana aykırı hareket edemeyiz!" diye konuştular.
Hz. Resûlullah'ın cevabı şu oldu:"Bir peygambere, zırhını giydikten sonra, düşmanla çarpışmadan ve Allah, onunla düşmanları arasında hükmünü vermeden zırhını sırtından çıkarmak yakışmaz."110
Arkasından da şöyle buyurdu:
"Sür'atle, size emrettiğim şeyleri yapmaya bakınız. Allah'ın ismini anarak gidiniz. Sabır ve sebat gösterdiğiniz müddetçe, Allah size yardım edecektir.""1
İSLÂM ORDUSU
Hazırlanan Müslümanlar bin kişi civarında idi."2 Sayıca Kureyş Ordusunun üçte biri kadar... İçlerinde sâdece 100 zırhlı vardı.113
Orduda üç sancak bulunuyordu. Mus'ab b. Umeyr, Muhacirlerin; Üsseyid b. Hudayr, Evslilerin; Hubab b. Münzir ise, Hazreçlilerin sancağını taşıyordu.
İslâm Ordusu, harekete hazırlanmıştı.
Peygamber Efendimiz, atına binmiş, yayını omuzuna asmış ve mızrağını eline almıştı. Medine'de yerine, Abdullah b. Ümmî Mektum'u bırakmıştı. Zırhlı iki sahabî, Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubade önünde, mücâhidler ise sağ ve solunda yer alıyorlardı.
Cennet 'i Arzulayan Sahabî İslâm Ordusunun Uhud'a doğru hareket edeceği sıradaydı.
Topal bir zât olan Amr b. Cemuh da, sefere katılmak için gönlünde şiddetli bir arzu duydu. Her zaman Peygamber Efendimizle birlikte savaşa çıkan dört oğlu vardı. Onları çağırdı ve, "Beni de sefere çıkarınız!" dedi.
Oğulları, "Resûlullah, senin sefere çıkmamana müsaade etti. Yüce Allah da seni mazeretli saymıştır." diye konuştular.
Gönlü Allah ve Resûlullah muhabbetiyle yanıp tutuşan Amr, oğullarının bu sözlerine aldırış etmedi ve, "Yazıklar olsun size!.. Siz, beni Bedir Seferinde Cennet'i kazanmaktan alıkoymuştunuz. Uhud Seferinde de mi alıkoyacaksınız? Herkes Cennet'e giderken, ben evde oturup kalamam!" dedi; sonra da, doğruca Peygamber Efendimizin huzuruna vardı. "Yâ Resûlallah!.. Bu oğullarım, şunu bunu bahane ederek beni sefere çıkmaktan alıkoymak istiyorlar! Vallahi, ben, seninle beraber sefere çıkmayı ve Cennet'te şu aksak hâlimle dolaşmayı arzu ediyorum!" dedi ve sordu: "Yâ Resûlallah!.. Sen, benim Allah yolunda çarpışmamı ve şehid düşüp şu aksak ayaklarımla Cennet'te gezip yürümemi uygun görmez misin?"
Resûli Kibriya Efendimiz, "Evet, uygun görürüm!" dedikten sonra ilâve etti: "Amma, Allah, seni mazeretli saymıştır. Sen cihadla mükellef değilsin!" Sonra, bu sahabînin oğullarına, "Siz, onu seferden alıkoymaya mecbur değilsiniz. Onu serbest bırakınız. Umulur ki Allah, ona şehidlik nasîb eder."114 buyurdu.
Bunun üzerine Amr b. Cemuh, derhâl silâhlandı ve kıbleye dönerek, "Allah'ım, bana şehidlik nasîb et!" diye dua etti.115
Yahudi Yardımının Reddedilmesi
İslâm Ordusu, Seniyye Tepesine gelmişti. O sırada Peygamber Efendimiz, dönüp arkasına baktı. Okçulardan mürekkep kalabalık bir askerî birlik gördü. "Kimdir bunlar?" diye sordu.
Uhud Muharebesinin krokisi
Mücâhidler, "Abdullah b. Übey'in, Yahudî müttefiklerinden 600 kişilik bir topluluk." cevabını verdiler.
Resûli Ekrem, "Onlar Müslüman olmuşlar mı?" diye sordu.
"Hayır, yâ Resûlallah..." denilince, Efendimiz, "Gidip onlara söyleyiniz: Geri dönsünler. Onların yardımına ihtiyacımız yok!" diye emretti."6
Peygamberimizin Orduyu Teftişi
İslâm Ordusu, Şeyheyn Tepelerine geldiği zaman, Resûli Ekrem durup ordusunu bizzat teftişten geçirdi. Bu sırada 15 kadar küçük yaşta çocuğu da geri çevirdi.
Fakat, içlerinde mücâhidler safından ayrılmak istemeyen, müşriklere karşı küçük yaşta da olsa savaşmak isteyenler vardı. Bunlardan biri de, Rafi b. Hadic idi. Ayağındaki mestlerin ucuna basarak Resûli Ekrem'e uzun görünmek istiyordu. Sonradan bir sahabînin, "Yâ Resûlallah, Rafı iyi ok atar." demesi ve ordudan ayrılmasını istememesi üzerine, Peygamber Efendimiz onu da orduya aldı.
Arkadaşı Rafi'in orduya alındığını gören bir başka küçük sahabî Semüre b. Cündü, babasına, "Babacığım, Resûlullah Rafı'e müsaade etti, beni ise geri çevirdi. Hâlbuki ben güreşte onu yenebilirim!" dedi.
Baba Mürey b. Sinan, teklifi Resûli Ekrem'e iletti. Peygamber Efendimiz, güreşmelerini istedi. Güreşte Semüre'nin Rafı'i yıktığını görünce, onun da orduya katılmasına izin verdi. Henüz 15 yaşlarında bulunan bu gencecik sahabîler, işte böylesine büyük bir şevkle mücâhidler safında müşriklere karşı savaşmak istiyorlardı."7
ŞEYHEYN'DE GEÇEN GECE
Peygamber Efendimizin ordusunu teftişi sona erdiği zaman, güneş de o günkü vazifesini bitirip guruba doğru kaymıştı. Az sonra Bilâli Habeşî, akşam ezanını okudu. Resûli Ekrem, mücâhidlere namazı kıldırdı. Aynı şekilde yatsı namazı da eda edildi. Peygamber Efendimiz, geceyi burada geçirecekti. Muhammed b. Mesleme kumandasındaki 50 kişilik bir devriye birliğini de, orduyu muhafaza altında bulundurmak ve etrafı kontrol etmekle vazifelendirdi.
Bir Sahabînin, Peygamberimizi Gece Beklemesi
Resûli Ekrem Efendimiz, mücâhidlere yatsı namazını kıldırdıktan sonra, "Bu gece bizi kim bekleyecek?" diye sordu.
Mücâhidler arasından bir ses geldi: "Ben, yâ Resûlallah!...." Peygamber Efendimiz, "Sen kimsin?" diye sordu.
Aynı sesin sahibi, "2'ekvan b. Abdi Kays'ım, ben..." diye cevap verdi.
Resûli Ekrem, ona, "Sen otur!" diye emretti:
Aradan az bir zaman geçtikten sonra Peygamber Efendimiz tekrar, "Bu gece bizi kim bekleyecek?" diye sordu.
Yine mücâhidler arasından bir ses yükseldi: "Ben, yâ Resûlallah!...."
Efendimiz, ona, "Sen kimsin?" diye sordu.
Sesin sahibi, "Ben, Ebû Seb'im." diye cevap verdi.
Peygamber Efendimiz, ona da, "Sen otur!" dedi.
Bir müddet bekledikten sonra, Peygamber Efendimiz, sorusunu üçüncü sefer tekrarladı: "Bu gece bizi kim bekleyecek?"
Yine Müslümanlar arasından bir ses yükseldi: "Ben beklerim yâ Resûlallah!"
Efendimiz, ona, "Sen kimsin?" diye sordu.
"Ben, İbni Kays'ım" diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz, ona da, "Sen otur!" dedi.
Aradan bir müddet geçtikten sonra Resûli Ekrem Efendimiz, "Üçünüz de kalkınız." buyurdu.
Yalnız bir kişi ayağa kalktı. Bu, Zekvan b. Abdi Kays'tı.
Resûli Ekrem Efendimiz, "Diğer arkadaşların nerede?" diye sorunca, Zekvan, "Yâ Resûlallah!.. Üç seferinde de sorunuza cevap veren bendim!" dedi.
Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, ona, "Git, sen bize muhafızlık et! Allah da seni muhafaza etsin!" dedi.
Zekvan, hemen zırhını giyindi, kalkanını aldı; bütün gece Peygamber Efendimizin yanında nöbet tuttu.118
Bu sahabî, önce kendi ismiyle, sonra oğlunun, sonra da babasının ismiyle kendisini tanıtmıştı!

99 Ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 37.
100 Ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 64; ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 37.
101 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 64; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 37.
102 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 37; Taberî, Tarih, c. 3, s. 12.
103 ibni Sa'd, A.g.e., c. 4. s. 31.
104 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 6667; ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 3738.
105 Buharî, Sahih, c. 3, s. 27; İbni Kesir, Sîre, c. 3, s. 22.
106 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 45; Ibn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 24.
107 İbn-i Kayyim, Zâdû'l-Maad, c. 1. s. 353.
108 Ibn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 24.
109 Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 315.
110 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 68; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 38.
111 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 39.
112 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s 63; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 39.
113 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s 63; İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 39.
114 Ibn-i Esir, Üsdû'l-Gabe, c. 2, s. 349; İbn-i Hacer, el-isabe, c. 2, s. 206; Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 24.
115 Ibn-i Abdi'l-Berr, el-lstiab, c. 3, s. 1168.
116 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 48; Halebî, İnsanû'l-Uyûn, c. 2, s. 232.
117 Taberî, Tarih, c. 3, s. 12-13.
118Vakidî, Megazi, s. 169170. 119 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 39.



İslam Ordusu Uhud'da
İSLÂM ORDUSU UHUD'DA
Sabaha yakın, Peygamber Efendimiz, ordusuyla birlikte Şey-heyn'den ayrıldı ve Uhud'a doğru yürüdü. Artık her iki ordu da birbirini fark edebiliyordu.
Düşman karşıda görünüyordu. Mücâhidler cephesinde sabah ezanı göklere dalga dalga yayılıyordu. Saf bağlayan Müslümanlar, Hz. Resûlullah'ın arkasında silâhlarını çıkarmadan düşmanlarının gözleri önünde namazlarını eda ettiler.
Bu arada Peygamber Efendimiz, tedbir babında, zırhının ü-zerine ikinci bir zırh, takyesinin üzerine ise miğfer giydi."9
MÜNAFIKLARIN ORDUDAN AYRILMASI
Artık iki ordu karşı karşıya gelmişti. Her biri harb nizamıyla meşgul oluyordu.
Bu sırada oraya kadar çekine çekine korku içinde gelmiş bulunan Abdullah b. Übey b. Selül, ortaya atıldı ve, "Muham-med, rey ve görüş sahibi olmayan gençlerin sözünü dinledi, benim sözümü dinlemedi! Ey ahali! Bir türlü anlayamıyorum: şuracıkta biz ne diye canımızı vereceğiz?'"20 deyip, kavminden ve münafıklardan 300 kadar askerle geri döndü.
Münafıkların ayrılmasıyla, İslâm Ordusu 700 kişiden ibaret kaldı. Kureyş Ordusunun dörtte biri kadar...
Abdullah b. Übey, münafıklardan bir grupla İslâm Ordusundan ayrılmakla kalmadı; şâir Müslümanları da tesir altına almaya çalıştı. Onun geri döndüğünü gören Hazreç Kabilesine mensup Selime Oğulları ile Evs Kabilesine mensup Harise Oğullan da geri dönmeye niyetlendiler. Fakat, Allah'ın inayeti yetişti ve onları bu tereddütlerinden kurtardı.
Kur'ân-ı Azîmüşşan'da bu hususla ilgili olarak şöyle buyurulur:"O zaman içinizden iki birlik za'f föstermek istemişti. Hâlbuki, onların yardımcısı Allah'tı (Allah, rahmetiyle, onlardan bu gevşekliği giderdi). Mü'minler, ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır."121
Münafıklarla İlgili İnen Ayet
Münafıkların, harb meydanında İslâm Ordusundan ayrılıp Medine'ye geri dönmeleri üzerine ise, şu mealdeki âyetler nazil oldu:
"İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet Allah'ın emriyle geldi. Bu, Allah'ın mü'minleri ayırt etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi. Onlara, 'Geliniz, Allah yolunda muharebe edin yahut (hiç olmazsa düşmanın kendinize ve ailenize saldırmasını) önleyin.' denildi de, 'Biz muharebe etmeyi bilseydik elbette arkanızdan gelirdik!' dediler. Onlar, o gün î-mandan ziyade küfre yakındılar. Ağızlarıyla, kalblerinde olmayanı söylüyorlardı. Onlar ne gizlerse, Allah çok iyi bilendir!'"22
MUHAYRIK'IN İSLÂM ORDUSUNA KATILIŞI
Muhayrık, büyük bir Yahudî âlimi idi. Medine'de bol serveti vardı.
Resûl-i Ekrem Efendimizi, mukaddes kitaplardaki sıfatlarıyla tanırdı. Fakat, kavminden çekindiği ve dininin tesirinden kendisini bir türlü kurtaramadığı için bu sıfatları açıklamıyordu. Bu durumu Uhud Harbine çıkışa kadar devam etti.123
Resûl-i Kibriya Efendimiz, mücâhidlerle Uhud Gazasına çıktığı sıradaydı.
O âna kadar bildiğini açıklamayan Muhayrık, "Ey Yahudî cemaati!.. Vallahi, siz Muhammed'in peygamber olduğunu, ona yardım etmenin, üzerinize düşen bir vazife ve yerine getirmeniz gereken bir hak olduğunu pekâla bilirsiniz!" dedi.Yahudiler, "Bugün, Cumartesi günüdür! Hiçbir şeyle meşgul olunmaz." diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Muhayrık. kılıcını ve harçlığını yanına aldı. Akrabasından birisine, "Eğer bugün öldürülürsem, mallarımın hepsi Muhammed'indir! O dilediğini yapmaya serbesttir." diyerek vasiyette bulundu ve gidip İslâm Ordusuna katıldı. Şehid düşünceye kadar da müşriklerle çarpıştı.
Bunun üzerine Resûl-i Kibriya Efendimiz, "Muhayrık, Ya-hudî ırkından, hayırlı bir kişidir." buyurdu.124
Muhayrık'in vasiyeti üzerine, Peygamber Efendimize kalan mülkleri, Bisab, Safiye, Delâl, Hüsna, Avaf, Bürka ve Meşrebe adlarını taşıyan yedi bahçe ve bostan idi.125
Muhayrık'ın mallarını teslim alan Efendimiz, onların hepsini vakfetti. Medine'deki vakıfları umumiyetle Muhayrık'ın mal-larındandı.126
İslâm Ordusu Karargâhı
Günlerden Cumartesi idi.
Peygamberimiz atından indi, yürüyerek sayıca az, îman ve cesarette büyük ordusunun saflarını bizzat tanzim etti. Sağ ve sol kanadı düzene soktu. İslâm Ordusunun arkasında Uhud Dağı vardı. Yüzü ise Medine'ye doğru idi.127
Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu arada, oldukça mühim bir yer olan Ayneyn Tepesine 50 muharipten teşekkül eden bir okçu müfrezesini vaziyet almak üzere vazifelendirdi.
Başlarına Abdullah b. Cübeyr'i tâyin etti. Vazifeleri, Uhud ile Ayneyn Tepesi arasındaki geçidi muhafaza etmek, düşmanın burada İslâm Ordusunu arkadan sarmasına fırsat vermemekti.128
Resûl-i Ekrem, okçulara şu emri verdi:
"Düşmanı yendiğimizi görseniz de, size haber vermedikçe, adam göndermedikçe yerlerinizden asla ayrılmayınız. Düşmanın bizi mağlûb ettiğini görseniz de, yine kesinlikle yerinizi terk edip, 'Yardımlarına koşalım.' demeyiniz."129
Bu emir ve talimatını iki sefer tekrarlayan Peygamber Efendimiz, daha sonra okçulara, "Kuşların cesetlerimizi kapıştıklarını görseniz dahi, ben size adam göndermedikçe asla yerinizden ayrılmayınız.'"30 emrini verdi.
Resûl-i Kibriya'nın emri ve talimatı böylesine net ve kesindi.
İKİ ORDU KARŞI KARŞIYA
İki ordu da artık harb nizamına girmiş ve karşılıklı bekliyorlardı.
İslâm Ordusunda, Zübeyr b. Avvam zırhlı kuvvetlerin, Hz. Hamza ise zırhsız askerlerin başında vazifeliydi.
Müşrik ordusunun sağ ve sol kumandanı Hâlid b. Velid, sol kol kumandanı ise Ebû Cehil'in oğlu İkrime idi. Süvari birliklerinin başında Safvan b. Ümeyye, okçuların başında ise Abdullah b. Ebî Rabia bulunuyordu.131
Müşrik ordusu cephesinde gürültü ve şamatanın bini bir paraydı. Gönülleri intikam hırsıyla dolu kadınlar, türküler, şarkılar söyleyerek ve defler çalarak müşrikleri coşturmaya çalışıyorlardı.İslâm Ordusu cephesi ise dualar, tekbirler, âminlerle inliyordu. Allah'tan yardım dileniyor, nusretini ihsan etmesi niyaz ediliyordu. Resûl-i Kibriya Efendimiz de, hitabesinde, onları cihada, Allah yolunda savaşa, bu yolda sabır ve sebata, her şeye rağmen gayretle çalışmaya teşvik ve davet ediyordu. Gönülleri îmanla dolu, gözlerinden cesaret kıvılcımları sıçrayan mücâhidler, bir an evvel "hücum" emrini heyecanla bekliyorlardı. Ya vurulup şehid olarak Allah'ın huzuruna çıkmak ya da müşrik topluluğunu yerle bir etmek için âdeta yerlerinde duramıyorlardı.
Tek Tek Vuruşma
Taraflar birbirlerine oldukça yaklaşmışlardı.
Bu sırada Kureyş Ordusunun sancaktan Talha b. Ebî Talha ortaya atılarak, kendinden emin, mağrurane bir eda ile seslendi:
"Benimle çarpışmaya er meydanına kim çıkar?"
Karşısına "Esedullah" unvanının sahibi Hz. Ali çıktı ve, "Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, seni kılıcımla Cehennem'e göndermedikçe veya kılıcınla Cennet'e girmedikçe seni bırakmayacağım!" diyerek hasmına şiddetli bir kılıç darbesi indirdi. Başını çenesine kadar yarıp ikiye ayırdı. Talha yere yıkılınca, Hz. Ali geri döndü. Mücâhidler, "Neden onun başını gövdesinden ayırmadın?" diye sordular.
Hz. Ali, "Yere düşünce, edeb yeri bana taraf açıldı. Ondan hemen yüzümü çevirdim. İyi biliyorum ki, Allah, onu yaşatmayacak, öldürecektir." diye cevap verdi.
Kureyş sancaktarının yere serilmesine Peygamber Efendimiz ve mücâhidler son derece sevindiler ve bu sevinçlerini tekbirler getirerek izhar ettiler.
Hz. Hamza 'nın, İkinci Sancaktarı Yere Sermesi
Talha yere serilince, Kureyş müşriklerinin sancağını kardeşi Osman b. Ebî Talha aldı. Ona karşı da Hz. Hamza çıktı ve omuzundan kılıçla vurup kolunu kesti.
Bu sefer sancağı yine Abdûddar Oğullarından Ebû Sa'd b. Ebî Talha aldı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ebû Sa'd'a karşı da Hz. Ali'yi çıkardı. Çarpışmadan galib çıkan, yine Hz. Ali oldu. Ebû Sa'd, "Esedullah"ın kılıç darbeleri arasında can verdi.
Sa'd öldürülünce Kureyş sancağını hemen Müsafı b. Talha b. Ebî Talha eline aldı. Onu da Âsim b. Sabit Hazretleri okla vurup öldürdü. Ondan sonra Kureyş müşriklerinin sancağını Haris b. Ebî Talha aldı. Âsim b. Sabit Hazretleri, onu da bir okla yere serdi.132
Haris'ten sonra sancağı Kilab b. Talha aldı. Onu da, Zübeyr b. Avvam (r.a.), bir hamlede yere serdi.
Bu sefer sancağı Cüiâs b. Talha aldı. Onu da Talha b. Ubeydullah Hazretleri öldürdü.
Abdûddar Oğullarından baba, oğul, kardeş ve amca olan tam yedi kişi, Kureyş müşriklerinin sancağı altında iken, kahraman mücâhidler tarafından böylece yere serildiler.
Bundan sonra sancağı yine Abdûddar Oğullarından Ertat b. Şürahbil aldı. O da Hz. Ali'nin amansız darbeleriyle yere yıkıldı. Sonra sancağı Şurayh b. Kâriz aldı. O da Ashab-ı Kiram'dan biri tarafından öldürüldü.
Sancaktarlarının bir bir yere serildiğini gören Kureyş müşriklerini bir dehşet ve korku sardı. Öyle ki, sancaklarının yanına bile kimse yanaşmaya cesaret edemiyordu. Sonunda onu Alkame kızı Amre yerden alıp Kureyşlilere teslim etti.1"
Abdûddar Oğullarından sancağı tutacak kimse bulunmadığından, yine onların kölelerinden Suvap sancağı taşıdı. Kuzman, vurup onun sağ elini kesti. Suvap sancağı sol eline aldı. Kuzman sol elini de kesti. Bunun üzerine Suvap sancağı kol ve pazularıyla tutmaya çalıştı;fakat, daha fazla dayanamayıp ar-kaiistü yere yıkıldı.
Artık iki tarafın da beklemeye tahammülü kalmamıştı. Çapışma, bir anda şimşek hızıyla başladı. Kılıç şakırtısı, ok vınlaması, at kişnemesi ve deve böğürmesi ortalığı kapladı. Allah yolunda savaşmaya can atan mücâhidler, kahramanca dövüşmeye başladılar.
Ebû Dücâne 'nin Peygamberimizden Kılıcı Alması
Resûl-i Ekrem'in elinde bir kılıç vardı. Üzerinde, "Korkaklıkta ar, ilerlemekte şeref ve itibar var! İnsan korkaklıkla kaderden kurtulamaz!" mealindeki beyit yazılı idi.
"Bu kılıcı benden kim alır?" diye sordu.
Birçok sahabî birden atıldı. "Ben, ben yâ Resûlallah!.." diyerek ellerini uzattılar.
Bu sefer Peygamberimiz, "Bunu, hakkını vermek üzere kim alır?" diye sordu.
Yine hararetle isteyenler çıktı. Aralarında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Zübeyr b. Avvam da vardı. Hz. Resûlullah vermek istemedi.
Bu sırada korkusuz, gözünü daldan budaktan sakınmayan biri ortaya atıldı. Ebû Dücâne'ydi bu!.. Hz. Resûlullah'a, "Nedir onun hakkı yâ Resûlallah?.." diye sordu.
Resûl-i Ekrem, "Hakkı, eğilip bükülünceye kadar onu düşmana sallamandır!" buyurdu.
Bunun üzerine Ebû Dücâne, "Yâ Resûlallah!.. Ben onu, hakkını yerine getirmek üzere alıyorum!" dedi ve Hz. Resûlul-lah'tan kılıcı teslim aldı. Ebû Dücâne, elinde Resûl-i Ekrem'in şartlı teslim ettiği kılıcı, başında ise kırmızı sarığı olduğu hâlde müşriklere doğru çalımlı çalımlı yürümeye başladı. Bunun üzerine Fahr-i Alem Efendimiz, ashabına şu ölçüyü ders verdi:
"Bu öyle bir yürüyüştür ki, Allah onu, şu yerin (harb hâlinin) dışında hiçbir zaman sevmez!'"34
Ebû Dücâne, şimşek sür'atinde düşman safları arasına girdi, kılıcını var kuvvetiyle hakkını vermek için sallamaya başladı. Önüne geleni bir iki darbede yere seriyor, durmadan ilerliyordu. Bir ara dağın eteğinde deflerle müşrikleri savaşa teşvik eden kadınların yanına kadar vardığını fark etti. Orada biri müşriklere hiddetli hiddetli bağırıyor, onları vuruşmaya teşvik ediyordu. Yanına yaklaştı, kılıcını kaldırıp vuracakken, hasmından bir çığlık koptu. Bu, Ebû Süfyan'ın karısı Hind'in çığlığı idi. Ebû Dücâne, ona kılıç sallamaktan geri durdu. Kendisini o sırada gören Hz. Zübeyr b. Avvam, sonradan, neden o kadına kılıç sallamadığını soracak, Ebû Dücâne ise şu cevabı verecektir:
"Resûlullah'ın kılıcına hürmetimden, o kadının kanına bulaştırmak istemedim!"135
Diğer taraftan, Hz. Hamza, elinde iki kılıç, "Ben, Allah'ın arslanıyım!" diye diye bir öne bir arkaya dönerek kılıcını sallıyor, müşriklerin üzerine cesaretle saldırıyordu.
Mücâhidlerin hepsi de düşmanla cesurca dövüşüyor ve kıyasıya mücadele veriyorlardı!
DÜŞMANIN BOZGUNA UĞRAMASI
Şirk ordusu, mücâhidlerin bu kahramanca dövüş ve çarpışması karşısında fazla dayanamadı. Kendilerini bir korku ve
dehşet sardı. Gerisin geri kaçışmaya başladılar. Müşrik kadınlar defler çalıyor, şarkılar söylüyor ve paniğe kapılıp kaçan askerleri geri çağırıyorlardı. Ancak, cesaretin kaynağı îmandan mahrum kalbe deflerin çalınması, şarkıların söylenmesi ve şiirlerin okunması bir fayda veremiyor, müşrik askerleri gerisin geri her şeylerini, canlarını kurtarmak uğrunda terk ederek kaçıyorlardı.
Harbin ilk safhası, işte böylesine mücâhidlerin üstün çarpışmaları ve Allah'ın yardımıyla Müslümanlar lehine neticelendi.
Uhud 'un İlk Şehidi
İslâm Ordusu henüz bozulmamıştı. Bu esnada bir müşrik tarafından Abdullah b. Amr b. Haram şehid edildi. Uhud'un ilk şehidi, bu mücâhid oldu.
Oğlu Hz. Cabir der ki:
"Babam Uhud Seferine çıkmak için hazırlandığı sırada, geceleyin beni yanına çağırdı ve, 'Yavrucuğum! Belli olmaz. Belki de yarın Uhud günü ilk şehid ben olurum! Kız kardeşlerine iyi davranmanı vasiyet ederim. Üzerimde borç var. Borcumu öde!' dedi. Gerçekten, dediği gibi, ilk şehid kendisi oldu."136

120 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 68; ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 39.
121 Âl-i İmrân, 122.
122ÂI-İ Imrân, 166-167.
123 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 164-165.
124 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 165.
125 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 502-503.
126 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 165.
127 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 69; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 39.
128 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 70.
129 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 70; ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 40.
130 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 40.
131 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 70-71; İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 40.
132 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 41. Taberî, Tarih, c. 3, s. 17.
134 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 71.
135 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 73; Taberî, Tarih, c. 3, s. 15.



Uhud Harbinin Seyrini Değiştiren Hadise
Düşman ikiye bölünüp sür'atle harb yerinden uzaklaşırken, mücâhidler de geride terk edilen ganimetleri toplamaya başlamışlardı. Ayneyn Tepesinde vazifeli okçular ise, Uhud Meydanındaki manzarayı seyrediyorlardı.
Bu arada, okçularda, yerlerinden ayrılıp mücâhidlere katılma isteği uyandı. Onlar, harb bitmiş, kendilerinin görevi ise sona ermiştir düşüncesini taşıyorlardı. Ayrılmak isteyen okçulara,kumanları Abdullah b. Ciibeyr, verilen emri hatırlattı: "Resûlullah'ın size söylediklerini, verdiği emri ve talimatı unuttunuz mu?" Fakat, bu hatırlatmaya rağmen, kumandanla-rıyla birlikte kalan birkaçı müstesna, diğerleri Ayneyn Tepesini terk ederek harb sahasındaki mücâhidlerin yanına vardılar. Onlarla birlikte ganîmet toplamaya başladılar.
Hâlid b. Velid'in Fırsatı Değerlendirmesi
Birçok okçunun yerini terk etmesiyle İslâm Ordusunun arka cephesi müdafaasız kaldı. Harb dahîsi ve Kureyş Ordusunun süvari kumandanı Hâlid b. Velid de, zâten böyle bir fırsat kolluyordu. Harbin en hararetli zamanında da bu geçitten girmek istemiş, ancak okçular tarafından püskürtülmüştü.
Hâlid b. Velid, emrindeki kuvvetlerle tepede kalan 10 kadar okçuyu şehid ettikten sonra, Müslüman saflarının arkasına daldı. Hücum, ânî ve beklenmedik bir anda olmuştu. Her şey birden değişiverdi. Mücâhidler, düşman bozguna uğrayıp gitti diye gayet rahat idiler. Hattâ bazıları silâhlarını bile bırakmıştı.
Bu durumu görünce, kaçan Kureyş kuvvetleri de geri döndü.
Bu durumda mücâhidler, iki ateş arasında kalmışlardı. Beklenmedik bir hücuma mâruz kaldıklarından şaşırmışlardı. İki taraftan sarılınca kuvvetlerini haliyle kaybetmişlerdi.
Beklenmedik bir anda beklenmedik bir hücum, beklenmedik bir netice doğuruyordu.
İSLÂM ORDUSUNUN DAĞILMASI!
Önden ve arkadan hücuma mâruz kalıp sıkıştırılan mücâhidler, bir anda kendilerini toparlayamadılar ve ister istemez dağılmak zorunda kaldılar. Peygamber Efendimizin çevresinde her şeye rağmen 10-15 kadar sahabî kalmıştı. Bu bir avuç mücâhid, canını dişine takarak, müşriklerden gelen oklara, mızrak ve kılıç darbelerine göğüs geriyor, vücutlarını siper ederek Kâinatın Efendisini korumaya çalışıyorlardı. Bu arada küfür ordusundan atılan taşlardan biri, Hz. Resûlullah'ın sağ alt çenesindeki mübarek dişlerinden birini şehid etti; bir diğer taş ise, alnını ve alt dudağını yardı. Abdullah İbn-i Kamia a-dındaki kâfirin kılıç darbesiyle de, elmacık kemiği yara aldı. Darbenin şiddetiyle miğfer parçalandı ve iki halkası mübarek yüzüne battı.137
Sevgili Peygamberimizin mübarek yüzüne miğferin iki halkasının battığını gören Ebû Ubeyde b. Cerrah, bir anda kendisini onun önüne atıverdi ve yanından bir an dahi olsun ayrılmayan Hz. Ebû Bekir'e, "Yâ Ebû Bekir! Allah aşkına olsun, Resûlullah'la aramızdan çekil. Bırak da mübarek yüzünden halkaları çıkarayım!" diyerek halkaların her birini dişleriyle çekip çıkardı. Bu arada kendisi de iki dişinden oldu.138
Öte taraftan, Mâlik b. Sinan (r.a.) ise, Fahr-i Âlem'in yüzünden akan kanları diliyle temizledi. Bu hareketi üzerine, Efendimizin, "Kanım kanına dokunan ve karışan kimseye Cehennem ateşi erişmez." müjdesine muhatab oldu.139
Bir müşrik tarafından, Müslümanların düşürülmesi için kazılmış bir çukur vardı. İslâm Ordusunun bozulmaya yüz tuttuğu o dehşetli anda harbin şiddetinden dolayı farkına varamaya-rak, Resûl-i Ekrem, kazılmış olan çukura yanı üzerine düştü. Çukurun etrafı derhâl mücâhidler tarafından sarıldı ve düşman askerlerinin yaklaşmasına müsaade edilmedi.
Çukurdan çıkmaya muvaffak olan Kâinatın Efendisinin yüzü gözü kanlar içinde kalmıştı. Elini, kanayan yüzüne sürdü. "Kendilerini Rablerine îmana davet ederken, Peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir kavim nasıl felah bulabilir?" dedi.
Bu, bir sitemdi, bir serzenişti. Cenâb-ı Hakk, Sevgili Resulünün bu sitemi üzerine şu mealdeki âyetleri indirdi:
"Ey Resulüm!.. Kulların işinden hiçbir şey sana âit değildir (senin elinde bir şey yoktur). "Allah, ya onlara (rahmetiyle) tevbe nasîb eder, yahut zalim oldukları için onları azaba çarpar.
"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır; O dilediğini bağışlar, dilediğini azaba uğratır. Allah, kulları hakkında çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.'"40
"ZÜLFİKÂR GİBİ KILIÇ, ALİ GİBİ YİĞİT BULUNMAZ!"
Çok az sayıda Müslümanın, müşriklere karşı direndiği sıradaydı.
Peygamber Efendimiz, bir grup müşrikin kendisine doğru gelmekte olduğunu fark etti. Yanından ayrılmayıp kahramanca çarpışan Hz. Ali'ye, "Hücum et onlara!.." diye emretti.
Allah'ın arslanı Hz. Ali, cesaretle müşrik birliğinin üzerine yürüdü; onları püskürtüp, içlerinden birini de yere serdi.
Bu esnada Cebrail (a.s.), "Yâ Resûlallah!.. Bu, sizin için yapılan iyilik ve civanmertliktir." diye seslendi.
Peygamber Efendimiz cevaben, "O, bendendir, ben de ondanım." buyurdu.
Tam o esnada bir ses işittiler: "Zûlfikâr gibi kılıç, Ali gibi yiğit bulunmaz!"141
SA'D B. EBÎ VAKKAS'IN MÜŞRİKLERE OK YAĞDIRMASI
Mücâhidlerin, Resûl-i Ekrem Efendimizin etrafından dağıldıkları esnada, Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas da bir köşeye çekilmiş, kararsız duruyordu. Kendi kendine, "İçimden ne şehidlik arzusunu, ne de kurtulma arzusunu atabiliyorum!" diyordu.
O sırada mücâhidin biri ona, "Yâ Sa'd!.. Resûlullah seni çağırıyor." dedi.
Hz. Sa'd, derhâl Hz. Resûlullah'm yanına vardı. Sonrasını Hz. Sa'd şöyle anlatır:
"Resûlullah, beni önüne oturttu. Ok atmaya başladım. Her atışta, 'Allah'ım! Bu, Senin okundur. Onunla düşmanını vur!' diyordum. Resûlullah da (s.a.v.), 'Allah'ım, Sa'd'm duasını kabul et! Allah'ım, Sa'd'ın atışını, okunu doğrult! Devam, devam Sa'd!.. Babam, annem sana feda olsun!' buyuruyordu. Her ok atışımda Resûlullah (s.a.v.) aynı duayı tekrarlıyordu.
"Ok çantam boşalınca, Resûlullah (s.a.v.), kendi çantasında bulunan okları da birer birer yayıma yarleştirip attırdı. Okları yaya yerleştirmekte, o, herkesten daha çabuk ve sür'atli idi."
Hz. Ali derki:
"Resûlullah (s.a.v.), anne ve babasını, Sa'd'dan başka hiç kimse hakkında birleştirerek 'feda olsun' dememiştir. Uhud günü, ona, 'At, ey Sa'd!.. Annem babam sana feda olsun! At, ey kısa boylu, kuvvetli delikanlı!..' buyurdu. Nebî'nin (s.a.v.) ondan başkasına böyle söylediğini bilmiyorum."142
HZ. TALHA B. UBEYDULLAH'IN KAHRAMANLIĞI
Harbin en nâzik ve dehşetli ânı idi. Müslümanlar, önden ve arkadan hücuma geçen müşrik kuvvetlerinden kendilerini kurtarmak için tepelere doğru çıkıyorlardı. Hz. Resûlullah'ın etrafında kala kala 15 kadar mücâhid kalmıştı. Bunlar, Peygamber Efendimizle birlikte sabır ve sebat göstererek müşriklere karşı kahramanca savaşıyorlardı. Bunlardan biri de Hz. Talha b. Ubeydullah idi.
Müşriklerin Resûlullah'ın dört tarafını sardıkları sırada, Hz. Talha sağa sola dönerek kılıcıyla onları uzaklaştırmaya çalışıyordu.
Bir ara, müşriklerin keskin nişancı okçularından Mâlik b. Züheyr, Efendimize nişan alıp bir ok attı. Hz. Talha, bu okun Kâinatın Efendisine isabet edeceğini anlayınca, buna mâni olmak için, elini oka hedef tuttu. Son sür'atle gelen ok, parmağını delip, elini çolak yaptı.143
Peygamber Efendimiz, "Yeryüzünde gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talha b. Ubeydullah'a baksın!" buyurdu.144
Hz. Resûlullah'ı korumak uğrunda müşriklerden gelen kılıç darbelerine ve oklara vücudunu siper eden Hz. Talha'nın baş ve gövde damarlarından biri kesildi. Gövdesi yaralar içinde kaldı. Fazla kan kaybından bayılıp yere düştü. O sırada Hz. Ebû Bekir, Peygamberimizin yanına geldi. Resûl-i Ekrem, ona, "Amcanın oğluyla ilgilen." dedi.
Hz. Ebû Bekir yüzüne su serpince, Hz. Talha kendine geldi. Yaralarının acısı sızısı umurunda değildi. Şahsını düşünmüyordu; uğrunda bunca fedakârlığa katlandığı zâtın durumunu merak ediyordu. Başucunda duran Hz. Ebû Bekir'e, "Resûlullah ne yapıyor?" diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, "İyidir. Beni sana o gönderdi." diye cevap verince, bu kahraman ve fedakâr sahabî, "Allah'a şükürler olsun! Resûlullah sağ olduktan sonra her musibet bizim için hiçtir!" diye konuştu.145
İ'lây-ı Kelimetullah uğrunda gösterdiği bunca kahramanlık ve fedakârlıktan dolayı, Hz. Resûlullah tarafından bu harbte "Talhatü'1-Hayr (Hayırlı Talha)" olarak adlandırılan Hz. Tal-ha'nın, Uhud'dan döndüğü zaman vücudunda tam 75 yarası vardı. Başı dört köşeli yarılmış, uyluk damarı baştan aşağı kesilmişti. Eli ise çolak olmuştu.146
HZ. HAMZA'NIN ŞEHÂDETİ
Müslümanların tepelere doğru dağıldıkları karışık hengâmede idi.
Hz. Hamza, var gücüyle müşriklere karşı direniyor ve, "Allah'ım! Müslümanların şu hâllerinden dolayı Sana sığınır, Senden af dilerim." diye dua ediyordu.
Müşrikler, onun yanına pek yaklaşamıyorlardı. Onu uzaktan vurup düşürmenin çâresini arıyorlardı.
Mekke'de, "Vahşî" adında bir köle vardı. Habeş usûlüne göre kargı atmakta oldukça maharetli ve becerekli idi. Tesbit ettiği hedefe isabet edemediği pek az olurdu.
Kureyş Ordusu Mekke'den ayrılmadan önce idi. Efendisi Cübeyr b. Mut'im, kölesi Vahşî'yi yanına çağırmış ve, "Orduya katıl. Eğer Muhammed'in amucası Hamza'yı, amucam Tuayma b. Adiy yerine öldürürsen hür ve âzadsın." demişti.'57
Bedir'de babası öldürülen Ebû Süfyan'ın karısı Hind de, bunun için Vahşî'ye birçok mükâfat va'detmişti.
Bu sebeple Vahşî, harb boyunca Hz. Hamza'yı gözetip duruyordu.Hz. Hamza'nın müşrikleri kasıp kavurduğu, kılıcıyla biçtiği bir sıradaydı. Vahşî, fırsat kollamak için bir kayanın arkasına gizlenmiş, bekliyordu.
Düşmanın üzerine doludizgin yürüyen Hz. Hamza'nın bir ara ayakları kaydı ve arkaüstü yere yıkıldı. Keskin bir nişancı olan Vahşî, mızrağını fırlattığı gibi bu kahraman sahabînin böğrüne sapladı ve onu şehid etti. Vahşî, bununla da yetinmedi; Ebû Süfyan'm karısı Hind'in gönlünü yapmak için, göğsünü yararak ciğerini alıp ona götürdü. Üzerindeki kıymetli eşyaları, başardığı bu büyük işten dolayı Vahşî'ye çıkarıp veren Hind, intikam hırsıyla, bu azîz şehidin ciğerini çiğnedi.158 Bununla da intikam hırsı dinmeyince, bizzat Hz. Hamza'nın başucuna vardı; burnunu, kulağını, kendine bilezik, pazuband ve halhal yapmak niyetiyle kesti.159
MUS'AB B. UMEYR'İN ŞEHİD DÜŞMESİ
Mücâhidlerin birçoğu oraya buraya dağılmıştı.
Her şeye rağmen Resûlullah'ın yanından ayrılmayan mücâ-hidler de vardı. Bunlardan biri de, İslâm Ordusunun sancaktarı Hz. Mus'ab b. Umeyr idi.
İbn-i Kamia denilen kâfir, bir ara atlı olduğu hâlde Resûl-i Ekrem Efendimize yaklaştı. "Gösteriniz bana Muhammed'i!.. O kurtulursa, ben kurtulmayayım." diyerek haykırıyordu.
Hz. Mus'ab, mücâhidlerden birkaç kişi ve Nesibe Hâtûn ile, İbn-i Kamia'ya karşı çıktı. Bu kâfir, Hz. Resûlullah'ı korumaya çalışan Hz. Nesibe'nin omuzuna bir kılıç darbesi indirdi. Nesibe Hâtûn da, cesurca ona birçok darbe indirdi. Fakat, bu müşrikin üzerinde iki kat zırh bulunduğundan darbeler pek tesir etmedi.
İbn-i Kamia, önüne çıkan Hz. Mus'ab'ın sağ elini bir kılıç darbesiyle kesti. Hz. Mus'ab, İslâm'ın izzet ve şerefini sembolize eden sancağı sol eline aldı. İbn-i Kamia, bir kılıç darbesiyle sol elini de kesti. Bu sefer Hz. Mus'ab, sancağı kollarıyla tutup göğsüne bastırdı. O anda tek gayesi, bu zındığın Re-sûlullah'a ulaşmasına mâni olmak ve İslâm sancağını yere düşmekten korumaktı. İbn-i Kamia, bu sefer mızrağıyla vücudunu deldi. Hz. Mus'ab, artık dayanamayıp yere yıkıldı. Böylece o da şehâdet şerbetini içenler arasına katıldı. Sancak da yere düştü.'60
Hz. Mus'ab şehid düşünce, Peygamber Efendimiz sancağı Hz. Ali'ye verdi. Hz. Ali çarpışmaya gidince de, sancağı sonuna kadar Ebürrum taşıdı.
"MUHAMMED ÖLDÜRÜLDÜ" YAYGARASI
Mus'ab b. Umeyr Hazretleri, zırhını giydiği zaman, Resûl-i Kibriya Efendimize pek benzerdi. İbn-i Kamia da, Hz. Mus'-ab'ı şehid etmekle, Peygamber Efendimizi öldürdüğünü zannetmişti. Derhâl müşriklerin yanına vararak, "Muhammed'i öldürdüm!" dedi.161
Bunu duyan müşrikler, sevinç çığlıkları attılar. Onlardan birisi de, dağ başına çıkarak, "Muhammed öldürüldü!" diye yaygarayı bastı.
Bu dehşetli yaygarayı duyan mücâhidlerin birden kolu kanadı kırılıverdi. İslâm Ordusunda umumî bir geri çekilme ve panik havası başladı. Her biri başka başka istikametlerden harb sahasını terk ediyordu. Bu dehşetli hengâmede, farkına varmadan, düşman askeri diye din kardeşlerine kılıç sallamaya kalkanlar bile oluyordu. Hattâ, bu karışıklık esnasında Huzayl b. Cabir, bir başka sahabî tarafından yanlışlıkla şehid edildi.
Mücâhidlerin Hz. Resûlullah 'ı Araması
Müşriklerin kopardığı yaygaraya inanmak istemeyen mücâ-hidler, Hz. Resûlullah'ı aramaya koyuldular. Bunlardan Hz. Ali, hem önüne gelen düşman askerine kılıç sallıyor, hem de etrafa göz gezdirerek Peygamberimizi arıyordu. Harb sahasında bulunan mücâhidlerin o anda en büyük ve tek arzusu, artık Resûl-i Kibriya Efendimizi bulmak olmuştu!
Bu esnada, yürekleri ferahlatıcı bir ses yükseldi: "Ey Müslüman!.. Müjde size: İşte Resûlullah!.."
Bu sesin sahibi, Ka'b b. Mâlik'ti. Resûl-i Ekrem Efendimizi Şi'b mevkiinde, miğferinin altında pırıl pırıl parlayan mübarek gözlerinden tanımıştı. Müslümanlara seslenirken, eliyle de Resûl-i Ekrem'in bulunduğu yeri gösteriyordu.162
Peygamber Efendimiz, düşman tarafından nerede olduğunun bilinmesini istemiyordu. Müslümanlara müjdeyi veren Ka'b'a, eliyle, "Sus, sus!"163 diye işaret verdi.
Artık Hz. Resûlullah'ın yeri tesbit edilmiş ve etrafa yayılan haberin bir şayiadan ibaret olduğu anlaşılmıştı. Mücâhidler, derhâl Resûl-i Ekrem'in bulunduğu yere doğru koştular ve kendisini emniyet çemberi içine aldılar. O anda mücâhidlerin bir tek gayesi vardı: Hz. Resûlullah'ın vücudunu muhafaza etmek. Bunu başardılar.
NESİBE HÂTUN'UN KAHRAMANLIĞI
Ümmü Umare Nesibe bint-i Ka'b...
Kocası ve iki oğluyla birlikte İslâm Ordusuna katılıp Uhud'a gelmiş; kocasıyla oğullan müşriklerle çarpışacak, kendisi de yaralanan Müslümanlara yardım edip su yetiştirecekti. Ancak, harbin ikinci safhasında Müslümanlar bozulmaya başlayıp Resûlullah'm etrafında çok az sayıda mücâhidin kaldığını gören Nesibe Hâtûn, derhâl Resûl-i Kibriya Efendimizin yanına vardı ve çarpışmaya koyuldu. Kılıçla, okla, Resûl-i Zîşan Efendimizi, müşriklerden korumaya çalıştı. Bu sırada yaralandı. Peygamber Efendimiz, sağına soluna baktıkça hep Nesibe Hâtun'un müşriklere karşı koyduğunu görüyordu. Şöyle buyurdu:
"Ey Ümmü Umare!.. Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye, herkes dayanamaz ve katlanamaz!"
Peygamber Efendimiz, Nesibe Hâtun'un omuzundan aldığı yarayı görünce, oğlu Abdullah'a, "Annenin yarasını sar, annenin!.." dedi.
Sonra da şöyle buyurdu:
"Ev halkınıza Allah mübarek kılsın: Senin annenin makamı, filânca ve filancaların makamından hayırlıdır! Babanın makamı da filân ve filânların makamından hayırlıdır! Senin makamın da filân ve filânların makamından hayırlıdır! Allah, sizin ev halkınıza rahmet etsin!"
O esnada îmanın verdiği cesaretle müşriklere karşı cesurca kılıç sallayan Nesibe Hâtûn da, "Yâ Resûlallah!.. Allah'a dua et de, Cennet'te sana komşu olalım!" dedi.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, "Allah'ım! Bunları Cennet'te bana komşu ve arkadaş et!" diye dua etti.
Bunun üzerine, Nesibe Hâtûn, sevinç içinde, "Bana artık dünyada ne musibet gelirse gelsin gam çekmem; bu bana yeter!"164 diyerek Allah ve Resûlullah'a karşı olan muhabbet ve bağlılığını ortaya koydu.
"O, CEHENNEMLİKTİR!"
Müslümanlar safında mertçe çarpışıp cesaretle düşmanın ü-zerine hücum eden biri vardı. Hattâ, Müslümanlar arasından müşriklere ilk ok yağdıran da o olmuştu.
Garibtir ki, Kuzman adındaki bu adamın ismi her ne zaman zikredilse, Efendimiz "O, Cehennemliktir." derdi. Sahabîler, bunun sırrını bir türlü çözemiyorlardı.
Kuzman, harbin en şiddetli ânında büyük kahramanlıklar gösterdi. Hattâ, İslâm Ordusu bozulup dağıldığı sırada kılıcının kınını kırdı ve, "Ölmek, kaçmaktan hayırlıdır! Ey Evs Hanedanı! Siz de benim gibi, şeref ve şan için çarpışınız." diye seslenerek müşriklerin arasına daldı. Yedisini sekizini öldürdükten sonra, kendisi de muharebe meydanında yaralanıp kan revan içinde kaldı.
Sahabîler hâlâ Efendimizin, "O, Cehennemliktir." sözünün mânâsını anlamış değillerdi: Bunca, kahramanlık ve cesareti Müslümanlar safında gösteren Kuzman, nasıl Cehennemlik olabilirdi?
Ancak, Hz. Resûlullah, Kuzman'ın gerçek yüzünü Cenâb-ı Hakk'ın bildirmesiyle biliyordu.
Ağır yaralarının sızısıyla kıvranan Kuzman'ı, sahabîler, "Tebrikler ey Kuzman!.. Cennet'i müjdeleriz sana!.." diyerek tebrik ettiler.
Kuzman ise, verdiği cevapla, gerçek mahiyetini ortaya koydu: "Ne diye beni tebrik ve tebşir ediyorsunuz? Benim maksadım şehâdete ermek değildir. Dinin muhafazası hususu dahi asla hatırımdan geçmemiştir. Ben, kavmimin gayreti için ve Kureyşliler, Medine hurmalıklarına zarar vermesin diye çarpıştım!"165 Yaralarının ağrısı şiddetlenip yaşayacağından ümidini kesince de, bir ok alıp kolunun damarını keserek intihar etti.166
Sahabîler, bundan sonra, Resûl-i Kibriya Efendimizin sözünün hakikatini anladılar. Kuzman'ın bunca kahramanlığı ve fedakârlığı, Allah yolunda, Allah için değil de, kavminin ve kabilesinin şan ve şerefi ile Medine'deki hurmalıklarını korumak uğrunda gösterdiğini öğrendiler.
"Kuzman'ın kendi kendisini öldürdüğü" haberini alan Resûl-i Kibriya Efendimiz, "Allahü Ekber! Allahü Ekber! Ben, Allah'ın Resulü olduğuma şüphesiz şehâdet ederim!" dedi. Sonra da, "Şüphe yok ki Allah, isterse, bu dini fâcir bir adamla da te'yid eder!"167 diye buyurdu.
Amellerin makbuliyet ölçüsü ihlâs ve samimiyettir; yâni, amelin Allah'ın rızası gözetilerek yapılmış olmasıdır.
İhlâsla söylenmeyen bir sözün, yapılmayan bir hareketin, gösterilmeyen bir kahramanlığın Allah katında hiçbir kıymeti ve değeri yoktur. İşte, bunun apaçık bir misâli Kuzman hadisesidir.
Resûl-i Ekrem 'in, Kavmine Duası
Çok az sayıda mücâhidin, yağmur gibi yağan müşrik oklarına karşı, kendisini korumaya çalışırken, Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek dudaklarından ise şu cümleler dökülüyordu:
"Allah'ım, kavmimi affet, onlara doğru yolu göster. Çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar."168

136 İbn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 87; Ibn-i Esir, Üsdû'l-Gabe, c. 3, s. 232.
137 İbn-i Hişam, A.g.e., c. s. 84; İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 410.
138 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 85; İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 410.
139 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 85.
140 Âl-i İmrân, 128-129.
141 Taberî, Tarih, c. 3, s. 17.
142 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 141; Buharî, Sahih, c. 3, s. 22-23, ibn-i Esir, Üsdû'l-Gabe, c. 2, s. 290.
143 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s 217.
144 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 85; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 644.
145Vakidî, Megazi, s. 199.
146 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 218.
157 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3. s. 76.
158 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 76.
159 Halebî, İnsanû'l-Uyûn, c. 2, s. 275.
160 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 42.
161 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 77.
162 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 46. 163 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 88.
164 ibrı-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 84-86; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 413-415.
165 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 171-172; Taberî, Tarih, c. 3. s. 26.
166 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 172; Taberî, A.g.e., c. 3, s. 26.



Hazin Netice
Müşrikler, daha fazlasını yapamayacakları kanaatine varınca, derlenip toparlanan nıücâh idler karşısında tekrar bir hezimetle karşı karşıya gelmemek için, en uygun yolun geri çekilmek olacağını hesapladılar ve mağrur bir eda ile geri çekildiler.
Netice, gerçekten hazin, ibretli ve düşündürücü idi.
Harbte, mücâhidlerden 70 şehid düşmüştü. Bunlar arasında Hz. Hamza, Hz. Mus'ab b. Umeyr gibi çok güzide sahabîler de bulunuyordu. Ebû Dücâne, Nesibe Hâtûn gibiler, Resûli Kibriya'yı muhafaza etmeye çalışırlarken vücudları delik deşik olmuştu.
Harbin ilk safhasında mücâhidlere gülen parlak muzafferiyet, Hz. Resûlullah'ın emir ve talimatına riâyet etmeyen okçulardan bir kısmının yerlerini terk etmeleriyle bir anda hazin ve acı bir mağlûbiyete inkılâb etmiş, Uhud, Müslümanların kanıyla boyanmıştı. Peygamber Efendimizin, "O bizi sever, biz de onu severiz." buyurduğu Uhud'u bir hüzün bulutu kaplamıştı.
Peygamberimizin Kayalığa Doğru Çıkması
Peygamber Efendimiz yaralıydı, yorgundu. Kendi başına yürüyecek kuvveti kalmamıştı. Sa'd b. Muaz ve Sa'd b. Ubade'ye dayanarak, Müslümanların sığındığı Şi'b'deki kayalığa doğru çıktı. Burada dinlenmek, yorgunluğunu gidermek istiyordu. Bir müddet yürüdükten sonra, bu takatten de mahrum kaldı. Üzerindeki iki zırh ise, oldukça ağırlık yapıyordu. Bu sırada Talha b. Ubeydullah yere çöktü. "Buyur yâ Resûlallah... Ben kuvvetliyim." diyerek Peygamber Efendimizi sırtına aldı ve kayalığa kadar taşıdı.
Resûli Ekrem, kanlar içinde kalan yüzünü gözünü burada suyla yıkadı ve başına su döktürdü.
Peygamberimizin, Übeyy b. Halefi Öldürmesi
Bedir Harbinden önceydi.
Resûli Kibriya Efendimiz harb sahasında dolaşırken, "Burası Ebû Cehil'in, burası Utbe'nin, burası Ümeyye'nin, buralar da filân ve filânın öldürülecekleri yerlerdir. Übeyy b. Halefi de, ben kendi elimle öldüreceğim!" buyurmuştu.
Peygamberimizin sığındığı Uhud mağarası
Bedir'de haber verdiği gibi, Ebû Cehil, Utbe ve Ümeyye b. Halef, mücâhidler tarafından gösterilen aynı yerlerde öldürülmüşlerdi. Geriye Übeyy b. Halef kalmıştı. Bu adam Kureyş'in ileri gelenlerinden biri idi. Peygamberimize her karşılaşmasında, "Ey Muhammedi.. Bir atım var. Her gün ona 16 ölçek darı yedirip besliyorum. Bir gün gelir, onun sırtında olduğum hâlde seni öldürürüm!" derdi.
Peygamber Efendimizin ise, bu azgın ve şaşkın adama cevabı sâdece şu oluyordu:
"Belki, inşallah, ben seni öldürürüm!"169
İşte, Übeyy b. Halef, Bedir'de mücâhidler tarafından canı Cehennem'e yollanan kardeşi Ümeyye'nin intikamını almak ve Peygamber Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak üzere yemin ederek Uhud'a çıkıp gelmişti.
Hz. Resûlullah'ın Şib'e doğru çıktığı sırada idi.
Übeyy'in gelmekte olduğu görüldü. Mekke'de günde 16 okka darıyla beslediği atının üzerindeydi. İntikam dolu bakışlarla Peygamberimize yaklaşıyordu. Bunu fark eden sahabîler, önüne çıkıp hesabını görmek istediler. Ancak, Hz. Resûlullah, "Bırakın, gelsin." diyerek, mücâhidlerin karşı çıkmasına mâni oldu. Resûli Ekrem'e oldukça yaklaşan bu azgın müşrikin ağzından, "Ey Muhammedi.. Sen kurtulursan, ben kurtulmayayım!" lâfları dökülüyordu.
Bu sözleri duyan Resûli Kibriya Efendimiz, bir anda celallendi. Elindeki mızrağıyla, heybet ve haşyet verici adımlarla hasmının üzerine yürüdü. Übeyy, bir anda şaşkına döndü. Hz. Resûlullah'ın heybet ve haşyet verici tavrı karşısında duramayıp geri kaçmaya başladı. Peygamber Efendimiz peşini bırakmıyor ve arkasından, "Nereye kaçıyorsun ey yalancı?.." diye sesleniyordu.Bu kaçışla Übeyy kendini kurtaramadı. Peygamber Efendimizin fırlattığı mızrak, miğferle zırhı arasındaki kısma saplandı ve Übeyy, sığır böğürmesi gibi böğürerek atından yere yuvarlandı.
Müşrikler, yaralı hâlde onu alıp götürdüler, Yarasından kan akmıyordu. Ağrısına sızısına zor dayanıyordu. Zaman zaman arkadaşlarına, "Vallahi, Muhammed beni öldürdü!" diyordu.
Arkadaşları bu sözünü ciddîye almıyorlar ve yarasının önemsiz olduğunu ifade ederek tesellî etmeye çalışıyorlardı. Ne var ki, Übeyy, kurtulamayacağını anlamıştı. Arkadaşlarına, "O bana (Mekke'de) 'Seni öldüreceğim.' demişti. Vallahi, o benim üzerime tükürse, yine beni öldürür!"170 dedi.
Übeyy b. Halef, bir gün bile yaşamadan "Susadım, susadım!" çığlıkları arasında ölüp gitti. Resûli Kibriya'nın, Allah'ın izniyle, istikbâlden haber verdiği bir mucizesi de böylece tahakkuk etmiş oldu.
Peygamberimizin Vücudunu Ortadan Kaldırmak İçin And İçenlerin Belâlarını Bulmaları
Müslümanlarnı bozulup dağılmaya yüz tuttukları bir sıradaydı.
Azılı müşriklerden Abdullah b. Şihabı Zührî, Utbe b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Kamia ve Übeyy b. Halef, bir araya gelerek, Peygamber Efendimizin hayatına son vermek için sözleşip and içmişlerdi.171
Resûli Kibriya Efendimiz, bu dört azılı müşrik hakkında, "Allah'ım, onların hiçbirisi senesine ulaşmasın!" diye dua etti. "Vallahi, Resûlullah'ı vuran veya yaralayanlardan hiçbirinin üzerinden yıl geçmedi."
Bunlardan biri olan İbni Şihab'ı, Mekke yolunda ak benekli, dişi bir yılan ısırıp öldürdü.
Übeyy b. Halefi, Peygamber Efendimiz bizzat kendi eliyle öldürdü.
Utbe b. Ebî Vakkas'ı, Hatıb b. Ebî Beltea öldürdü.
Resûli Kibriya Efendimizin yüzünü yaralayan İbni Kamia ise, Uhud'dan Mekke'ye döndükten sonra davarlarının yanına gitti. Dağın en yüksek tepesinde davarını buldu. Önünü kesip tutmak isteyince, bir koç üzerine yürüyerek onu boynuzlarıyla toslaya toslaya didik didik edip parçaladı.172
EBÛ SÜFYAN'IN SESLENİŞİ
Müşrik ordusu, harb sahasından yavaş yavaş çekiliyordu. Kumandan Ebû Süfyan, muharebe meydanında bir tur attıktan sonra, kayalıklara çıkmış bulunan mücâhidlerin yanına geldi ve, "Müslümanlar arasında Muhammed var mı?" diye seslendi. Bu sorusunu üç kere tekrarladığı hâlde Peygamber Efendimiz, "Cevap vermeyiniz." buyurdu. Bu sefer Ebû Süfyan, "Aranızda Ebû Bekir var mı?" diye sordu. Hz. Resûlullah yine cevap verilmesine müsaade etmedi. Kureyş reisi bu sefer, "Aranızda Ömer yok mu?" diye sordu. Peygamber Efendimiz yine cevap verilmesini istemedi. Bunun üzerine Ebû Süfyan adamlarına dönerek, "Herhalde bunların hepsi öldürülmüş. Sağ olsalardı elbette cevap verirlerdi." diye bağırdı.
Son konuşması karşısında Hz. Ömer dayanamadı ve ayağa kalkarak yüksek sesle, "Yalan söylüyorsun, ey Allah'ın düşmanı, vallahi yalan! Söylediklerinin hepsi sağdırlar ve işte buradadırlar." dedi.
Bundan sonra Ebû Süfyan ile Hz. Ömer arasında şu konuşma geçti:
Ebû Süfyan: "HübeFin sânı yüce olsun!"
Hz. Ömer (Peygamberimizin emriyle): "En büyük ve en yüce olan, Allah'tır!"
"Bizim Uzza'mız var, sizin yok!"
"Bizim Mevlâmız Allah'tır. Sizin Mevlânız yok!"
"Bir gün yenildik, bir gün yendik! Bir gün üzüldük, bir gün güldük! Hanzala'yı Hanzala'ya karşı, filânı filâna karşı öldürdük!"
"Biz sizinle bir değiliz. Bizim öldürülenlerimiz Cennet'te, sizinkiler ise Cehennem'dedir."
Bu sefer Ebû Süfyan tekrar asıl maksadına geldi ve Hz. Ömer'e, "Ey Ömer!.. Allah aşkına doğru söyle! Muhammed'i öldürdük mü?" diye sordu.
Hz. Ömer, "Hayır... Vallahi, onu öldürmediniz. O şimdi söylediklerinizi dinliyor!" diye cevap verdi.
Hz. Ömer'e itimadı olan Ebû Süfyan, Peygamberimizin hayatta olduğuna inanmıştı artık... Ayrılıp gidecekleri sırada ise şöyle bağırdı:
"Gelecek yıl, sizinle Bedir'de buluşup çarpışmaya söz veriyoruz!"
Hz. Ömer, Allah Resulüne baktı. Kanaatini beyan etmesini bekledi. Kendisinden, "Olur! İnşallah, orası bizimle sizin buluşma yerimiz olsun." emri gelince, Hz. Ömer,
"Olur!" diye cevap verdi.173
PEYGAMBERİMİZİN, ŞEHİDLER ARASINDA DOLAŞMASI
Uhud Dağı, Uhud şehiclleri ve Hz. Hamza'nın kabri
Düşman kuvvetler, harb meydanını terk edip Mekke'ye doğru hareket edince, Peygamber Efendimiz mücâhidlerle birlikte çıktığı kayalıktan indi. Cesetleriyle yerde yatan, fakat ruhlarıyla yüksek âlemlerde pervaz eden şehidler arasında dolaştı. Gönlü hüzünle doluydu. Kadere teslimiyetin verdiği inşirah olmasaydı manzara seyredilecek gibi değildi. En güzide sahabîlerini kaybetmişti. Kureyş müşrikleri şehidler hakkında vahşîce muamelelerde bulunmuşlardı. Çoğunu parça parça ederek tanınmaz hâle getirmişlerdi. Onların arasında durdu. İçler parçalayıcı manzarayı bir müddet hüzünle seyrettikten sonra, "Ben, Kıyamet Gününde, şu şehidlerin Allah yolunda canlarını feda ettiklerine şâhidlik edeceğim." buyurdu. Daha sonra ashabına dönerek, "Bunları, kanlarıyla sarıp gömünüz! Allah yolunda çarpışarak yara alanlar, Kıyamet Gününde Mahşer'e yaralan kanayarak geleceklerdir. Kanlarının rengi kan rengi, ama kokuları mis kokusu gibi olacaktır." diye ferman etti.174
Peygamberimiz, Hz. Hamza 'nıtı Cesedi Başında
şehidler arasında Efendimizin amcası kahraman sahabî Hz. Hamza da vardı. Kamı yarılmış, ciğeri çıkarılmış, burnu ve kulakları kesilmiş, cesedi parça parça edilmişti. Zor tanınıyordu. Onun mübarek cismini gören Resûli Kibriya Efendimiz, öylesine üzüldü, öylesine elem duydu ki, bir anda gözlerinden yaşlar boşandı. O âna kadar öylesine mahzun olduğu görülmemişti. "Seyyidü'şşüheda [şehidlerin Efendisi]" olan bu cesaret âbidesi şahabının cesedi başında durdu. Gözyaşları arasında ona şöyle seslendi:
"Ey Hamza!.. Hiçbir zaman, hiçbir kimse senin gibi böyle bir musibete uğramamış ve uğramayacaktır! Benim için bundan daha büyük bir musibet olamaz!
"Ey Resûlullah'ın amcası Hamza!.. Ey Allah'ın ve Resulünün arslanı Hamza!.. Ey hayırlar işleyen Hamza!.. Ey Resûlullah'a koruyucu olan Hamza!.. Allah, sana rahmet etsin! Eğer senden sonra yas tutmak gerekseydi, sevinmeyi bırakıp sana yas tutardım!"175
O esnada, Medine tarafından, tozu dumana kata kata birinin gelmekte olduğu görüldü. Yaklaşan, bir kadın idi. Hz. Hamza'nın anne baba bir kardeşi olan Hz. Safiyye idi bu... Kardeşinin durumunu öğrenmek istiyordu. Önüne gelene Hz. Hamza'nın nerede olduğunu, kendisine nelerin yapıldığını soruyordu.
Hz. Resûlullah, yaklaşmakta olduğunu görünce, oğlu Hz. Zübeyr b. Avvam'a, "Annene söyle: Geri dönsün, kardeşinin cesedini görmesin." diye emretti.
Hz. Zübeyr, annesini karşıladı. "Anneciğim!.. Resûlullah, 'Geri dönsün.' diye emretti!" dedi.
Hz. Safıyye, "Eğer ona yapılanı görmemek için döneceksem, ben zâten kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini öğrenmişim. O, bu musibete Allah yolunda uğramıştır. Biz, Allah yolunda bundan daha beterine de razıyız. Sevabını Allah'tan bekleyeceğiz. İnşallah sabredip katlanacağız."176 diye kahramanca cevap verdi.
Hz. Zübeyr, gelip durumu haber verince, Efendimiz, Hz. Safıyye'nin, kardeşi Hz. Hamza'yı görmesine müsaade buyurdu.
Hz. Safıyye, Şehidlerin Efendisi olan kardeşinin yanına vardı, başucunda oturdu, sessizce ağlamaya başladı. Yanında duran Resûli Ekrem Efendimiz de bu manzara karşısında gözyaşlarını tutamadı. Bu hazin ve ibretli manzaraya Hz. Fâtıma da gelip gözyaşlarıyla katılınca, ortalığı bir başka duygulu, içli ve acıklı hava kapladı. Allah'ın kaderine gönülden tereddütsüz teslim olmuş Hz. Safıyye, musibete karşı sabrın ifadesi olan "İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn." âyeti kerimesini okudu, azîz kardeşine de Allah'tan rahmet ve mağrifet dileğinde bulundu.177
O esnada Hz. Cebrail geldi; Peygamber Efendimize, Hz. Hamza'nın göklerde, "Allah'ın ve Resûlullah'ın Arslanı" diye yazılmış olduğunu haber verdi. Resûli Ekrem, bu müjdeyi Hz. Safıyye'ye iletti.178
Abdullah b. Cahş 'in Başına Gelenler
Muharebenin şiddetli gününde Abdullah b. Cahş ile Sa'd b. Ebî Vakkas Hazretleri, bir kenara çekilip Cenâbı Hakk'a dua etmişlerdi. Sa'd, "Yâ RabbiL Bir büyük düşmana rastgelip cenk ederek ona galib ve muzaffer olayım!" diye dua etmişti. Abdullah b. Cahş (r.a.) ise, onun duasına "Âmin." dedikten sonra, "Ben de bir büyük düşmanla karşılaşayım, onunla çarpışayım ve sonunda şehid olayım. Burnum ve kulaklarım kesilsin. Yarın Mahşer Gününde Cenâbı Hakk bana, 'Burnun ve kulakların nerede kesildi?' diye sorunca, 'Yâ Rabbi!.. Senin ve Resulünün yolunda kesildi.' diye cevap vereyim." şeklinde dua etmişti.
Şehidler arasında Abdullah b. Cahş da vardı ve aynen, dua ettiği gibi burnu ve kulakları kesilmişti. Bunu gören Sa'd b. Ebî Vakkas hayretini gizleyemedi.
Peygamberimiz, Mus 'ab b. Umeyr 'in Cesedi Başında
şehidler arasında İslâm Ordusunun sancaktan Hz. Mus'ab b. Umeyr de vardı. Resûli Ekrem Efendimiz, onun yanına vardı, "Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bazıları şehid oluncaya kadar çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehid olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler." mealindeki âyeti kerîmeyi okudu.179
Hz. Mus'ab'a kefen olacak bir şey bulamamışlardı. Üzerinde kaftanı vardı. Sahabîler, bu kaftanını baş tarafına örttüklerinde ayak tarafı açılıyor, ayak tarafına çektiklerinde ise baş tarafı açılıyordu. Resûli Kibriya Efendimiz, bu durumu görünce, "Baş tarafını kaftanı, ayaklarını ise ızhır otu (bir çeşit kokulu ot) ile örtünüz." diye emretti.Allah yolunda, Resûlullah ve İslâm uğrunda her fedakârlığı göstermek, her meşakkati göze almak ve sonunda şehid olmak, şehid olduktan sonra ise örtülecek kefenden bile mahrum kalıp ottan kefene sarılmak!.. İbret ve şeref dolu bir sahne!
Bütün bunlardan sonra Resûli Ekrem Efendimiz, şehidlerin namazlarını kıldı. O zaman, Uhud şehidlerinin namazlarının kılınmadığı, defnedildikten sekiz sene sonra kılındığı da rivayet edilmiştir.180
Daha sonra Peygamber Efendimiz, üzerlerindeki silâh ve zırhları çıkarıldıktan sonra şehidlerin kanları ve kanlı elbiseleri ile gömülmelerini emretti. Sahabîler, "Yâ Resûlallah, önce hangilerini defnedelim?" diye sordular. Resûli Ekrem, "En çok Kur'ân bileni önce defnediniz." buyurdu.181
HZ. ALİ'NİN KEŞFE GÖNDERİLMESİ
Resûli Ekrem, müşriklerin Medine üzerine yürüyüp, kadınlarla çocukları yok etmelerinden endişe duyuyordu. Bunun için düşmanın gerçekten Mekke'ye gidip gitmediğini öğrenmek istiyordu. Hz. Ali'yi huzuruna çağırdı ve, "Git, müşrikleri takib et! Gör bakalım, ne yapıyorlar, ne yapmak istiyorlar? Eğer onlar develerine biniyor, atlarını ise yedeklerine alıyorlarsa, Mekke'ye dönmek istiyorlar demekti; şayet, atlara biniyor, develeri sürüyorlarsa, niyetleri Medine'ye yürümektir." diyerek kendisini keşfe memur kıldı.
Müşrikleri takibe çıkan Hz. Ali, develere bindiklerini, atlarını ise yedekte götürdüklerini gördü. Gelip durumu Resûli Ekrem'e haber verdi.
PEYGAMBERİMİZİN HARB SONRASI DUASI
Şehid sahabîler defnedildikten sonra, Resûli Ekrem Efendimiz, mücâhidlerle birlikte Medine'ye dönmek üzere harekete geçti. Harre mevkiine geldiğinde, ordusunu durdurarak Rabbi Rahîmine şu içli niyazı yaptı:
"Allah'ım!.. Hamd ve sena ancak Sanadır.
"Allah'ım!.. Senin açıp yaydığını dürecek, Senin durduğunu de açıp yayacak, hiçbir kuvvet yoktur. Senin dalâlette bıraktığını hidâyete erdirecek yok, Senin hidâyete erdirdiğini de saptıracak yoktur. Senin vermediğini kimse veremez ve Senin verdiğini de kimse engelleyemez.
"Allah'ım!.. Rahmet ve bereketini, fazl ve keremini bize aç, yay üzerimize!..
"Allah'ım!.. Ben, yoksul olduğum günde senden nîmet, korkulu olan günde de emniyet dilerim!
"Allah'ım!.. îmanı sevdir bize!.. Kalblerimizi îmanla süsle! Küfür, isyan ve tuğyandan nefret ettir bizi!.. Din ve dünyamıza zararlı olan şeyleri bilenlerden, doğru yola erenlerden eyle bizi!..
"Allah'ım!.. Bizleri, Müslüman olarak yaşat, Müslüman olarak öldür! Bizi, sâlihler ve iyiler zümresine kat; ki onlar, ne şeref ve haysiyetlerini kaybedenler ve ne de dinlerinden dönenlerdir.
"Allah'ım!.. Senin Peygamberini yalanlayan, Senin yolundan yüz çeviren, Peygamberinle savaşan kâfirlerin cezalarını ver, onlara hak ve gerçek olan azabı indir!"182
Fahri Kâinat'in bu içli, hazin ve düşündürücü duasına mücâhidler de "âmin"lerle katılıyorlardı.
Cenâbı Hakk, Sevgili Resulünün bu duasını kabul buyuracak, İslâm dininin düşmanlarını kısa zamanda mahvü perişan edecektir!
MEDİNE'YE DÖNÜŞ VE KARŞILANIŞ
Ensâr kadınları Medine sokaklarına dökülmüşlerdi; gelen orduyu seyrediyorlar, Hz. Resûlullah'ın sağ salim gelip gelmediğini öğrenmek ve görmek istiyorlardı. İslâm Ordusu 7 Şevval Cumartesi günü akşamüzeri Medine'ye giriyordu. Kadınlar, şehid olan erkekleri için ağlıyorlardı. Bunu duyan Resûli Ekrem'in de gözlerinden yaşlar aktı.
Sadâkatin Böylesi
Atı üzerinde bulunan Peygamber Efendimize bir kadın yaklaştı. Bu kadın, Efendimizin atının dizginini elinde tutan Sa'd b. Muaz'ın annesi Ubeyd kızı Kebşe idi. Uhud'da oğlu Amr b. Muaz'ı şehid vermişti. İçi acıyla buruk buruktu. Resûli Ekrem'e iyice yaklaştı, onun nurânî sımasına başını kaldırıp baktı ve, "Babam anam sana feda olsun yâ Resûlallah!.. Seni sağ salim gördüm. Sen sağ salim olunca hangi felâkete uğrarsam uğrayayım bana hiç gelir!" diye konuştu.
Bu cümleler, gerçek îmanın ve Resûli Ekrem Efendimize sonsuz sadâkatin ifadesiydi. Şehid düşen oğlunu sormuyor, Hz. Resûlullah'ın sağ salim dönmesinden dolayı hadsiz sevinç duyuyordu.
Resûli Ekrem de, bu kahraman İslâm kadınına şehid olan oğlundan dolayı taziye diledi ve, "Ey Sa'd'ın annesi (Sa'd b. Muaz)!.. Sana ve onun ev halkına müjdeler olsun ki, onlardan şehid düşenlerin hepsi Cennet'te toplandılar ve birbirlerine arkadaş oldular. Onlar, ev halklarına da şefaat edeceklerdir." buyurdu; sonra da, Kebşe Hâtun'un arzusu üzerine, ev halkına şu duada bulundu:
"Allah'ım!.. Onların kalblerinde bulunan üzüntüleri yok et; geri kalanlarını da, geride kalmışların en hayırlısı kıl!"
Kalbi Nübüvvet iksiriyle temas hâlinde olan sahabînin, Allah ve Resulü için göze alamayacağı fedakârlık, zahmet ve meşakkat yoktu. Öz evlâdını da kaybetse, bu yolda yine sabırlı, yine mütehammil olurdu. Zîra, İslâm dâvasının ancak fedakârlıklar, feragat ve meşakkatlerle yücelebileceğini gayet iyi biliyordu. İslâm uğrunda, Resûlullah uğrunda gösterilecek fedakârlıkların, Allah katında en makbul fedakârlık olduğunun derin şuurunda idiler. Onun içindir ki Kâinatın Efendisi, onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
"Cenâbı Hakk, ashabımı—nebî ve resuller hâriç—bütün âlemin üzerine üstün ve seçkin kıldı!"183
Peygamberimiz Hânei Saadetinde
Uhud'dan dönen sahabîler, mağlûbiyetin kalblerinde meydana getirdiği acı ve buruk bir hava içinde evlerine dağılırken, Peygamber Efendimiz de Hânei Saadetine gitti. Kızı Hz. Fâtıma'ya kılıcı Zûlfıkâr'ı uzatarak, "Yavrucuğum, al bunun kınını yıka. Vallahi, o, bugün yapacağı vazifeyi bîhakkın yaptı!" buyurdu.184
Kâinatın Efendisi, ümitli idi. Tattığı bu acı mağlûbiyetten dolayı asla me'yus değildi. Hak ve hakikatin er geç şerre ve bâtıla galib geleceğini çok iyi biliyordu. Kızı Hz. Fâtıma'ya söylediği, "Allah, fethi bize nasîb edinceye kadar, müşrikler bizi bir daha böyle bir musibete uğratamayacaklardır."185 ümit dolu sözleri bu gerçeği aksettiriyordu.
Medine'ye gelen Peygamberimiz, hâlâ müşrik tehlikesinden emin değildi. Yarı yoldan dönüp şehre ânî baskın yapma tehlikeşi her an muhtemeldi. Bu sebeple bütün gece Müslümanlar, Hânei Saadet'in kapısında nöbet tuttular.
Peygamberimizin Bir Yetimi Evlâd Edinmesi!
Uhud mağlûbiyeti neticesinde birçok Müslüman kadın dul kalmış, birçok anne ciğerparelerini kaybetmiş ve birçok çocuk da yetîm kalmıştı. Hepsi de, acılarını dindirmek, üzüntülerini giderip ruhlarını teselliye kavuşturmak için Peygamber Efendimize koşuyorlardı. O da, onların dertlerine derman olmaya çalışıyordu.
Büceyr isminde melek yüzlü bir çocuk da, yarasının sarılması için Efendimize koşanlar arasındaydı. Uhud'da babası Akrabe şehid olmuştu. Hz. Resûlullah'ın huzuruna babasız kalmanın verdiği ızdıraptan ağlayarak girmiş, onun şefkat ve merhamet duygularını coşturmuştu.
Resûli Ekrem, Büceyr'in derdine derman oldu. "Ey sevimli çocuk!.. Ne diye ağlayıp duruyorsun? Sus, ağlama! Baban ben, annen de Âişe olursa razı olmaz mısın?" dedi.
Bu teklif karşısında henüz şefkate muhtaç yaşta bulunan Büceyr'in gözlerinin içi güldü. Üzüntüsünü, kederini unuttu ve babasız kalmanın verdiği eziklik duygusundan kurtularak, "Babam anam sana feda olsun yâ Resûlallah!.. Razı olurum elbet!.."186 diyerek sevincini izhar etti.
Resûli Ekrem, şefkatli elleriyle sevimli çocuğun başını okşadı ve, "Adın ne?" diye sordu.
Çocuk, "Büceyr..." dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Hayır!.. Sen, Beşir'sin!" buyurarak ismini değiştirdi.
Peygamberimizin kendisine verdiği yeni ismiyle Beşir, sonradan şöyle diyecektir:
"Başımda Resûlullah'ın elinin değdiği yerlerdeki saçlarım siyah kaldı, diğer taraftaki saçlarım ağardı. Dilimde pelteklik vardı; peltekliğim de o andan itibaren geçti gitti!"187

167 Taberî, A.g.e., c. 3, s. 26.
168 İbni Seyyid, Uyûnû'lEser, c. 2, s. 24.
169 ibni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 89.
170 Sa'd b. Ebî Vakkas der ki:
170 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 89.
171 İbni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 125.
172 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 89; Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 324; İbni Seyyid, A.g.e., c. 2, s. 13.
173 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 99100; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 48; Taberî, Tarih, c. 3, s. 24.
174 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 103104; İbni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 1314.
175 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 101102; ibni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 1314; Halebî. İnsanû'lUvûn. c. 2. s. 360.
176 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 103.
177 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 101102.
178 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 103104; İbni Sa'd, A.g.e., c. 3, s.1314.
179 Ahzab, 23.
180 Buharî, Sahih, c. 2, s. 26.
181 Ebû Davud, Sünen, c. 2, s. 174; Nesaî, Sünen, c. 4, s. 83.
182 Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 424.
183 Kaadı İyaz, Şifa, c. 2, s. 119.
184 İbn-i Hişam, Sîre, c. 3, s. 106.
185 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 106.
186 Ibni Abdi'lBerr, elistiab, c. 1, s. 176.
187 İbni Hacer, elİsabe, c. 1, s. 154.



Hamraül Esed Seferi
Uhud'dan Medine'ye dönen Peygamber Efendimizin gönlü bir türlü rahat değildi. Kureyş müşriklerinin geri dönüp Medine'ye saldırmaları ihtimalini göz önünde bulunduruyordu.
Ayrıca, Uhud mağlûbiyetinin Müslümanlar aleyhinde gerek içte ve gerekse dışta meydana getirdiği bir menfî hava vardı. Bu havanın da bir an evvel bertaraf edilmesi gerekiyordu. Müslümanların eski güç ve cesaretlerini korudukları, etrafa gösterilmeliydi.
Peygamber Efendimiz, Uhud'dan Medine'ye Cumartesi günü dönmüş idi. Pazar günü sabah namazını kıldırdıktan sonra Hz. Bilâl'i huzuruna çağırdı ve, "Resûlullah, düşmanınızı takib etmenizi size emrediyor! Dün, Uhud'da bizimle birlikte çarpışmada bulunmayanlar gelmeyeceklerdir. Sâdece, Uhud'a katılanlar geleceklerdir!" diye seslenmesini kendisine emretti.ıss
Sahabîlerin çoğu Uhud'dan yaralı dönmüşlerdi. Buna rağmen Resûlullah'in İ'lâyı Kelimetullah uğrunda çarpışmak için yaptığı davete icabet etmede asla tereddüt göstermediler.
Yaralı İki Kardeşte Cihad Aşkı
Abdû'lEşhel Oğullarından iki kardeş olan Abdullah ile Rafı b. Sehl, ağır yaralı idiler. Nebîyyi Ekrem Efendimizin bu davetini duyunca bir anda yaralarının ağrı sızısını sanki unutuverdiler ve "Ne yapıp da bu davete katılabiliriz?" diye düşünmeye başladılar. "Binecek bir bineğimiz bile yok! Yoksa Resûlullah'la gazaya çıkma fırsatını kaçıracak mıyız?" diyorlardı.
Abdullah, Rafi'e, "Haydi, gidelim" deyince, Rafi, "Vallahi, benim yürümeğe takatim yok!" diye cevap verdi.
Abdullah diretti:
"Haydi, gel! Olmazsa, bir hayvan kiralarız!"
Sonunda yola çıktılar. Rafi takatten kesilince, Abdullah onu sırtlıyordu. Böylece mücâhidlere katıldılar.189
Ağır yaralılardan biri de, Üseyyid b. Hudayr adındaki sahabîydi. Yedi ağır yarası vardı. Onların tedavisiyle meşgul olmak istiyordu. Fakat, Resûli Ekrem'in emrini duyunca, yaralarının tedavisini bir tarafa bırakarak mücâhidlere katıldı.
Medine 'den Ayrılış
Resûli Ekrem Efendimiz de bizzat yaralı idi. Yüzünde iki halka yarası vardı; alnı yarılmıştı; azı dişi kırılmış, dudağı yarılmıştı; sağ omuzu yaralanmıştı. Bu haliyle sefere çıkıyordu. Mescide girip iki rekât namaz kıldı. Sonra da zırhlı gömleğini giydi ve miğferini başına geçirdi. Gözlerinden başka yeri görünmüyordu. Bu haliyle ordusunun başına geçti. Sancağı Hz. Ali'ye verdi, yerine de Abdullah b. Ümmî Mektum'u vekil bırakarak Medine'den ayrıldı.
Keşif Kolu
Peygamber Efendimiz önden üç kişilik bir keşif kolu gönderdi. Biri yorulup yolda kaldı. Kureyşliler, diğer iki gözcüyü fark ettiler ve fırsat kollayarak onları yakalayıp şehid ettiler.
Resûli Ekrem, Hamraû'1Esed mevkiine vardı, karargâhını orada kurdu, şehid edilen gözcülerden ikisini de orada bir kabre defnetti. Sonra geceleyin yakmak üzere mücâhidlere odun toplamalarını emir buyurdu. Gece olunca bütün ateşler yakıldı. Yakılan 500'e yakın ateş, etrafa bir korku ve dehşet saldı. Müşrik ordusu ortalıkta görünmüyordu. Sâdece uyuyup kalan biri yakalandı. Bu adam, Bedir'de Müslümanların eline düşen, fakat bundan sonra Peygamberimize ve Müslümanlara şiirleriyle eziyet ve hakaret etmeyeceğine dair söz verince fıdyesiz salıverilen Şâir Ebû Azze idi. Verdiği sözünde durmamış ve tekrar Uhud'a gelerek müşrikleri şiirleriyle Müslümanların aleyhinde tahrik edip durmuştu.
Ebû Azme, yine, Peygamber Efendimizden, serbest bırakılması için dilekte bulundu. Ancak bu sefer aldığı cevap sert ve kesin oldu: "Mü'min, bir yılanın deliğinden iki kere sokulmaz. Vallahi, bundan sonra seni serbest bırakarak Mekke'de ellerini yanaklarına sürüp 'İki kere Muhammed'i aldattım, onunla gönül eğlendirdim!' dedirtmem!" Emir üzerine, boynu vuruldu.100
Huzaalı Mabed'in Peygamberimizle Konuşması
Resûli Ekrem Efendimiz henüz Hamraû'1Esed mevkiinden ayrılmış değildi. Bu sırada Tihame bölgesinde oturan Huzaalılardan Mabed b. Ebî Mabed huzuruna geldi. Huzaalıların Müslümanları kadar müşrik olanları da Peygamber Efendimize son derece bağlı idiler; olup bitenlerden hiçbir şeyi ondan gizlemezlerdi.
Mabed, henüz Müslümanlığı kabul etmemişti, ama Resûli Ekrem Efendimize sâdık biri idi
"Yâ Muhammed!.. Uhud musibeti bizim de gücümüze gitti. Allah'ın onlara karşı sana sıhhat ve afiyet vermesini dileriz!" diyerek Peygamber Efendimize bir nevi teselli vermeye çalıştı. Mabed, Peygamber Efendimizle bu konuşmasından sonra yoluna devam etti. Revha denilen mevkide müşriklerin toplantı hâlinde olduklarını gördü. Onlar, Müslümanların üzerine yürümek maksadıyla bu toplantıyı tertiplemişlerdi. Şöyle diyorlardı:
"Muhammed'in sahabîlerini, en şerefli ve en cesur adamlarını öldürdük, fakat onların köklerini tamamıyla kazımadık. Bu durumda Mekke'ye nasıl gideceğiz? Onlardan geri kalanlarının da üzerine yürüyüp işlerini bitirmeliyiz!"
Görüldüğü gibi, gelişmeler, Peygamber Efendimizin kanaatini doğruluyordu. Müşrikler dönüp Medine üzerine yürümeyi düşünüyorlardı.
Mabed"le Ebû Süfyan Arasında Geçen Konuşma
Kureyş'in reisi Ebû Süfyan, Mabed'le karşılaşınca, "Ey Mabed!.. Geldiğin yerden ne haber?" diye sordu.
Mabed, "Muhammed ve sahabîleri, şimdiye kadar bir benzeri daha görülmemiş sayıda askerle takibinize çıktılar!" diye cevap verdi.
Ebû Süfyan hayretle, "Eyvah!.. Neler söylüyorsun sen?.." dedi.
Mabed gayet sakin bir eda ile, "Vallahi, sen buradan ayrılmadan, atların alınlarını görürsün." diye konuştu.
Ebû Süfyan, hiddetli hiddetli, "Vallahi, biz de onlara saldırmak için bir araya gelmişiz. Geri kalanlarının da köklerini kazıyacağız!" dedi.
Mabed, Ebû Süfyan'ın hiddetine aldırmadan, "Ben," dedi, "sana, böyle tehlikeli bir işe girişmemeni tavsiye ederim! Vallahi, ben o kalabalığı görünce, haklarında bazı beyitler söylemekten kendimi alamadım."
Ebû Süfyan'ın hiddeti meraka döndü. "Neler söyledin bakayım!" dedi.
Mabed şiirine başladı:
"Çokluklarından ve dehşetli gürültülerinden, az kalsın hayvanım korkusundan yere düşecekti!
"Sanki, yeryüzünde insan ve at seli akıyordu. Yanlarında mızrak ve kalkanları bulunmayan, silâhsız, bodur ve şanlı arslanlar koşuşuyorlardı sanki!..
"Ağırlıklarından yeryüzü çökecek sandım! "Acele yanlarından uzaklaştım.
"Onlar, yalnız olmayan ve yardımsız kalmayan reisleriyle yükselmişler!
"Onlar, sizinle karşılaşınca, Betha Vadisi, sakinleriyle beraber sallanacak!
"'Yazık oldu!' dedim, 'Ebû Süfyan b. Harb'a!..'
"Ben, güneşin altında kavrulan Mekkeliler ve onlardan her düşünen kimse için, neticenin dehşetli olacağını haber veren îkazcıyım!
"Anlatmaya çalıştığını ordu Ahmed'in ordusudur ki, o ordu bayağı insanlardan teşekkül etmemiştir!
"Tavsiflerim ve ikazlarım da boş lâflardan ibaret değildir."191
Mabed'in şiirini beğenip öven Ebû Süfyan'la arkadaşlarının kalblerine korku düştü. Müslümanlar üzerine yürüme kararından vazgeçip Mekke'nin yolunu tuttular.
Müslümanlar lehine büyük bir hizmet îfa etmiş olan Mabed ise, kabilesinden biriyle durumu Peygamber Efendimize bildirdi.
Resûli Ekrem Efendimiz, Hamraû'lEsed'de üç gece kaldı; düşmandan herhangi bir hareket görmeyince Medine'ye döndü.
Bu sefer, mevkiin adına nisbetle Hamraû'lEsed Seferi olarak da anılır.
Bu sefer münâsebetiyle inen âyeti kerîmelerin birkaçında meâlen şöyle buyuruldu:
"Yaralandıktan sonra yine Allah'ın ve Resulünün dâvetine icabet edenler ve hele onlardan iyilik edip fenalıktan sakınanlar için çok büyük mükâfat vardır.
"Onlar öyle kimselerdir ki, halk, kendilerine 'Düşmanlarınız, size karşı ordu hazırladılar; o hâlde onlardan korkun.' dedi de, bu söz onların îmanlarını artırdı ve üstelik 'Allah bize kâfidir ve O ne güzel vekildir!' dediler."192

188 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 49.
189 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 107.
190 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 110-111; ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 43.
191ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s 108-109.
192 Âli İmrân, 172173.


Uhud Mağlubiyetinin Bazı Hikmetleri
Uhud Muharebesinde Müslümanların mağlûb duruma düşmeleri, bir kısmının yaralanması, diğer bir kısmının şehid olmasının birtakım hikmetleri vardı:
Allah ve Resulünün emirlerine en ufak bir muhalefetin Müslümanları büyük bir felâketle karşı karşıya getirebileceği, bu musibetle gayet açık bir surette anlaşılmıştır. Zîra, Peygamber Efendimiz, Ayneyn Tepesine yerleştirdiği okçulara, yerlerinden ayrılmamaları için şiddetli emir verip tembihlediği hâlde, onlar, "Müslümanlar galib geldiler." düşüncesiyle yerlerini terk ederek bu emre muhalefet ettiler. Yerlerini terk etmeleri neticesinde ise, Müslümanların elde ettikleri parlak muzafferiyet bir anda acı bir mağlûbiyete döndü.
Peygamberlerin de dünya mihnet ve meşakkatinden uzak kalmayacakları dersi verilmiştir. Zîra, onlar, insanlara her hususta rehber gönderilmişlerdir. Peygamber Efendimiz de, bütün insanlığa mutlak rehber ve imam olarak gönderilmiştir; tâki, insanlar, gerek şahsî ve gerekse içtimaî hayatlarını alâkadar eden düsturları ondan öğrensin. Eğer İlâhî yardıma mazhar olup, her hâlinde harikuladelere ve mucizelere istinad etseydi,o vakit Mutlak İmam ve İnsanlığın En Büyük Rehberi olamazdı. Bu hikmete binâendir ki Peygamber Efendimiz, yalnız dâvasını tasdik ettirmek için ara sıra ihtiyaç duyulduğunda, münkirlerin inkârlarını kırmak için mucize göstermiştir; şâir zamanlarda o da diğer insanlar gibi Cenâbı Hakk'ın kâinata koyduğu Adetullah kanunları çerçevesinde hareket ederdi.Düşmana karşı zırh giyerdi, "Sipere giriniz." emrederdi.
Uhud'da olduğu gibi de yara alır, zahmet çekerdi. Ayrıca, şayet Peygamber Efendimiz, her zaman İlâhî yardıma mazhar olup mucizeler göstermiş olsaydı, o zaman aklı bir nevi îmana icbar etmiş duruma girerdi. Bu ise, dünyadaki imtihanın sırrına aykırı olurdu. O zaman, ister istemez Ebû Cehil de, Ebû Leheb de îman edip Hz. Ebû Bekiri Sıddık safına geçecekti. Gerçek Müslümanlarla münafıkların birbirlerinden ayırt edilmesi bu durumda mümkün olmazdı.
Bilhassa, muharebeler esnasında, İlâhî yardımların zaman zaman gecikmesi neticesinde, kalben îman etmemiş münafıklar, sözleri ve davranışları ile kendilerini açığa vuruyorlardı. Böylece, onları tanıyabilme imkânı da doğmuş oluyordu.
3) Müşrikler içinde, o zamanda, sahabîler safında bulunan büyük sahabîlere istikbâlde mukabil gelecek Hz. Hâlid b. Velid, Amr b. As gibi birçok zât vardı. Denilebilir ki, Hikmeti İlâhîyye, istikbâlde sahabîler safında yer alıp büyük hizmetler görecek olan bu zâtların şanlı ve şerefli olan istikbâlleri noktai nazarında bütün bütün izzetlerini kırmamak için, istikbâlde elde edecekleri hasenatlarına bir peşin mükâfat olsun diye, bu galibiyeti onlara vermiş. "Demek, mazideki sahabîler, müstakbeldeki sahabîlere karşı mağlûb olmuşlar; tâ o müstakbel sahabîler, berki süyûf [kılıç] korkusuyla değil, belki barikai hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehameti fıtriyeleri çok zillet çekmesin!"193
Bediüzzaman Said Nursî, Lem'alar, s. 26.



Hicretin 4. Yılı

Reci Vakası ve Bir'i Mauna Faciası
RECİ VAK'ASI
(Hicret 'in 4. senesi Sefer ayı)
Uhud Harbinden sonra, Müslümanların harbteki mağlûbiyetleriyle zaafa uğradıkları zannına kapılan etraftaki bazı Arap kabilelerinde, İslâm'ın merkezi Medine'ye karşı bazı kıpırdanma ve hareketlenmeler görüldü. Harekete hazırlananlardan biri de, Huzeyl Kabilesinden Hâlid b. Süfyan idi. Medine üzerine yürümek için hazırlıklarını tamamlamıştı ki, Peygamber Efendimiz durumu haber almıştı. Ashabı Suffa'dan Abdullah b. Üneys'i, haberin doğruluğunu tahkik için göndermişti. Yayılan haberin doğru olduğunu, bizzat hareketi plânlayan Hâlid b. Süfyan'dan öğrenen Abdullah b. Üneys, bir fırsatını kollayıp, kılıcıyla onu öldürmüştü.194
Bu hâdise, civar kabilelerin bir müddet sessiz sedasız durmalarını sağlamıştı, ama Müslümanlara karşı intikam ve taarruz hırslarını da bilemiş oluyordu.
Sinsi düşman, açıktan açığa Müslümanlara karşı çıkamayacağını anlayınca, bu intikam duygusunu tatmin için başka yollar aradı. Masum kılığına girerek Adal ve Kare Kabilesine mensup altı kişilik bir heyet, Medine'ye çıkageldi. Müslüman olduklarını söyleyerek Peygamber Efendimizin huzuruna çıktılar.
"Yâ Resûlallah!.. Kabilemiz arasında İslâmiyet yayılmış durumda. Sahabîlerinden birkaçını, İslâm hükümlerini tebliğ etmek, Kur'ân okuyup öğretmek üzere bizimle beraber gönder!"195 diye ricada bulundular.
Resûli Ekrem, İslâm'a hizmet teşkil edecek bu masum ve mâkul görünen talebi cevapsız bırakmadı; Mersed b. Ebî Mersed başkanlığında 10 sahabîyi gelenlerle birlikte gönderdi. İrşad vazifesiyle yola çıkan 10 sahabîden, isimleri bilinen yedisi şunlardı:
Mersed b. Ebî Mersed, Hâlid b. Ebî Bukeyr, Abdullah b. Târik, Âsim b. Sabit, Hubeyb b. Adiyy, Zeyd b. Desinne ve Muattib b. Ubeyd.196
İrşad heyeti, Huzeylilere âit Reci adındaki su başına geldiklerinde, âdi ve alçakça bir hıyanetle karşı karşıya bulunduklarını anladılar. Bir anda Benî Lihyan'dan 100 kadar okçunun hücumuna mâruz kaldılar. "Biz Müslüman olduk, bize irşad heyeti gönder." diye yalvaran bu adamlar, şimdi Müslüman mürşidleri Lihyanlann okçularına teslim ediyorlardı.
Müslümanlar, kılıçlarını sıyırarak bir dağa iltica ettiler. Kendilerini kılıçlarıyla müdafaa etmeye kalktılarsa da, kısa zamanda mukavemetleri kırıldı. Hainler, Müslümanların sığındıkları dağın etrafını sardılar:
"Eğer yanımıza inip teslim olursanız sizi öldürmeyiz!" diye seslendiler. Müslüman muallimler, müşriklerin bu sözlerine güvenmeyip teslim olmayı reddettiler. İçlerinden Asım b. Sabit, "Ben, müşriklerin himayesini ömrüm boyunca kabul etmemek üzere yeminliyim! Vallahi, ben bu kâfirlere asla teslim olmam!" dedi; sonra da, "Allah'ım, Resulünü durumumuzdan haberdar et!" diye dua etti. Bir taraftan da müşriklere ok yağdırıyordu. Ok atarken de, "Ben ne diye çarpışmayayım ki?.. Gücüm kuvvetim serinde, oklarım yanımda, yayımın kirişi kalın, enli temrünler sebebiyle kayıp gitmekte."Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir. "Takdir edilen elbette başa gelecektir! "İnsanlar er geç Allah'a dönecektir!
"Eğer ben sizinle çarpışmazsam annem evlâdsız kalsın." diyordu.197
Bu kahraman sahabî, oku bitince, mızrağını kullanmaya başladı. O da kırılınca kılıcına sarıldı. Böylece birçok müşriki yere serdikten sonra son duası ise şu oldu:
"Allah'ım!.. Ben, Senin dinini korumaya çalıştım; Sen de cesedimi müşriklerden koru!"
Diğer sahabîler de kahramanca çarpıştılar. Ancak, 100 kişiye karşı 10 kişi ne yapabilirdi ki?.. Sonunda, aralarında Âsim b. Sâbit'in de (r.a.) bulunduğu yedi sahabî, müşrik oklarıyla şehid oldular. Geri kalan üç sahabî ise, müşriklerden kendilerini öldürmeyeceklerine dair kesin söz alınca teslim oldular. Müşrikler üçünü de yaylarının kirişiyle sıkıca bağladılar. Sonra Mekke'nin yolunu tuttular. Maksatları, onları götürüp Müslümanlara karşı kalbleri kin ve nefretle dolu Kureyş müşriklerine satmaktı!
Yolda, Abdullah b. Târik, bir fırsatını kollayıp kaçtı. Ancak bu kaçış hayata değil, şehâdete idi. Müşriklerin attıkları taşlarla o da şehid oldu. Geriye iki kişi kaldı: Zeyd b. Desinne ve Hubeyb b. Adiyy... Bunları da götürüp Mekke'de sattılar.
Âsim b. Sabit, Uhud Muharebesinde, Sülâfe adındaki azılı bir müşrik kadının iki oğlunu öldürmüştü. Bu şerir kadın, Hz. Âsım'ın başını eline geçirdiği takdirde, onunla şarap içeceğine dair yemin etmişti. Lihyan Oğulları bunu biliyorlardı. Bu sebeple hunharca şehid ettikleri Hz. Âsim b. Sâbit'in başını alıp Mekke'deki bu kadına götürmek istiyorlardı. Ancak Allah, kendilerine bu fırsatı vermedi. Âsim b. Sâbit'in (r.a.) şehid olmadan az önce, "Allah'ım!.. Müslüman olduğum günden beri Senin yüce dinini müdafaa ve himaye etmek için nefsimi feda ettim. Bugün, son günümdür. Sen de benim cesedimi (müşriklerin dokunmasından) muhafaza eyle!"198 diye ettiği duasını Cenâbı Hakk kabul etti. Müşrikler cesedinin başına yaklaşmak istedikleri sırada, cesedin başında birden bir arı sürüsü peyda oldu ve onları cesede yaklaştırmadı. Bunun üzerine cesedi sabahleyin gelip almak üzere ayrıldılar. Ancak, sabah geldiklerinde ceset ortada yoktu. Şaşırdılar. Çünkü Cenâbı Hakk, gece bir yağmur yağdırmış ve bu büyük sahabînin cesedini necis müşriklerin ellerinin dokunmasına fırsat vermeden sellere sürükletip götürmüştü!
HZ. HUBEYB İLE HZ. ZEYD'İN ŞEHÂDETLERİ
Lihyan Oğulları tarafından Mekke'ye götürülen Hz. Hubeyb b. Adiyy ile Zeyd b. Desinne, Bedir'de çok yakınları öldürülenler tarafından satın alınmış ve hapsedilmişlerdi. Kureyş'in kararı, bu iki sahabîyi şehid etmekti. Bir müddet hapiste işkence ve eziyetlere mâruz bıraktıktan sonra, bir gün alıp ikisini birlikte Ten'im mevkiine götürdüler. İki kahraman sahabî son olarak kucaklaşıp birbirlerine sabır tavsiyesinde bulundular.
Ten'im denilen yer, sanki bayram yeriymiş gibi, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkekle dolmuştu: Bu iki masum sahabînin mâruz kalacakları gaddar hareketi seyre gelmişlerdi. Hürriyeti ve insanlığı ayaklar altına alan canileri alkışlamaya koşmuşlardı. Yarım kalan Uhud muvaffakiyetleri ile Bedir mağlûbiyetinin acısını çıkaramadıklarını biliyor ve o acıyı, hıncı ve intikamı, bu iki masum, müdafaasız ve silâhsız sahabîyi darağacında sallandırmakla almaya çalışıyorlardı.
Hz. Hubeyb 'in Şehddeti
Çukur kazılmış, direk dikilmişti.
Hz. Hubeyb'i direğe doğru götürdüler. Gönlü Allah'ın ve Resulünün muhabbetiyle dopdolu Hz. Hubeyb, telâşsız, tereddütsüz idi. Allah'ın dini uğrunda şehid olmayı en büyük şeref biliyordu. İki rekât namaz kılmak için müsaade istedi. İzin verilince bütün samimiyetiyle Yüce Mevlâsınm huzuruna yöneldi. İki rekât namazını tamamladıktan sonra müşriklere dönerek, "Vallahi," dedi, "eğer Hubeyb ölümden korktu da namazı uzattı demeyecek olsaydınız, namazı uzatır ve çoğaltırdım!"199
Hz. Hubeyb, bu hareketiyle, idamdan önce iki rekât namaz kılma âdet ve sünnetini de başlatan ilk insan oluyordu.200
Müşrikler ona, "Muhammed'in dinini terk eder ve ecdadının dinine dönersen sana eman veririz!" dediler.
Kahraman sahabî, "Vallahi, hayır!.. İslâm'dan asla dönmem! Hattâ, dünya, içindekilerle beraber bana verilse, yine de dönmem!" diye cevap verdi.
Bu sefer müşrikler, "Doğru söyle: Şimdi senin yerine Muhammed olsa ve sana bedel o öldürülse memnun olurdun, değil mi?" diye sordular.
Gönlü Resûlullah'a muhabbetle yanıp tutuşan sahabîden gelen cevap, müşrik canileri şaşırttı, tüylerini diken diken etti: "Allah'a yemin ederek söylüyorum ki, Peygamberimizin ayağına bir diken batmaktansa, evimden, hayatımdan, çoluk çocuğumdan olmaya razıyım!" Müşrikler, fedakârlığın böylesini görmemiş, Allah'a ve Resulüne bağlılığın tatlı saadetini yaşamamış oldukları için, Hubeyb Hazretlerinin bu cevaplarına gülüp geçiyorlardı.
Etrafına bakan büyük insan, hiçbir nurânî yüz göremiyordu. Bütün suratlar abustu; şirkin çirkinliği yüzlerine aksetmişti sanki... Kendisiyle Resûlullah'a selâmını iletecek kimsecikler yoktu o kocaman kalabalıkta... Bizzat kendi ağzıyla, hayatını uğruna feda ettiği Resûlullah'a darağacında selâm yollamaktan başka çâresi yoktu. Şöyle niyazda bulundu:
"Allah'ım!.. Şu anda düşman yüzlerden başka yüz göremiyorum!
"Allah'ım!.. Burada selâmımı Resulüne ulaştıracak hiç kimse yok! Ne olur ona selâmımı Sen ulaştır!
"Allah'ım!.. Sen, bize Resulünün peygamberliğini bildirdin. Bize reva görülenleri de ona sabahleyin bildir."201
Bu hazin dua yapılırken, Resûli Ekrem Efendimiz de, Medine'de, Hubeyb'in selâmını, "Aleykesselâm!" diyerek aldı; sonra da ashabına dönerek, "Kureyş, Hubeyb'i şehid etti." buyurdu.
Hz. Hubeyb, eli kolu ağaçtan direğe bağlı bekletiliyordu. Karşısında, babalan öldürülmüş 40 genç, ellerinde mızraklarla duruyorlardı. Emir alınca, dört bir taraftan mızrakları bu aziz sahabînin vücuduna batırmaya başladılar. Hubeyb'in, işkenceler altında ruhunu teslim etmesini istiyorlardı. Bir ara Hz. Hubeyb'in yüzü Kabe'ye döndü. Allah'a bundan dolayı hamdetti: "Hamdolsun o Allah'a ki, yüzümü, Kendisinin, Resulünün ve mü'minlerin razı oldukları kıbleye çevirdi!"
Kureyş müşrikleri buna da tahammül edemediler ve onun yüzünü Kabe'den çevirdiler. Fakat, fedakâr sahabî, yüzü Kabe'ye doğru şehâdet makamına erişmek istiyordu. Rabbi Rahîmine, "Allah'ım!.. Eğer ben, Senin katında hayırlı bir isem, yüzümü kıblene çevir!" diye yalvardı.
Kıbleye çevrilen Hubeyb Hazretlerinin yüzünü müşrikler, bir daha başka tarafa çeviremediler.202
Hz. Hubeyb'in, ruhuyla yüce âlemlere yükselme zamanına kısa bir süre kalmıştı. Ruhunu teslim etmeden önce kendisine Allah'a ve Resulüne îman ve muhabbetten dolayı bu zulmü, bu eziyeti reva görenlere, "Allah'ım!.. Kureyş müşriklerini mahvet; topluluklarını tarü mâr et; onların birer birer canlarını al! Hiçbirini sağ bırakma Allah'ım!.."203 diye beddua etti.
Yüksek sesle yapılan bu beddua, Ten'im mevkiinde yankılandı, îmansız kalblere müthiş bir korku verdi: Kimisi yüzükoyun yere uzandı, kimi kulağını tıkadı. Bu korku, Hubeyb Hazretlerinin şehâdetinden çok sonraya kadar da devam etti.
Mızraklar göğsüne saplı Hz. Hubeyb, o ibret verici manzara içinde bir müddet Allah'ın varlık ve birliğini, Resulünün hak ve peygamberliğini şirk ehlinin suratlarına haykırdı. Az sonra da hayatını şehâdet mertebesiyle noktaladı. Böylece, Allah yolunda darağacında ruhunu teslim eden ilk Müslüman oldu.
Sıra, Hz. Zeyd'de...
Hz. Hubeyb'in şehâdetini, Hz. Zeyd'in şehâdeti takib edecekti.
Müşrikler onu da Ten'im'e alıp getirmişler ve darağacına bağlamışlardı.
Hz. Hubeyb'e yapılan tekliflerin aynısı ona da yapıldı. Fakat, bu büyük sahabî de, Hubeyb'in verdiği aynı cevapları pervasızca verdi.Ebû Süfyan, bu durum karşısında hayret ve takdirini gizleyemedi: "Ben, insanlar arasında ashabının Muhammed'i sevdiği kadar hiç kimsenin, hiç kimseyi sevdiğini şimdiye kadar görmüş değilim!"204
Tekliflerinden netice almayan müşrikler, Hz. Zeyd'i oklarına hedef aldılar ve onu da şehid ettiler. Cesedi bağlı bulunduğu yerde kalan büyük sahabînin ruhu kim bilir hangi yüce âlemde tayeran ediyordu?
Her iki sahabî de, îmanlarında, Allah'a ve Resulüne sadâkatte zerre kadar tereddüde düşmeden, işte böylesine imrenilecek güzel bir surette hayat defterlerini kapadılar.
Bİ'Rİ MAUNA FACİASI
Hicret'in 4. senesi Sefer ayı idi.
Benî Âmir Kabilesinin efendisi ve reisi Ebû Bera Amir b. Mâlik, Peygamberimizi ziyaret maksadıyla Medine'ye geldi. Ebû Bera, samimî bir insan, Resûli Ekrem'e ve Müslümanlara dost biriydi. Efendimize hediye etmek üzere de iki at ile iki deve getirmişti. Ancak Resûli Ekrem, "Ben, müşriklerin hediyesini kabul edemem. Eğer hediyenin kabul edilmesini istiyorsan Müslüman ol!" diyerek onun hediyesini kabul etmedi ve kendisini Müslüman olmaya davet etti.
Ebû Bera o anda Müslüman olmadı, ama İslâmiyete karşı gösterdiği alâkadan da vazgeçmedi. Peygamber Efendimize, "Yâ Muhammedi.. Beni davet ettiğin din, pek güzel, pek şereflidir. Kavmim benim sözümü dinler. Eğer sahabîlerinden birkaçını Kur'ân ve sünneti öğretmek üzere gönderecek olursan, ümit ederim ki davetini kabul ederler!" dedi.205
Resûli Kibriya Efendimiz, Necid halkına pek güvenmiyordu. Ashabına bir hainlikte bulunabilirler endişesini taşıyordu. Bu endişesini, "Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından korkarım!" diyerek de izhar etti.
Ancak Ebû Bera teminat verdi. "Onları" dedi, "ben himayeme aldıktan sonra, Necid halkının onlara dokunması hadlerine mi düşmüş?" Ebû Bera'nın güvenilir, sözüne itimat edilir biri olması, Peygamber Efendimizin endişesini giderdi. Sonunda, 40 veya 70 kişiden ibaret irşad heyetini göndermeye karar verdi. Altısı Muhacir, diğerleri Ensâr'dan idi. Hepsi de Suffa ehli idi. Başlarına Münzir b. Amr tâyin edildi.206
Peygamber Efendimiz, ayrıca Necid halkına ve Benî Âmir reislerine verilmek üzere heyetle birlikte bir de mektup gönderdi.
İrşad ve tebliğ heyeti Bi'ri Mauna denilen mevkie vardı. Burası, Medine'nin doğu tarafına düşen, Süleym ile Âmir Oğulları yurtları arasında kalan, Benî Süleym'e âit bir su kuyusu idi. Burada Hz. Resûlullah'ın mektubunu Amir b. Tufeyl'e götürmek vazifesini, Haram b. Milhan üzerine aldı. Bu sahabî, mektubu götürüp ona teslim etti. Ne var ki, mektubun muhatabı Âmir, okuma gereği bile duymadan elçi sahabîyi orada şehid etti.207 Azîz şehidin, bu hain adamın darbeleri altındaki son sözleri şunlar oldu:
"Allahü Ekber! Kabe'nin Yüce Rabbîne yemin olsun ki, kazandım gitti!"208
Âmir b. Tufeyl, bu masum sahabîyi şehid etmekle de yetinmedi; Âmir Oğullarını, heyetteki diğer sahabîleri de öldürmek için yardıma çağırdı. Ancak, Âmir Oğulları, önceden Ebû Bera'ya, gelecek irşad heyetine dokunmayacaklarına dair söz vermiş bulunduklarından, bu adama yardıma yanaşmadılar.
Benî Âmir'den yardım konusunda red cevabı alan Âmir, bu sefer kendisi gibi gözleri ve gönülleri kan ve kin ile dolmuş Süleyman Oğullarından birkaç kabîlenin yardımını temin etti. Hep birlikte, Mauna Kuyusu mevkiinde olup bitenden habersiz bekleyen masum sahabîleri de şehid etmek üzere harekete geçtiler.
Bu arada, mektubu götüren sahabînin geciktiğini gören irşad heyeti, dinlendikleri Mauna Kuyusu mevkiinden durumu öğrenmek üzere Necid bölgesine doğru yol almışlardı.
Tam o sırada, karşılarında elleri silâhlı kalabalık bir müşrik topluluğu buldular.
Sahabîler, kılıçlarını sıyırarak kendilerini çepeçevre kuşatanlara, "Vallahi, bizim sizinle hiçbir işimiz yok. Biz sâdece Peygamberimizin verdiği bir vazife için yolumuza gidiyoruz!" dediler.209
Fakat, kana susamış müşrikler, bu sözlere aldırış bile etmediler. Kararlan kesindi: İslâm'ı ve îmanı öğretmek kutsî vazifesiyle yola çıkan bu fedakâr sahabîleri, teker teker şehid edeceklerdi.
Başlarına gelecekleri fark eden sahabîler, el açarak Rabbi Rahîmlerine, "Ey Rabbimiz!.. Durumumuzu Resulüne haber verecek burada kimsemiz yok. Selâmımızı ona Sen ulaştır! İlâhî!.. Peygamberin vasıtasıyla kavmimize haber ver ki: Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden razı oldu ve bizi de razı etti."210 diye yalvardılar.
Aynı anda Cebrail (a.s.), bu kahraman sahabîlerin selâmını ve durumlarını Resûli Kibriya Efendimize ulaştırdı. Selâmlarına, "Aleyhimüsselâm" diyerek karşılık veren Resûli Ekrem, ashabına dönerek, müşriklerin bu fedakâr kardeşlerini şehid etmek üzere olduklarını haber verdi ve onlar için mağrifet dilemelerini istedi.
Peygamber Efendimiz, ashabına bu haberi iletirken irşad heyetinde bulunan sahabîlerin birkaçı müstesna diğerleri hain düşman mızraklarıyla delik deşik edilmiş ve şehid olmuşlardı.Kurtulan sahabîlerden ikisi deve gütmeye gitmişlerdi, biri ise öldü diye şehidler arasında terk edilmişti. Develeri güden iki sahabî, bir müddet sonra Bi'ri Mauna mevkiine dönünce dehşetli manzarayla ürperdiler. Bu ciğer parçalayıcı sahne karşısında gözyaşı döktüler. Kendine hâkim olamayan biri, müşriklerin arkasına takıldı ve şehid oluncaya kadar kendileriyle çarpıştı. Diğeri ise esir alındı, ancak sonradan serbest bırakıldı. Şehidler arasında öldü diye terk edilen Ka'b b. Zeyd Hazretleri ise, müşrikler ayrıldıktan sonra, çıkıp Medine'ye geldi.2"
Peygamberimizin Bedduası
Bu seçkin sahabîlerinin haince bir suikaste kurban gitmelerinden dolayı, Peygamber Efendimiz, son derece üzüldü.
Enes b. Mâlik, "Resûlullah'ın, Bi'ri Mauna'da şehid edilen ashaba yanıp üzüldüğü kadar hiçbir kimseye, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim!"212 der.
Duyduğu derin üzüntü, Peygamber Efendimizi, bu cahillikte bulunanlara beddua etmeye kadar götürdü. Haber aldığı gecenin sabah namazında birinci rekâttan sonra ikinci rekâtın rükûundan doğrulunca şu bedduada bulundu:
"Allah'ım!.. Mudar Kabilelerini kahreyle!
"Allah'ım!.. Onların yıllarını Yusuf Peygamber'in kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına dar getir!
"Allah'ım!.. Lihyan Oğullarını, Adal, Kare, Zi'b, Rı'l, Zekvan ve Usayya Kabilelerini Sana havale ediyorum. Zîra, onlar, Allah'a ve Resulüne karşı geldiler!"213
Peygamberimiz, bu bedduasına bir ay boyunca her vakit namazından sonra devam etti. Sahabei Kiram da "Âmin." dediler.214
Fahri Kâinat'in bu duası kabul olundu. Kısa bir müddet sonra adı geçen bölgede kıtlık kuraklık başladı, yağışlar kesildi, sular çekildi, her taraf yanıp kavruldu.
Diğer taraftan, Ebû Bera da, Resûli Ekrem Efendimizin, "Bu, Ebû Bera'nın başımıza getirdiği bir iştir." sitemine ve yapmış olduğu himaye taahhüdünün yeğeni Amir b. Tufeyl tarafından böylesine cânîce çiğnenmesine tahammül edemedi ve üzüntüsünden hastalanarak kısa zaman sonra öldü.
Ard arda meydana gelen Reci ve Bi'rMauna facialarında 80 kadar güzide sahabî şehid düşmüştü.
Peygamberimizin Anlaşmaya Sadâkat Göstermesi
Faciadan, Mudarîlerden olduğunu söylemekle kurtulan Amr b. Ümeyye, Medine yolunu tuttu. Yolda iki adama rastladı. Bi'ri Mauna'da sahabîlerı şehid eden kabîleye mensup kimseler olduğu zannıyla bir fırsatını bulup onları öldürdü.
Medine'ye gelip durumu haber verince, Resûli Ekrem Efendimiz, "Sen ne kötü bir iş yaptın!" buyurdu.
Zîra, bu iki kişi Âmir Oğullarından idiler ve Medine'ye gelerek Peygamberimizle görüşmüşlerdi. Ayrılırlarken de Resûli Ekrem kendilerine bir eman ve dokunmazlık yazısı vermişti. İşte Amr'ın öldürdüğü, eman verilmiş bu kimselerdi.
Dokunmazlık yazısını, öldürülen iki kişiyle Peygamber Efendimizden başkası bilmiyordu. Buna rağmen, Resûli Ekrem, verdiği sözün, bu sözünden haberi olmayan bir sahabî tarafından ihlâl edilmesi sebebiyle öldürülenlerin diyetini ödedi. Böylece, verdiği söze ve yaptığı anlaşmaya sadâkatini göstermiş oldu.

194 ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 51.
195 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 178; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 55. Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 178;
196 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 55.
197 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 179; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 2, s. 294.
198 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 463; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 3, s. 189.
199 Buharî, Sahih, c. 3, s. 28.
200 Buharî, A.g.e., c. 2, s. 28.
201 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 182; Halebî, Insanû'lUyûn, c. 3. s. 190.
202 Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 3, s. 191.
203 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 182.
204 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 181; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 56.
205 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 193194; ibni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 514; Taberî, Tarih, c. 3, s. 34.
206 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 194; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 52; Buharî, Sahih, c. 3, s. 28.
207 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 52; Buharî, A.g.e., c. 3, s. 29.
208 Buharî, A.g.e., c. 3, s. 29.
209 Buharı, A.g.e., c. 3, s. 28.
210 Buharî, A.g.e., c. 3, s. 29; Müslim, Sahih, c. 6, s. 45.
211 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 194; ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 52.
212 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 54.
213 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 53.
214 Ebû Davûd, Sünen, c. 2, s. 68.



Beni Nadir, Zatürrika ve Bedrül Mevid Gazası
BENÎ NADİR GAZASI
(Hicret 'in 4. senesi Rebiülevvel ayı / Milâdî 625)
Benî Nadir, Hz. Harun'un (a.s.) neslinden gelen, zengin ve güçlü, büyük bir Yahudi kabîlesiydi. Medine'ye iki saatlik mesafede, Mekke yolu üzerinde sağlam kale ve hisarlarda otururlardı. Resûli Ekrem Efendimizle, İslâmiyet ve Müslümanların aleyhinde bulunmamak, bu hususta herhangi bir düşmana yardımcı olmamak, ayrıca ödenecek diyetler konusunda da yardımcı bulunmak üzere anlaşmaları vardı.215 Ancak, buna rağmen, Kureyş müşrikleri ve Medine münafıkları ile el altından iş birliği yapma gayretlerinden de vazgeçmiş değillerdi. Bilhassa, Uhud Harbinden sonra, müşrikler ve münafıklar ile olan münâsebetlerini daha da artırmışlardı.
Daha önce bahsettiğimiz gibi, ashabtan Amr b. Ümeyye, Peygamberimizden eman almış Âmir Kabilesinden iki kişiyi yanlışlıkla öldürmüştü. Benî Nadir Yahudilerinin altına imza attıkları anlaşmaya göre, bu iki kişi için ödenecek diyetin bir kısmını onların karşılamaları gerekiyordu.
Resûli Ekrem Efendimiz, paylarına düşen diyet miktarını istemek ve anlaşmaya ne derece sâdık olduklarını anlamak maksadıyla, yanına Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Zübeyr b. Avvam, Hz. Talha b. Ubeydullah, Hz. Sa'd b. Muaz ve Hz. Üseyyid b. Hudayr'ı (r. anhüm), alarak yurtlarına gitti.
Yahudiler, önce Peygamber Efendimizi müsbet ve güleryüzle karşıladılar; hattâ, kendilerine kadar gelmiş olmalarından memnunluk duyduklarını, üzerlerine düşen görevi yerine getireceklerini bile açıkça ifade ettiler.216
Peygamber Efendimiz, ashabıyla, bir evin duvarı dibine oturdu.
Peygamber Efendimizi zahiren gayet iyi karşılayan Yahudiler ise, bir köşeye çekilip aralarında konuşmaya başladılar.
"Siz bu adamı, şu andan daha müsait bir durumda bulamazsınız! Hemen şu evin damına çıkarak, onun üzerine bir kaya parçası bırakıp ondan kurtulmalıyız!" dediler. Sonra, "Hemen şimdi bu işi kim yapar?" diye sordular.
İçlerinden Amr b. Cıhhaş adlı şahıs ortaya atıldı. "Bu işi ben yaparım!" dedi.217
Bu esnada, ileri gelenlerinden biri olan Sellâm b. Mişkem söz aldı. "Ey kavmim!.. Bu sefer sözümü dinleyiniz; ondan sonra, isterseniz her zaman bana muhalefet ediniz!" dedikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:
"Vallahi, siz böyle bir işe teşebbüs edecek olursanız, bu ona vahiyle haber verilir. Bununla kendimize yazık etmiş oluruz. Hem bu, onunla aramızdaki anlaşmayı da ihlâl sayılır. Geliniz, böyle bir karardan vazgeçiniz! Eğer, böyle bir şeye teşebbüs ederseniz, bu, Yahudilerin kökünün kazınması, İslâmiyetin ise yükselip Kıyamet'e kadar sürmesi demek olur!"218
Peygamberlere hıyanet etmekle tanınan Yahudiler, buna rağmen kararlarından vazgeçmediler. O esnada vazifeyi üzerine alan Amr b. Cıhhaş da, Peygamberimizin üstüne taş bırakmak üzere dama çıktı.Cebrail 'in, Durumu Peygamberimize Haber Vermesi
Tam o esnada, tertiplenen suikast ve hıyaneti, Cebrail (a.s.) gelip Peygamber Efendimize haber verdi. Resûli Kibriya Efendimiz, bir ihtiyaç gidermek istiyormuş gibi davranarak yerinden kalkıp Medine yolunu tuttu. Hattâ sahabîler, tekrar gelecek zannıyla bir müddet orada oturdular. Gelmediğini görünce onlar da kalkıp oradan ayrıldılar.
Bir Yahudînin Kavmini ikazı
Yahudilerden biri olan Kinane b. Suriya, "Muhammed niçin kalkıp gitti, biliyor musunuz?" diye sordu.
Yahudiler, "Hayır," dediler, "biz bilmiyoruz. Sen biliyorsan anlat!"
Kinane anlatmaya başladı:
"Tevrat'a yemin olsun ki, ben, plânladığınız suikastin, Muhammed'e haber verildiğini biliyorum! Kendinizi boşuna aldatmayınız! Vallahi, o, Allah'ın Resulüdür, hem de peygamberlerin sonuncusudur! Ona, tasarladığınız suikast haber verildiği için kalkıp gitti. Siz, onun Harun Peygamber'in neslinden gelmesini umuyordunuz; Allah ise dilediğinden seçip gönderdi. Biz, Tevrat dersimizde, 'En son gelecek olan o peygamberin doğum yeri Mekke'dir, hicret yeri Yesrip'tir.' diye hiç değiştirmeden yazmışızdır. Gelecek son peygamberin sıfatı da, buna tamamıyla uymaktadır. Kitabımızdakine bir harf bile aykırı tarafı yoktur! Ondan önce, sizinle çarpışan kimse olmayacaktır! Ben, sizin eşyalarınızı develere yükleyip göç ettiğinizi, çocuklarımızın feryadlarını, evlerinizi barklarınızı, mal ve mülklerinizi geride bırakarak gittiğinizi görür gibi oluyorum! Geliniz, iki hususta bana itaat ediniz; üçüncüsünde ise hayır olmadığını biliniz!"
Yahudiler merakla, "Nedir o hususlar?.." diye sordular.
Kinane, "Müslüman olmanız, Muhammed'in ashabı arasına katılmanız! Ancak bu suretle, evlâdlarınızı ve mallarınızı emniyet altına almış, selâmete kavuşturmuş olursunuz; yurdunuzdan yuvanızdan da sürülüp çıkarılmazsınız!"
Bütün bunlara rağmen Yahudiler, "Biz, Tevrat'tan ve Musa'nın ahdinden asla ayrılmayız." diye karşılık verdiler.219
Peygamberimizin, Benî Nadir'e "Yurdumu Terk Ediniz!" Diye Haber Göndermesi
Benî Nadir Yahudilerinin plânladıkları bu suikast teşebbüsü, onların İslâm'a ve Müslümanlara dost olmadıklarını ve Peygamberimizle yaptıkları anlaşmaya da sadâkat göstermediklerini açıkça ortaya koyuyordu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz de kendilerine karşı kesin tavır takındı.
Muhammed b. Mesleme'yi huzuruna çağırdı ve ona şu emri verdi:
"Nadir Oğulları Yahudîlerine git! Onlara, 'Resûlullah beni size, (Yurdumdan çıkıp gidiniz! Burada benimle birlikte oturmayınız! Siz bana, düşünülmeyecek bir suikast plânı kurdunuz! Size 10 gün süre tanıyorum. Bu müddetten sonra, buralarda sizden kim görülürse, boynunu vururum!) emrini bildirmek üzere gönderdi.' de!"220
Muhammed b. Mesleme (r.a.), Nadir Oğulları yurduna vardı. Resûlullah'ın emrini onlara bildirmeden önce şöyle konuştu:
"Musa Peygamber'e Tevrat'ı indirmiş olan Allah aşkına doğru söyleyiniz: Muhammed, peygamber gönderilmeden önce, Tevrat önünüzde iken, size geldiğimi ve şu meclisinizde bana Yahudiliği teklif ettiğiniz zaman, 'Vallahi, ben, asla Yahudî olmam!' dediğimi, sizin de buna karşılık, 'Dinimize girmekten seni alıkoyan şey nedir? Yahudî dininden başka din yoktur. Senin aradığın, istediğin, duyup işittiğin Hanif dininin aynısıdır o!.. Size gelecek olan peygamber, hem şeriat sahibidir, hem savaşçıdır. Gözlerinde biraz kırmızılık vardır. Kendisi Yemen tarafından gelecek, deveye binecek, ihrama (pelerine) bürünecek, az etli kemiğe kanaat edecek, kılıcı boynunda asılı bulunacak, konuştuğu zaman hikmetli konuşacaktır.' dememiş miydiniz?"
Benî Nadir Yahudileri, "Evet, biz bunları sana söylemiştik. Ama geleceğini sana haber verdiğimiz peygamber bu değildir!" diye karşılık verdiler.
Daha sonra Muhammed b. Mesleme, onlara Peygamber Efendimizin emrini bildirdi.
Nadir Oğulları Yahudileri, giriştikleri suikast teşebbüsünün kendilerine pahalıya mâl olduğunu anlamışlardı, ama artık iş işten geçmişti. Verilen emir doğrultusunda hareket etmekten başka görünen bir başka yol da yoktu. Muhammed b. Mesleme'ye, "Göç ederiz." diyerek hazırlığa başladılar.
Baş münâfıkın Gönderdiği Haber
Bu sırada başmünâfık Abdullah b. Übey'den kendilerine bir haber geldi. Haberde şöyle deniliyordu:
"Sakın mallarınızı ve yurdunuzu bırakıp gitmeyiniz! Kalenizde oturunuz. Gerek kavmimden ve gerekse şâir Araplardan iki bin kişiyi yardımınıza göndereceğim. Son nefeslerine kadar saflarınızda çarpışacaklardır. Ayrıca Benî Kurayza Yahudileri de size yardım edeceklerdir!"221
Benî Nadir Yahudilerinin Küstahça Meydan Okumaları
Münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy'in gizlice gönderdiği bu haber üzerine, Nadir Oğulları göç fikrinden vazgeçtiler,Peygamber Efendimize de, "Biz yurdumuzdan çıkıp gitmeyeceğiz! Elinden geleni yap!" diye adamlarıyla haber gönderdiler.222
Bu, açıkça ve küstahça bir meydan okuyuştu.
Peygamber Efendimiz, bu haberi alır almaz, "Allahii Ekber!" diyerek tekbir getirdi. Müslümanlar da Efendimizin tekbirine katıldılar.
Sellam b. Miske m 'in, Huy ey b. Ahtab 7 İkazı
Benî Nadir Yahudîlerini böylesine tehlikeli bir maceraya sürükleyenlerin başında Huyey b. Ahtab geliyordu. Bu adam, kavmine tesellî babında şöyle diyordu:
"Pek çok mal yığdıktan sonra kalemize girer, büyük kapı ve sokakları tutarız. Kalemize taş taşırız. Bir yıl yetecek yiyeceğimiz de var. Kalemizdeki suyumuz da kesilecek değil!"
Yahudî ileri gelenlerinden biri de, Sellam b. Mişkem'di. O, bu fikre karşı çıktı. "Ey Huyey!.." dedi, "Vallahi, nefsin seni boş ve faydasız şeylerle aldatıp duruyor, gurur ve kuruntuya düşürüyor! Gel, bu işten vazgeç! Vallahi, sen dâhil hepimiz biliriz ki: Muhammed, Allah'ın Peygamberidir. Onun sıfatları da yanımızdaki kitaplarda vardır. Onu kıskandığımızdan ve son peygamberin Harun Oğulları arasından çıkmasını ümit ettiğimizden dolayı ona tâbi olmuyoruz. Gel, bize verilen emanı kabul edelim: Yurdumuzdan çıkıp gidelim. Muhammed üzerimize gelirse, bizi bir günde şu kalelerimizde kuşatır."
Mağrur Huyey, fikrinden vazgeçmeye niyetli değildi. "Muhammed, bizi muhasara altına alamaz! Bizi yenmeye imkân bulamadan geri döner gider. Abdullah b. Übey, bana birçok şey va'detti." diye Sellam'a karşılık verdi. Sellam, girilen yolun tehlikeli olduğunu biliyordu; ikazını tekrarladı: "Abdullah b. Übey'in sözü bir şey ifade etmez! O, seni ancak helak uçurumuna sürüklemek, bizi Muhammed'le harbe tutuşturmak ister. Bizi harbe tutuşturduktan sonra da evine çekilip oturur!"
Huyey b. Ahtab, bütün bu İkazlara kulak tıkadı, sonu pişmanlık olan gururunda direnip durdu.223
Nadir Oğullarının Muhasara Altına Alınması
Hicret'in 4. senesi Rebiülevvel ayı idi.
Resûli Ekrem Efendimiz, Medine'de yerine Abdullah İbni Ümmî Mektum'u bırakıp Nadir Oğullan yurduna doğru hareket etti. Sancağı Hz. Ali taşıyordu.
Resûli Ekrem Efendimiz, ikindi namazını Nadir Oğullarının bağ ve bahçeleri arasında kıldı. Onları muhasara altına aldı. Nadir Oğulları, kuvvetli kalelerine sığınmışlardı.
Peygamber Efendimiz, onlara emrini bir kere daha tekrarladı: "Medine'den çıkıp gidiniz!"
Benî Nadir, bu teklifi kabule yanaşmadı. "Ölüm, bize, senin teklif ettiğin şeyden daha kolaydır. Ölümü göze alır, teklifini kabul etmeyiz!" diyerek âdeta meydan okudular.
Artık onlarla çarpışmaktan başka bir yol kalmamıştı. Fakat, kuvvetli kalelerine sığındıklarından ve bu kalelerden çıkıp çarpışmayı göze alamadıklarından çarpışmanın bir hayli güç olacağı muhakkaktı. Bu sebeple, Resûii Kibriya Efendimiz, çarpışmayı uygun görmed; Allah'ın izniyle, bir harb plânı tatbik etti. En yakın Yahudî ev ve kalelerini yıkma, hurma ağaçlarını yakıp kesme emrini verdi. Bu hareket, düşmanın kaleden dışarı çıkıp çarpışmasını temin gayesiyle yapılıyordu.
Evlerinin yıkıldığını, hurma ağaçlarının kesilip yakıldığını gören Yahudiler, "Yâ Muhammedi.. Sen bozgunculuğu, bozup dağıtmayı yasaklar ve bunu yapanları ayıplardın; şimdi ne diye yaş hurma ağaçlarını kestiriyor ve yaktırıyorsun?" diye bağrıştılar.224
Ömür dakikalarını bozgunculukla geçirenler, şimdi ağaç kesmenin bozgunculuk olacağından bahsediyorlardı! Bu bağrışmaları birtakım Müslümanları da tereddüde şevketti. Bunun üzerine inen âyeti kerîme, meseleyi açıklığa kavuşturdu: "Sizler, herhangi hurma ağacını kestiniz yahut kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa, bu hareketiniz (fesad için değil) hep Allah'ın izniyledir ve fâsıkları perişan etmek içindir."225
Âyeti kerîmenin nazil olmasıyla, Müslümanların tereddüt ve endişeleri zail oldu.
Bu hâdiseye ve bu âyeti kerîmeye dayanarak, harb icabı her çeşit yaş ağacın yakılıp kesilmesinin mubah olduğu, âlimler tarafından belirtilmiştir.225
Münafıkların, Yahudilere "Direnin!" Diye Haber Göndermeleri
Muhasara devam ediyordu.
Bu esnada başta başmünâfık Abdullah b. Übey olmak üzere birçok münafık, Benî Nadir Yahudîlerine, "Eğer Müslümanlara karşı direnir ve karşı koyarsanız, biz sizi onlara teslim etmeyiz. Siz çarpışırsanız, biz de sizinle birlikte çarpışırız. Siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, biz de sizinle birlikte çıkıp gideceğiz." diye haber gönderdiler.
Benî Nadir Yahudileri, münafıkların bu sözlerine kandılar. Bir müddet daha direndiler.
Kur 'ân 'in Açıklaması
İşleri güçleri fitne ve fesad olan münafıkların bu hareketleri, Kur'ânı Kerîm'de şöyle açıklanmıştır:
"Ehli Kitap'tan o küfreden kardeşlerine, 'Andolsun, eğer siz yurtlarınızdan çıkarılırsanız, biz de muhakkak sizinle beraber çıkarız. Sizin aleyhinizde hiçbir kimseye hiçbir zaman itaat etmeyiniz. Eğer sizinle harb edilirse, muhakkak ve muhakkak biz, size yardım ederiz.' diyen o münafıkları görmedin mi? Halbuki, Allah şehâdet eder ki, onlar hakikaten ve kat'iyyen yalancıdırlar!
"Andolsun ki, onlar çıkarılacak olurlarsa (bu münafıklar) onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlar muharebeye tutulursa, bunlar onlara yardım da etmezler. Faraza yardım etseler bile, mü'minler karşısında dciyanamayarak arkalarına dönüp kaçarlar; sonra da kendileri hiçbir yerden yardım göremezler."227
Teslime Mecbur Olup Eman Dilemeleri
Muhassarın 15. günüydü.
Abdullah b. Übeyy ve diğerlerinin kendilerine va'dettikleri yardımların gelmediğini gören Benî Nadir Yahudileri, teslim olmayı kabul edip eman dilediler.
Peygamber Efendimiz, kendilerine eman verdi ve hiçbirisinin canına dokunmadı; Silâhlarından başka, mallarından develerine yükleyebildikleri kadar eşya alarak çıkıp gitmelerine müsaade buyurdu.
Bu müsaade üzerine 600 deveye yükleyebildikleri kadar mal ve eşya yüklediler. Medine'den ayrılacakları sırada, sağlam kalmış olan evlerini, Müslümanlar oturmasın diye kendi elleriyle yıktılar. Başlarına gelen bu hâdiseden dolayı güya üzülmediklerini göstermek için, kadınlar en kıymetli elbiselerini giyinmişler, ziynetlerini takınmışlardı. Defler, düdükler çalarak Medine'yi terkettiler. Bir kısmı Şam, bir kısmı Hayber, diğer bir kısmı ise Yemen tarafına gitti. Bunların sürgünü üzerine münafıklar gizlice matem tuttular.
Geride Bıraktıkları Mallar
Benî Nadir Yahudileri, geride birçok hurmalık, ekin, akar ile davar, sığır ve at gibi birçok hayvan bıraktılar. Ayrıca arkalarında 50 adet zırh, 50 adet miğfer, 340 kadar da kılıç kaldı.228
Bütün bu inallar, devlet malı olarak doğrudan doğruya Peygamber Efendimize mahsustu. Çünkü çarpışmasız, at ve deve koşturmaksızın elde edilmişlerdi. Bu mallara "fey" denilmiştir. Fey, Allah'ın, din düşmanlarından—galebeyle değil, belki sürgün yahut cizye üzerine sulh olmak suretiyle—Peygamber Efendimize tahsis buyurduğu maldır. Peygamber Efendimiz, bu malı dilediği yerlere sarfetmekte hürdü.
Kur'ânı Kerîm'de bu husus şöyle açıklanır:
"Allah'ın onların mallarından Peygamberine verdiği feye gelince... Siz bunun üzerine ne ata, ne deveye binip koşmadınız. Fakat, Allah, peygamberlerini dilediği kimseye musallat eder. Allah, her şeye hakkıyla kadirdir."229
Medine'nin yerlileri olan Ensâr, Muhacirlerin geçimlerini üzerlerine almıştı, onları kendi mallarına ortak etmişti. Bu sebeple, Muhacirlerin idareleri onların omuzunda bir yük sayılıyordu.
Resûli Kibriya Efendimiz, bu ganimet mallarını yalnız Muhacirler arasında bölüştürerek Ensârı Kiram'in bu yükünü hafifletmek istedi. Bunun için onları çağırdı ve, "İsterseniz Benî Nadir Yahudilerinin mallarından, Allah'ın bana verdiği malları, sizlerle Muhacirler arasında bölüştüreyim. Eskiden olduğu gibi Muhacirler yine evlerinizde otursunlar ve mallarınızdan faydalanmakta devam etsinler. Yok, eğer isterseniz, bu malları sâdece Muhacir kardeşleriniz arasında bölüştüreyim. Onlar da evlerinizden çıksınlar, mallarınız da size kalsın!" diyerek teklifte bulundu.
Medineli Müslümanlar gönülden, "Yâ ResûlallahL Nadir Oğullan mallarını Muhacir kardeşlerimiz arasında taksim ediniz. Onlar şimdiye kadar olduğu gibi evlerimizde otursunlar. Bizim mallarımızdan da istediğiniz kadarını alıp onlara veriniz!" dediler.230
O sırada Hz. Ebû Bekir ayağa kalktı; Ensâr kardeşlerine teşekkür ettikten sonra, "Allah, sizi hayırla mükafatlandırsın. Vallahi, bizimle sizin benzeriniz yoktur." diye konuştu.
Peygamber Efendimiz de, "Allah'ım!.. Ensâr'ı ve Ensâr'ın evlâdlarını koru, onlara merhamet et!" diyerek dua etti.231
Medineli Müslümanların bu asil ve civanmert davranışı üzerine, onların medh ve senası hakkında şu mealdeki âyeti kerîme nazil oldu:
"Onlardan (Muhacirlerden) önce (Medine'yi) yurt ve îman evi edinmiş olan kimseler (Ensâr), kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler.
"Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç meyli bulmazlar. Kendilerinde fakr ve ihtiyaç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar* Kim nefsinin (mala olan) Bu haslete "isâr" derler. "Kişinin kendisi muhtaç iken, diğer kardeşinin ihtiyacını önde görerek yardımına koşması" demektir. Diğer bir ifadeyle, "kişinin, din kardeşini kendi nefsine, şerefte, makamda, teveccühte, hattâ maddî menfaat gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih etmesidir." İslâm tarihi, isâr hasletinin şaheser misalleriyle doludur.hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte muradlarına erenler onların tâ kendileridir.""2
Medinei Münevvere'nin yerlileri olan Ensârı Kiram, bu davranışlarıyla hem Resûlullah Efendimizin hoşnutluğunu, hem de Cenâbı Hakk'ın rızasını kazanmış oldular.
Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz de, Nadir Oğullarından kalan ganimet mallarını, Cenâbı Hakk'ın da âyeti kerîmesinde tavsiye buyurduğu gibi,"3 yalnız Muhacirlere taksim etti. Bu suretle onları Ensâr'ın yardımına ihtiyaç duymayacak hâle getirdi.
Peygamber Efendimiz, Muhacirlerin hâricinde, Ensâr'dan Ebû Dücâne ile Süheyl b. Hüneyf e de (r.a.), çok fazla fakir olduklarından dolayı bazı şeyler verdi.234
ZÂTÜRRİKA GAZASI
(Hicret 'in 4. senesi Cemaziyelevvel ayı / Milâdî 625) Benî Nadir Yahudilerinin Medine'den sürgün edilmelerinden iki ay sonraydı.
Enmar ve Salebe Oğulları Kabilelerinin Müslümanlarla çarpışmak üzere toplanmış oldukları haberi Medine'ye ulaştı.
Peygamber Efendimiz, derhâl hazırlanarak, 400 (veya 700) mücâhidle Medine'den yola çıktı, Zatürrika mevkiine kadar ilerleyip orada karargâhını kurdu.
Müşrikler, mücâhidlerle çarpışmayı göze alamadıklarından dağ başlarına çekilmişlerdi. Geride sâdece bir kadın kalmıştı ki, o da esir edildi.
Resûli Kibriya Efendimiz, bir müddet burada bekledi. Öğle namazı vakti girince de, müşriklerin saldırısından duydukları endişe sebebiyle salâtı havf, yâni korku hâlinde namaz kıldılar. Bu namazın kılınış şekli Nisa Sûresinin 101102. âyetlerinde tarif edilmiştir.
En tehlikeli anlarda bile Resûli Kibriya Efendimizin cemaatle namazlarını eda edişi, bize cemaatle namazın ne derece büyük bir ehemmiyeti haiz olduğunu ve ihmâl edilmemesi gerektiğini açıkça ders vermektedir.
Bir Mucize
Zatürrika Seferi esnasında idi.
Ashabtan Ulbe b. Zeyd, üç adet devekuşu yumurtası bulup getirdi.
Resûli Ekrem, "Ey Cabir!.. Bunları, al pişir." diye emretti. Hz. Cabir, yumurtaları bir çanak içinde pişirip getirdi.
Peygamber Efendimizle mücâhidler, o üç yumurtadan doyuncaya kadar yedikleri hâlde, yumurtaların çanakta olduğu gibi durduğunu gördüler.215
Allah 'm, Mü mirilere Merhameti
Yine, bu gaza esnasında idi.
Sahabînin biri, bir kuş yavrusu bulup getirdi. Anası veya babası, yavruyu kurtarmak için canını feda edercesine, onu elinde tutan sahabînin avuçlarının içine atılıveriyordu. Bu duruma sahabîler hayretler içinde bakarken, Resûli Ekrem ise şu ibret dersini verdi:
"Siz, yavrusunu tuttuğunuz şu kuşun yavrusu için, kendisini avucunuza atmasına mı hayret ediyorsunuz? Vallahi, Rabbinizin, size olan merhamet ve şefkati, şu kuşun yavrusuna olan şefkat ve merhametinden çok daha fazladır!"236
Devenin Şikâyeti
Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle birlikte Zatürrika'dan ayrılmış, Medine'ye doğru geliyordu. Harre mevkiine gelindiğinde, bir devenin, koşarak Resûli Kibriya Efendimizin yanına varıp tahiyyei ikram nevinden çöktüğü ve boynunu öne doğru uzatıp onunla konuştuğu görüldü.
Mücâhidler hayretler içinde bakımrken, Peygamber Efendimiz, "Bu deve ne söylüyor, biliyor musunuz?" dedikten sonra, "Bu deve, sahibinin zulmünden bana şikâyet ediyor: Kendisini senelerdir çalıştırdığını, şimdi ise boğazlamak istediğini söylüyor!" diye buyurdu. Arkasından Cabir b. Abdullah'a, devenin sahibini bulup kendisine getirmesini emretti.
Hz. Câbir, "Yâ Resûlallah, devenin sahibini tanımıyorum." deyince, aldığı cevap şu oldu:
"Deve, seni sahibine götürür!"
Gerçekten, deve, Peygamberimizden emir almış gibi, Hz. Câbir'in önüne düştü ve onu sahibine götürdü.
Hz. Câbir der ki:
"Ben de, deve sahibini alıp Resûlullah'ın yanına getirdim. Resûlullah, onunla deve hakkıda konuştu ve 'Devenin söyledikleri doğru mu?' diye sordu. Deve sahibi, 'Evet, yâ Resûlallah...' dedi.""7
Gazanın İsmi
Bu sefere, iştirak edenlerin hepsi piyade olup, çıplak ayaklan taştan dikenden parçalanmış ve tırnakları dökülmüş olduğundan, ayaklarını bez parçalarıyla bağlamış olmaları sebebiyle bu gazaya "Zatürrika" adı verildiği de kaynaklarda belirtilmiştir. Zîra, rika, "ruka"nın çoğuludur; "ruka" ise, elbise yırtığına vurulan bez parçasıdır ki buna da yama denir.
Ebû Musa elEş'arî, bu hususta şöyle der:
"Resûlullah'la (s.a.v.) bir gazaya çıktık. Sâdece bir devemiz vardı. Nöbetleşe biniyorduk. Artık ayaklarımız delinmişti. Benim de iki ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımıza bez parçası sarıyorduk. Ayaklarımıza bu suretle bez parçası sardığımız için bu sefere Zatürrika Gazası denildi.238
RESÛLİ EKREM'İN BEREKET MUCİZESİ
Ensâr'dan Hz. Câbir'in babası Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud'da şehid düşmüştü. Geride altı kız çocuğunu yetim ve bir hayli de borç bırakmıştı.
Borç sahipleri, Yahudiler idi.
Abdullah b. Amr'ın, içinde çeşitli hurma ağaçlan bulunan iki bahçesi vardı; fakat, bunların mahsûlü borçlarını karşılayacak miktarda değildi. Sâdece bir tek Yahudîye borcu, 30 deve yükü hurma idi.
Hurma mevsimi girince, Yahudiler, alacaklarını ısrarla istemeye ve Hz. Câbir'i sıkıştırmaya başladılar. Hz. Câbir, onlara hurma bahçesinin bütün mahsûlünü vermeyi teklif ettiği hâlde kabul etmediler.
Bunun üzerine Hz. Câbir, Resûli Ekrem Efendimizin huzuruna vararak, "Yâ Resûlallah!.. Biliyorsunuz ki, babam Abdullah, Uhud günü şehid düştü. Geride birçok borç bıraktı. Alacaklılara, hurma bahçesinin bütün mahsûlünü vermeyi teklif ettiğim hâlde kabul etmediler." dedi ve bu hususta kendisine şefaatçi ve yardımcı olmasını diledi.
Resûli Kibriya Efendimiz de, Abdullah b. Amr b. Haram'm borcuna karşılık hurma bahçesinin bütün mahsûlünü almalarını ve borcunu silmelerini alacaklılara teklif ettiyse de, yanaşmadılar. Alacaklılar, Resûli Ekrem Efendimizin, "Borcun bir kısmını bu yıl, kalanını da gelecek yıl alınız." teklifini de kabul etmediler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Hz. Câbir'e, "Sen git; ben yarın kuşluk vakti yanına gelirim." dedi.
Ertesi gün, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'i yanına alarak Hz. Câbir'in hurma bahçesine gitti. Ona, "Git, hurmanı topla ve tasnif et! İyi cins olanı bir boy, diğerlerini de bir boy yaptıktan sonra bana haber ver!" buyurdu.
Hz. Câbir, derhâl emri yerine getirdi ve gelip durumu Serveri Kâinat Efendimize arzetti. Hz. Câbir, alacaklıları da çağırmıştı. Onlar, Peygamber Efendimizi görünce, isteklerini tekrarlamaya başladılar.
Resûli Kibriya Hazretleri, hurma öbeklerinden en büyüğünün çevresini üç kere dolaşıp dua ettikten sonra, Hz. Cabir'e, "Şu alacaklıları yanıma çağır." dedi.
Alacaklılar geldi. Borçlarına karşılık kendilerine hurma yığınından ölçülüp ölçülüp verilmeye başlandı. Borç tamamıyla ödendi.
Hz. Câbir (r.a.), müşahedesini şöyle anlatır:
"Tek, Allah, babamın borcunu ödesin de, vallahi ben, kız kardeşlerimin yanına bir hurma tanesiyle dönüp gitmeye bile razı idim. Hâlbuki, Resûlullah, ondan, bütün alacaklılara hurma verdiği hâlde, bir hurma bile eksilmediğini gördüm!"239
Borç sahipleri olan Yahudiler de, bu hâdiseden çok taaccüp edip hayrette kaldılar.
Bu, Resûli Kibriya Efendimizin apaçık bir mûcizesiydi!
BEDRÛ'LMEV'İD GAZASI
(Hicret 'in 4. senesi Şaban ayı / Milâdî 626)
Daha önce bahsi geçtiği gibi, Ebû Süfyan, Uhud'dan dönüp giderken Müslümanlara, "Sizinle gelecek sene Bedir'de buluşalım!" demiş, Hz. Ömer de Resûlullah'm emriyle, "Olur! İnşallah orası bizimle sizin çarpışma yeriniz olsun!" cevabını vermişti240
Uhud Muharebesinin üzerinden bir sene geçmişti.
Resûli Ekrem, verdiği sözü yerine getirmek için harb hazırlıklarına başladı.
Öte yandan, Kureyş'in reisi Ebû Süfyân da, harb hazırlıklarını sürdürüyordu. Fakat, o sene Mekke'de büyük bir kuraklık ve kıtlık hâkimdi. Bu sebeple Ebû Süfyan, halkı teşvik etmesine rağmen, kendisi harbe pek niyetli değildi.
Ebû Süfyan 'in Başvurduğu Taktik
Bedir'e gitmek kararından vazgeçmek arzusunda olan Ebû Süfyan, Peygamberimizin de Müslümanlarla oraya gelmesine mâni olmak istiyor, bunu nasıl başarabileceğinin yollarını araştırıyordu!
O sırada henüz Müslüman olmamış Nuaym b. Mes'ud'la, Mekke'de karşılaştı. Nuaym, Mekke'ye umre yapmak maksadıyla gelmişti.Ebû Süfyan, "Ey Nuaym!.." dedi, "Ben, Muhammed'le ashabına, 'Bedir'de buluşalım, çarpışalım!' diye söz vermiştim. Vakit gelip çattı! Hâlbuki, bu yıl, bizde kıtlık ve kuraklık hâkimdir. Böyle bir yıl işimize gelmez. Onun için, bu yıl Muhammed'le karşılaşmak istemiyoruz! Karşılaşmamız ise, onun cesaretini artıracaktır!" deyip niyet ve endişesini izhar ettikten sonra, Nuaym'e teklifini şöylece yaptı:
"Sen, hemen Medine'ye dön! Benim, karşı konulmayacak kadar kuvvet topladığımı bildir ve onları Bedirde bizimle çarpışmaktan vazgeçir! Bu işi becerirsen, sana yetişkin 70 deve veririz."241
Nuaym, derhâl Medine'ye döndü. Va'dedilen mükâfata konmak için, Mekkeli müşrikler lehinde kesif bir propagandaya girişti; Kureyşlilerin karşısına çıkılmayacak kadar güçlü bir ordu hazırlamış olduklarını söyleyip durdu. Münafıkların da bu yolda olanca gayretlerini ortaya koymalanyla, Müslümanlarda müşriklere karşı savaşma hususunda bir gevşeme meydana geldi. Yahudilerle münafıklar, bu duruma son derece sevindiler; "Muhammed, artık şu Müslüman topluluktan kimseyi bu niyetinden vazgeçiremez!" deyip sevinçlerini küstahça izhar ettiler.
Peygamberimizin Kesin Kararı
Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, durumu derhâl Resûli Ekrem Efendimize bildirdiler.
Resûli Ekrem Efendimizin kararı kesindi. "Varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, va'dedilen yere Medine'den hiç kimse gitmek için çıkmasa bile, ben tek başıma oraya çıkar giderim!" dedi.242
Cesaret dolu bu kararlı sözler, Müslümanların kalbinde şimşekler gibi çaktı, Allah'ın da yardımıyla, yüreklerine düşen korku ve tereddüdü bir çırpıda yok etti.
Resûli Ekrem, yerine Abdullah b. Revaha'yı vekil bırakarak bin 500 mücâhidle Medine'den ayrıldı. Sancağı Hz. Ali taşıyordu. Orduda sâdece 10 atlı vardı.
Mücâhidler, ayrıca beraberlerinde ticaret malları da götürüyorlardı. Çünkü, gidecekleri yerde, Araplar her sene bir ticaret pazarı, bir panayır kurarlardı. Sefere çıkışları da zaman bakımından panayır mevsimine rastlıyordu. Eğer düşman gelirse, onunla çarpışacaklardı; şayet gelmezse, ticaretlerini yapmış olacaklardı!
Peygamber Efendimiz, ordusuyla Bedir'e gelip beklemeye başladı. Fakat, düşman kuvvetleri görünürde yoktu.
Zîra, hazırlıklarını tamamlayıp Mekke'den yola çıkan Ebû Süfyan kumandasındaki iki bin kişilik müşrik ordusu, ancak Mecinne denilen nahiyeye kadar gelebilmiş, oradan ileriye tek adım atabilme cesaretini gösterememiş ve Müslümanlarla çarpışmayı, sayıca fazla oldukları hâlde göze alamadıklarından Mekke'ye geri dönmüşlerdi!
Hz. Resûlullah, mücâhidlerle Bedir'de sekiz gece bekledi.
Ticaret pazarına gelen Arap kabileleri, Müslümanların güç ve kuvvetlerini koruduklarını, cesaret ve ümitlerini yitirmediklerini bir kere daha gördüler; nazarlarında Kureyş'in itibarı da böylece kırıldı.
Mücâhidler, düşmanın gelmediğini görünce, panayırda alış veriş yapıp kat kat kâr ettiler.
Sekiz gecelik bekleyişten sonra Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle birlikte sevinç ve ferah içinde Medine'ye döndü.
Bu gazanın diğer bir adı, Küçük Bedir'dir.

215 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 199.
216 217 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 199; İbni Sa'd, Tabakat, c. 2. s. 57. ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 199; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 560.
218 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.
219 Vakidî, Megazi, s. 284285.
220 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.
9O1Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.
222 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 57.
224 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 200.
225 Haşir, 5.
226 Bkz.: Tecrid Tercemesi, c. 12, s. 167.
227 Haşir, 1112.
228 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 58. 9 Haşir, 6.
230 Ibni Seyyid, Uyûnû'lEser c. 2, s. 5051.
231 İbni Seyyid, A.g.e., c. 2, s. 5051.
232 Haşir, 9.
233 Haşir, 8.
234 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 201202.
235 Halebî, Insanû'lUyûn, c. 2, s. 289.
236 ibni Kesir, Sîre, c. 3, s. 165.
237 Halebî, A.g.e., c. 2, s. 289.
238 Buharî, Sahih, c. 3, s. 35.
239 Buharı, Sahih, c. 3, s. 84, 199; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 373, 393; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 120121.
240 ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 99100; ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 58.
241 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 59; Taberî, Tarih, c. 3, s. 41.
242 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 59.



Efendimizin Ümmü Selemeyle Evlenmesi
Asıl ismi "Hind" olan Hz. Ümmü Seleme, Mahzum Oğulları Kabilesinden Ümeyye b. Muğire'nin kızı idi. Kocası Abdullah b. Abdû'1Esed, İslâmiyeti kabul etmesinden dolayı müşriklerin eza ve cefasına mâruz kalınca, Habeşistan'a hicret etmişti. Birçok Kureyşlinin Müslüman olduğu şayiası üzerine Mekke'ye dönmüş, ancak haberin asılsız olduğunu öğrenince, bin bir güçlükle bu sefer Medine'ye göç etmişti.
Habeş ülkesine her iki hicrette de, Hz. Ümmü Seleme, kocasıyla birlikte bulunmuştu.
Kocasının Uhud Harbinde yaralanması sonucu Hicret'in 4. yılının Cemaziyelahir ayı sonuna doğru vefat etmesiyle birlikte, dört çocuğuyla Hz. Ümmü Seleme dul kalmıştı.
Ahidleşmek İstemeleri
Hz. Ümmü Seleme, henüz vefat etmeden, bir gün kocasına, "Duyduğuma göre, Cennetlik kocası ölen Cennetlik bir kadın, sonradan başka birisiyle evlenmezse, muhakkak Allah onu Cennet'te kocasıyla bir araya getirecektir. Aynı şekilde, Cennetlik hanımı ölen Cennetlik bir erkek de, sonradan başka bir kadınla evlenmezse, Allah, muhakkak onu da Cennet'te karısıyla biraraya getirecektir!" dedikten sonra şu teklifi yapmıştı:
"O hâlde gel, seninle sözleşelim: Ne sen, benden sonra evlen; ne de ben, senden sonra evleneyim!"
Fakat, Ebû Seleme bu teklifi kabul etmemiş ve, "Sen, benim sözümü dinle: Ben öldüğüm zaman sen evlen!" demişti; sonra da şu duayı yapmıştı:
"Allah'ım!.. Ümmü Seleme'ye, benden sonra, benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasîb
et!"243
Peygamberimizin, Ümmü Seleme 'yle Konuşması
Hz. Ümmü Seleme, daha önce Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den gelen evlenme tekliflerini kabul etmemişti. Bundan sonra, Peygamber Efendimiz, kendisiyle evlenmek istediği haberini gönderdi. Hz. Ümmü Seleme, mazur görülmesini diledi ve, "Ben hem yaşlı, hem de kıskanç bir kadınım; aynı zamanda çoluk çocukluyum. Şâhid olarak da velilerimden yanımda hiç kimse yoktur." dedi.
Teklifine bu cevabı veren Hz. Ümmü Seleme'ye bu sefer Peygamber Efendimiz gitti ve evlenme teklifini bizzat tekrarladı. Sonra da şöyle konuştu:
"Yaşlı bir kadın olduğunu söylüyorsun: Hâlbuki, bir kadına, kendisinden daha yaşlı bir erkekle evlenmesi ayıp değildir! 'Yetimlerin annesi' olduğunu söyledin: Bunu bil ki, onların geçimleri Allah'a ve Resulüne aittir. 'Kıskanç bir kadınım.' diyorsun: Bunun da senden izalesi için Allah'a dua ederim. Yanında velilerinden kimsenin bulunmadığını söylüyorsun: Onlardan hazır bulunan veya bulunmayanlardan bana razı olmayacak hiçbir kimse yoktur!"
Bunun üzerine Ümmü Seleme, yanında bulunan oğluna dönerek, "Kalk yâ Ömer!.. Beni Resûlullah'a nikâhla."244 dedi.
Böylece, Cenâbı Hakk, Ebû Seleme'nin vefatından önce, "Allahım!.. Ümmü Seleme'ye benden sonra, benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, onu incitmeyecek bir koca nasîb et."245 tarzında yaptığı duasını kabul buyurmuş ve Ümmü Seleme'ye insanların en hayırlısına hanım olmayı nasîb etmiş oluyordu.
Resûli Ekrem Efendimizle evlendiğinde 44 yaşında bulunan Hz. Ümmü Seleme, Hicret'in 59. senesinde 84 yaşında iken vefat etti. Cenaze namazını Ebû Hüreyre (r.a.) kıldırdı ve Bakî Mezarlığına defnedildi.246
Okuma bilen, fakat yazmayı öğrenemeyen Hz. Ümmü Seleme, fıkhı iyi bilenler arasında yer alıyordu. Resûli Ekrem Efendimizden rivayet ettiği hadîs sayısı 378'dir.

243 ibni Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 88.
244 İbni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 8990.
245 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 88.
246 ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 96.



Hicretin 4. Senesinin Diğer Mühim Bazı Hadiseleri
İçkinin Haram Kılınması
İçki, Hicret'in 4. yılında, Benî Nadir Yahudilerinin yurtlarından sürgün edilip çıkarıldıkları sırada haram kılınıp yasaklandı.
İçki, üç safhada inen âyetlerle haram kılındı.
Resûli Ekrem Efendimiz, Medine'ye teşrif ettikleri zaman Müslümanlar arasında da içki içiliyor, kumar oynanıyordu.
Peygamber Efendimiz gelince, ondan içkinin ve kumarın hükmünü sordular. O sırada Hz. Ömer de, "Yâ Rabbi!.. İçki hakkında bize, açık ve kesin bir beyanda bulun!" diye dua etti.
Bir müddet sonra, "Sana, içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: 'Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise, faydalarından daha büyüktür.'"247 mealindeki âyeti kerîme nazil oldu.
Bunun üzerine, Müslümanlardan bir kısmı zararından dolayı içkiyi bıraktı, bir kısmı ise içmeye devam etti.
Ancak, içenler arasında bu arada bazı nahoş durumlar meydana geldi. Hattâ, ashabtan biri, akşam namazım kıldırırken, kıraati yanlış ve ters mânâ çıkacak şekilde karıştırdı.
Hz. Ömer tekrar, "Allah'ım!.. İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!" diye dua etti.Çok geçmeden, "Ey îman edenler!.. Siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bitinceye ve cünüb iken de yolcu olmanız müstesna gusledinceye kadar namaza yaklaşmayınız!"248 mealindeki âyeti kerîme nazil oldu.
Bu da, yasağın ikinci safhasını teşkil ediyordu.
Bunun üzerine Müslümanlar, "Yâ Resûlallah!.. Biz, namaz vakti yaklaşınca içki içmeyiz!" dediler. Peygamber Efendimiz, onlara cevap vermeyip sustu.
Haliyle, Müslümanlar arasında içki içenlerin sayısı da bir hayli azaldı.
Namaz kılınacağı zaman da, Resûli Kibriya Efendimizin emriyle, "Hiçbir sarhoş namaza yaklaşmasın!" diye nida edilirdi.
Buna rağmen Müslümanın biri akşamleyin içki içip namaza geldi.
Hz. Ömer tekrar, "Allah'ım!.. İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!" diye dua etti.
O zaman şu âyeti kerîme nazil oldu:
"Ey îman edenler!.. İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, Şeytan'ın murdar, kötü bir işinden başka bir şey değildir. Bunun için onlardan kaçınınız ki, korktuklarınızdan kurtulup umduklarınıza erebilesiniz!
"Şeytan, içki ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık, bunlardan vazgeçtiniz, değil mi?"249
Bundan sonra Müslümanlar, "Artık içkiden, kumardan vazgeçtik Rabbimiz!.." dediler.
Bu da, içki yasağının üçüncü safhasıydı. Ve böylece, içki, bütün Müslümanlara haram kılınıyordu.
Bu âyetlerin nazil olması üzerine Resûli Kibriya Efendimizin emriyle, münâdî, "Haberiniz olsun ki, içki haram kılınmıştır!" diyerek Medine sokaklarında nida etti.
Bu emri duyan Müslümanlar, evlerinde bulunan bütün içkileri derhâl döktüler. Dökülen içkiler, Medine sokaklarında sel gibi aktı.
Konuyla ilgili birkaç hadîsi de nakledelim:
"Muhakkak ki Allah, içkiye, onu yapana, yapılan yere, onu içene, içirene, taşıyana, taşıtana, satana, satın alana, onun bedelini ve kazancını yiyene lanet etmiştir."250
"Her sarhoş edici şey içkidir ve her sarhoş edici içki haramdır. Kim dünyada devamlı içki içer ve tevbe etmeden ölürse, âhirette o kimse, âhiret şerbeti içemez!"251
"İçkiden uzak durunuz; çünkü o, her kötülüğün anahtarıdır."252
"İçki, ümmü'lhebaistir [bütün murdarlıkların, kötülüklerin anasıdır]."253
"Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır."254
Hz. Zeyneb binti Huzeyme 'nin Vefatı
Peygamberimizin zevcesi Hz. Zeyneb, İslâmiyetten önceki devirde, yoksul ve muhtaçlara çok acıdığı, şefkat ve merhametli davrandığı, onlara devamlı yemekler yedirdiği ve sadakalar verdiği için "Ümmü'lMesakin [Miskinler, Düşkünler Annesi]" diye bilinir ve yâd edilirdi. Resûli Kibriya Efendimizle evliliği Hicret'in 3. yılı Ramazan ayında olmuştu. Hicret'in 4. yılı Rebiülâhir ayı sonunda ise, 30 yaşında iken vefat etti.
Resûli Kibriya Efendimiz, namazını kıldırdıktan sonra onu, Bakî Kabristanına defnetti. Efendimizin hayatında Hz. Haticei Kübra ile Hz. Zeyneb'ten başka zevcesi vefat etmemiştir!
Hz. Ali 'nin Validesi Fâtıma Hâtûn 'un Vefatı
Fâtıma binti Esed, Nebîyyi Muhterem Efendimizin amcası Ebû Tâlib'in zevcesi idi. İlk sıralarda Müslüman olmuş ve Medine'ye hicret etmişti. Peygamber Efendimize çocukluğunda büyük hizmetlerde bulunmuştu. Onu çocuklarından daha çok sever ve ihtimam gösterirdi. Peygamber Efendimiz de her zaman onu saygıyla anar, hâl hatırını sorar, onu ziyaret ederdi.
İşte, yüksek ahlâk sahibi bu İslâm kadını, Hicret'in 4. yılında Medine'de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Resûli Kibriya Efendimiz, ona olan sevgi ve saygısından dolayı, "Bugün, annem vefat etti." dedi.
Hz. Ali (r.a.), "Annem Fâtıma binti Esed vefat ettiği zaman, Resûlullah (s.a.v.), kendi gömleğini sırtından çıkarıp ona kefen olarak sardırdı ve cenaze namazını kıldırdı." demiştir.Resûli Kibriya Efendimiz, bu mübarek ve muhterem kadının kabrine de indi ve bir müddet kabrin içinde uzandı. Sonra kabirden çıktı. Gözleri yaşlarla doluydu. Müslümanlar, "Yâ Resûlallah!.." dediler, "Biz, senin buna yapmış olduğun şeyi, başkasına yaptığını görmemiştik."
Nebîyyi Muhterem Efendimiz, şu cevabı verdi:
"Ebû Tâlib'ten sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir başka kimse olmamıştır. Ona, Cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim! Kabir hayatı kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de kabirde yanına uzandım."255
Bundan sonra da Resûli Zîşan Efendimiz, şu duayı yaptı: "Allah, sana merhamet etsin ve hayırla mükâfatlandırsın!
"Allah, sana rahmet etsin, ey annem!.. Sen, benim annemden sonra annem idin! Kendin aç durur, beni doyururdun! Kendin giymez, beni giydirirdin! En iyi nimetlerden nefsini alıkoyar, bana tattırırdın! Bunu da ancak, Allah rızâsını ve âhiret yurdunu umarak yapardın.
"Allah ki, diriltendir, öldürendir; Hayy ve Kayyumdur O!..
"Allahım!.. Annem Fâtıma binti Esed'i af ve mağrifet et; ona hüccet ve delilini anlat; onun kabrini genişlet!
"Ben Resulünün ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, duamı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah!.."
Peygamberimizin Torunu Hz. Hüseyin 'in Dünyaya Gelişi
Hicret'in 4. yılı Şaban ayında, Resûli Ekrem Efendimizin torunu, Hz. Ali'nin ikinci oğlu Hz. Hüseyin, Hz. Fâtıma'dan dünyaya geldi.Doğumunun yedinci gününde, Peygamber Efendimiz, bu nur topu torunu için akika kurbanı olarak iki koç kestirdi; kulağına ezan okuyup ismini koydu ve saçını kestirdi.
Torunu Hz. Hasan gibi, Hz. Hüseyin de Nebîyyi Muhterem Efendimize benzerdi. Bu her iki torunu için Efendimiz, "Allah'ım!.. Ben, bunları seviyorum; Sen de sev bunları..."'256 diyerek dua etmiştir.
Bir gün, Ebû Eyyûb elEnsârî (r.a.), Resûli Kibriya Efendimizin huzuruna girerken, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'i, önünde oynuyorlar görmüştü:
"Yâ Resûlallah, sen onları çok mu seversin?" diye sorunca. Peygamber Efendimiz şu karşılığı vermişti:
"Nasıl sevmiyeyim ki?.. Bunlar, benim, dünyada kokladığım iki reyhanımdır!"257
Zeyd b. Sabit Hazretlerinin, Arap, İbranî ve Süryanî Yazısını Öğrenmesi
Zeyd b. Sabit (r.a.), Hicret'ten önce Evs ve Hazreç Kabileleri arasında Buas Günü vuku bulan çarpışmalarda babasının ölmesiyle yetim kalmıştı. O sırada altı yaşında idi.
Resûli Kibriya Efendimiz, Bedir'de esir alınan Kureyş müşriklerinden malî durumu fıdyei necat ödemeye müsait olmayan her birisinin, Ensâr çocuklarından 10 çocuğa iyice okuma yazma öğrettiği takdirde serbest bırakılacaklarını bildirmişti. İşte, Zeyd b. Sabit de, o zaman okuma yazma öğrenmiş olan Ensâr çocuklanndandı.
Hz. Zeyd b. Sabit, son derece zekî idi.
Hicret'in 4. senesinde Resûli Ekrem Efendimiz, kendisine Yahudî yazısını, yâni İbranîceyi öğrenmesini emretti ve, "Ben,yazılarımı, onların değiştirmeyeceklerinden emin değilim!"258 buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Zeyd, 15 gün içinde İbraniceyi öğrendi; hattâ onda maharet sahibi oldu. Resûli Kibriya Efendimiz, bundan sonra Yahudîlere bir şey yazacağı zaman, onu Hz. Zeyd'e yazdırır, Yahudilerden gelen yazıları da ona okuturdu.259
Yine bir gün, Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Zeyd'e, "Süryanîce güzelce okuyup yazabilir misin? Çünkü bana, Süryanîce yazılar geliyor." dedi.
Hz. Zeyd cevaben, "Hayır, iyi okuyup yazamam." deyince, Peygamber Efendimiz, "O hâlde, sen onu iyice öğren." buyurdu.
Bu emir üzerine Hz. Zeyd b. Sabit, 17 günde Süryanîceyi öğrendi.260
Hz. Osman'ın Oğlu Abdullah'ın Vefatı
Hz. Osman, Habeşistan'a hanımı Hz. Rukiyye ile birlikte hicret etmişti. Orada bir çocukları dünyaya gelmiş ve ismini Abdullah koymuşlardı.
Abdullah altı yaşında bulunduğu sırada bir horoz yüzünü gözünü gagaladı. Yüzü gözü şişti. Fena hâlde hastalandı. Bu hastalıktan kurtulamayarak da Hicret'in 4. senesi Cemaziyelevvel ayında vefat etti.
Bu torununun cenaze namazını bizzat Peygamber Efendimiz kıldırdı. Kabrine ise, onu, babası Hz. Osman indirdi.261
Abdullah'ın mezar taşını diken Resûli Kibriya Efendimizin gözlerinden yaşlar döküldü. Şöyle buyurdular:"Allah Teâlâ, kullarından, merhametli ve yufka yürekli olanlara rahmet eder!"262

247 Bakara, 219.
248 Nisa, 43.
249 Mâide, 9091.
250 Ebû Davud, Sünen, c. 2, s. 292.
251 Müslim, Sahih, c. 6, s. 100.Hakim, elMüstedrek, c. 4, s. 145.Dare Kutni, Sünen, c. 4, s. 247.
254 Ebû Davud, Sünen, c. 2, s. 294.
255ibni Abdi'lBerr, elistiab, c. 4. s. 1891.
256Tirmizî, Sünen, c. 5. s. 661. Tirmizî, A.g.e., c. 5. s. 657.
258 Taberî, Tarih, c. 3, s. 42; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 5. s. 186.Ebû Davud, Sünen, c. 2, s. 286; Tirmizî, Sünen, c. 5. s. 6768.
260 Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 5. s. 182.
261 İbni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 5354.
262 Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 401.



Hicretin 5. Yılı

Dümetül Cendel ve Beni Müstalik Gazası
DUMETÛ'LCENDEL GAZASI
(Hicret 'in 5. senesi Rebiülevvel ayı / Milâdî 626)
Birkaç Arap kabilesi, Medine'ye 15 gece uzaklıkta bulunan Şam beldelerinden biri olan Dûmetû'ICendel'de toplanarak, gelen giden yolcuları rahatsız ediyor, onlara zulmediyorlardı. Ayrıca, İslâm Devletinin başşehri Medine üzerine yürümeye de hazırlanıyorlardı.26'
Peygamberimiz, bu durumu haber aldı. Vakit geçirmeden bin kişilik ordusuyla yola çıktı. Efendimiz, bu tarz gazalarda dâima düşmanı yerinde ve ânında bastırmak tarzını tercih ederdi. Ordusuyla adı geçen mevkie vardığında ortalıkta kimseler görünmüyordu. Düşman, İslâm Ordusunun üzerlerine gelmekte olduğunu duymuş ve kaçmıştı! Yalnız bir kişiye rastladılar; o da davet üzerine Müslüman oldu.264
Resûli Ekrem Efendimiz, birkaç geceyi burada düşmanı beklemekle geçirdikten sonra Medine'ye geri döndü.
BENÎ MÜSTALIK GAZASI
(Hicret 'in 5. senesi Şaban ayı)
Huzaa Kabilesinden Benî Müstalık Oymağının reisi Haris b. Ebî Dırar, kabilesiyle birlikte etrafta sözünü geçirdiği birkaç Arap kabilesini daha bir araya toplayarak Medine'ye, Müslümanların üzerine yürümeye hazırlanıyordu.279
Böyle bir hazırlığın olduğu haberi Medine'ye ulaştı. Peygamber Efendimiz, önce haberin doğruluk derecesini öğrenmek istiyordu. Bu maksatla, ashabtan Büreyde b. Huseybe'lEslemî'yi vazifelendirdi. Hz. Büreyde, Benî Müstalık yurduna gidecek, durumu öğrenecekti.
Hz. Büreyde, Medine'den ayrılmadan önce, Peygamberimize, onları şüphelendirmemek ve kendini muhafaza etmek gayesiyle hakikate muhalif beyanda bulunup bulunamayacağını sordu. Resûli Ekrem, gerektiğinde böyle hareket edebileceği müsaadesini verdi.
Hz. Büreyde, Müstalık Oğulları yurduna vardı. Onlardan biriymiş gibi davrandı ve, "Ben, sizdenim. Şu adam (Peygamberimizi kastederek) için derlenip toplandığınızı işittim. Ben de kavmimden bana itaat edenlerle size katılmak istiyorum. Onların (Müslümanların) kökünü kazıyıncaya kadar iş birliği yapalım!" diye konuştu.
Benî Müstalıkların reisi Haris b. Ebî Dırar, "Biz de bu iş için hazırlanıyoruz. Bize katılmakta acele et!" dedi.Hz. Büreyde, "Şimdi hayvanıma atlar ve kavmimden büyük bir toplulukla yanınıza gelirim." diyerek oradan ayrıldı.280
Hz. Büreyde, derhâl Medine'ye gelip durumu Resûli Kibriya Efendimize bildirdi.
İslâm Ordusunun Hareketi
Şaban ayının ikinci Pazartesi günü idi.
Resûli Ekrem Efendimiz, 700 kişiyle, yerine Hz. Zeyd b. Harise'yi vekil tâyin ederek Medine'den hareket etti. İslâm Ordusunda 30 kadar at vardı. Ayrıca Ezvacı Tâhirat'tan Hz. Âişe ile Hz. Ümmü Seleme Validemiz de Orduyu Saadet'le birlikte idiler.281
Garibtir ki münafıklar, hiçbir gazaya bu gaza kadar ilgi göstermemişlerdi. Birçoğu İslâm Ordusuna katılmıştı.282 Maksatları, ganimetten istifade etmek ve fırsat kollayarak Müslümanlar arasına fitne fesad düşürmekti.
Müstahk Oğullarının Akıbeti
İslâm Ordusu, Müreysi Suyu başına doğru ilerlerken, düşman casuslarından birini ele geçirdi. Yapılan davet üzerine Müslüman olmayınca, katledildi.283
Bunu duyan Müstalık Oğulları, fazlasıyla korktular; hattâ, etraftan topladıkları birçok kimse, kendilerini terk ederek dagıldı.
Resûli Ekrem Efendimiz, ordusuyla Müreysi Kuyusu başına kadar geldi. Hemen orada kendileri için deriden bir çadır kuruldu. Sonra ordusunu harb nizamına koydu. Muhacirlerin sancağını Hz. Ebû Bekir'e, Ensâr'ınkini ise Sa'd b. Ubade'ye verdi. Hz. Ömer'e, '"Lâ ilahe illallah!' deyiniz de canlarınızı, mallarınızı koruyunuz." diye seslenmesini emretti.
Müstalık Oğulları teklifi kabul etmediler; üstelik, mücâhidlere ok atarak, çarpışmayı bizzat başlatmış oldular.284
Bunun üzerine, mücâhidler de onlara ok atmaya başladılar. Sonra Peygamber Efendimiz, ordusuna birden hücuma kalkma emri verdi. Hücum neticesinde Benî Müstalıklardan 10 kişi öldürüldü, geri kalanları ise esir alındı.285
İslâm Ordusundan ise, sâdece bir mücâhid yanlışlıkla düşmandan biri sanılarak bir Müslüman tarafından şehid edildi.286
Benî Müstalıklardan esir alınanlar 200 kadardı. Birçok deve, sığır ve davar da ganîmet alındı. Ganimet malları bir araya toplandı, usûlüne göre taksim edildi. Esirler ise mücâhidler arasında bölüştürüldü.
Müreysi Kuyusu mevkiinde çarpışma vuku bulduğu için bu gaza, Müreysi Gazası adıyla da zikredilir.287
MÜNAFIKLARIN BİR TERTİBİ
Müreysi Zaferi kazanıldıktan sonra, Peygamber Efendimiz, mücâhidlerle burada birkaç gün istirahat edip beklemeyi uygun bulmuşlardı. Önceden de bahsettiğimiz gibi, bu gazaya, çok sayıda münafık katılmıştı.288 Hattâ, bazı kaynaklara göre, o zamana kadar münafıkların, hiçbir gazaya bu derece ilgi gösterdikleri görülmemişti. Bu ilgileri ve fazla iştirakleri elbette sebepsiz değildi: Bir taraftan ganimete konmak, diğer taraftan gün geçtikçe saflarını sıklaştıran, çoğalan ve kuvvet kazanan Müslümanları, en küçük fırsatları dahi değerlendirerek birbirine düşürmek, aralarına fitne fesad tohumu saçmak...
İşte, bu bekleme esnasında, Hazreç Kabilesinden Benî Amr b. Avf in müttefiki olan Sinan b. Veber elCühenî ile Hz. Ömer'in Benî Gifar'dan ücretle tuttuğu seyisi Cahcah arasında, kuyu başında kovalarının birbirine karışması yüzünden bir kavga çıktı. Cahcah, yumruk ve tokatlarla Sinan'ın yüzünü gözünü kanlar içinde bıraktı. Sinan ise feryadı basıp, "Yetişin ey Ensâr, neredesiniz?" diye bağırdı.
Öte taraftan Cahcah da, "Yetişin Muhacirler, neredesiniz?" diye seslendi.289
Feryadları duyan Ensâr ile Muhacirler derhâl toplandılar. Kılıçlarını sıyırdılar. Az kalsın büyük bir fitne kopacak, Müslümanlar birbirine gireceklerdi. Muhacirlerle Ensâr'ın bazı ileri gelenleri, araya girip, yatıştırıcı konuşmalar yaptılar.
O sırada Resûli Ekrem Efendimiz, topluluğun bulunduğu yere geldi ve, "Câhiliyye insanlarının dâvası mı güdülüyor? Nedir bu çığlıklar, bu feryadlar?.. Derdiniz nedir?" diye sordu.
Ashab, bir Muhacirin Ensâr'dan bir Müslümanı tokatladığını söyleyince, "Bırakınız şu Câhiliyye âdet ve dâvasını... Çünkü o, bir murdarlık, bir kötülüktür. Câhiliyye dâvasını güden, kendini Cehennem'e atmış olur"290 buyurdu.
Bunun üzerine Sinan, Cahcah üzerindeki hak ve dâvasından vazgeçti.
Abdullah b. Übey 'in İşi Alevlendirmesi
Bu esnada münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selül'ün ortaya atıldığı görüldü. Zîra, bu hâdise, onun için ele geçmez bir fırsattı. Bunu bahane ederek Müslümanların arasını bozabilirdi. Nitekim, "Ey Ensâr!.. Bu Muhacirler, sayenizde kuvvet ve şöhrete nail olmuşlarken, şimdi bize böylesine hakaretle muamele ediyorlar." diye bağırdı.
Sonra Şeytanî bir tavırla kavmine dönerek, "Bunları şehrinize getirip yer verdiniz, mal ve erzakınıza ortak yaptınız. Uğradığınız bu hakaretlere tek sebep, yine sizsiniz. Vallahi, bir Medine'ye dönecek olursak en izzetli ve kuvvetli olan (güya kendisi ve etbaı) en zelil ve en zaîf olanı (hâşâ Peygamberimiz ve Muhacirler) oradan sürüp çıkaracaktır."291 diye konuştu. Arkasından da bir sürü herzeler savurdu.
Orada bulunan genç sahabî Hz. Zeyd b. Erkam, Abdullah b. Übey'in bu sözlerine karşı çıktı ve, "Vallahi, kavminin içinde zelil ve menfur olan, ancak sensin! Muhammed (s.a.v.) ise, Allah tarafından azîz kılınmıştırs" dedi.
Başmünâfık, bu sözler karşısında derhâl vaziyet değiştirdi ve, "Ey kardeşimin oğlu!.. Sus! Vallahi, ben şaka yapmıştım!"292 diyerek münafıklığını ortaya koydu.
Hz. Zeyd b. Erkam susmadı. Abdullah b. Übey'den işittiklerini olduğu gibi gelip Peygamber Efendimize haber verdi. Efendimizin rengi birden değişti. Yanında Hz. Ebû Bekir, Hz. Osman, Sa'd b. Ebî Vakkas, Muhammed b. Mesleme gibi Muhacir ve Ensâr'dan zâtlar bulunuyordu. Her şeye rağmen meseleyi tahkik etmeyi uygun buldu. Hz. Zeyd'e, "Sakın, İbni Übey'e karşı bir kin ve düşmanlığından dolayı bunu söylemiş olmayasın?" diye sordu.
Zeyd (r.a.), "Hayır!.. Vallahi, bunları ondan işittim!" dedi.
Resûli Ekrem, tekrar, "Yanlış duymuş olamaz mısın?" diye sordu.
Hz. Zeyd, aynı şekilde bu sözleri münafıkların reisinden kelimesi kelimesine işittiğine dair ikinci defa Allah adına yemin etti.
Abdullah b. Übey'in bu sözleri sarfettiği haliyle orduda duyuldu. Ensâr'dan bazıları, "Kendi kavminin efendisi hakkında haksız yere isnadda bulundun." diyerek Hz. Zeyd b. Erkam'ı kınadılar.
Zeyd, onlara cevaben, "Vallahi, ben bu sözleri ondan işittim! Ve, eğer bu sözleri babamdan dahi işitmiş olsaydım, yine Resûlullah'a gidip söylemekten asla geri durmazdım. Allah Teâlâ'nın, Peygamberine bu hususta vahiy indirip, kimin yalancı olduğunu bildireceğini ve Resûlullah'ın sözlerimi doğrulayacağını umarım." dedi.
Sonra da, "Allah'ım!.. Resulüne, sözlerimi doğrulayacak vahyini indir!"293 diye dua etti.
O sırada Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah!.. Müsaade buyur da şu münafığın boynunu vurayım! Eğer onu Muhacirlerden birinin öldürmesini uygun görmüyorsanız, Sa'd b. Muaz veya Muhammed b. Mesleme'ye emredin, onu öldürsünler!"294 dedi.
Resûli Ekrem bu tekliften memnun kalmadığı gibi, cevabı da düşündürücü oldu: "Eğer ben onun öldürülmesine müsaade edersem, Medine eşrafından birçoğunun gönlüne korku ve endişe düşer. Ayrıca işin iç yüzünü bilmeyen halk, 'Muhammed ashabını öldürüyor.' diye konuşmaya başladıkları zaman durum ne olur?"295
Resûli Ekrem Efendimiz, günün en sıcak saati olmasına rağmen, mücâhidlere derhâl Medine'ye doğru yola çıkmalarını emretti. Hâlbuki, o güne kadar, böyle günün en sıcak saatinde yola çıktığı vâkî değildi.296
Abdullah b. Übey 'in, Söylediklerini İnkâr Etmesi
Resûli Ekrem Efendimiz, Abdullah b. Übey'i yanına çağırdı:
"Bana ulaşmış olan sözleri sen mi söyledin?" diye sordu.
Başmünâfık, söylediklerini inkâr etti: "Hayır! Sana Kitab'ı indirilmiş olan Allah'a yemin ederim ki, ben o sözlerin hiçbirini söylemedim. Zeyd, muhakkak yalancıdır!" dedi.
Peygamberimizden, Sıcakta Yola Çıkmanın Sebebini Sormaları
Peygamber Efendimizin, günün sıcak saatinde ordusunu harekete geçirmesi, Müslümanlar arasında hayretle karşılandı.
Ensâr'ın ileri gelenlerinden Üseyyid b. Hudayr, "Yâ Resûlallah!.. Bu saatte yola çıkmak uygun değildir. Sen, böyle zamanda yola hiç çıkmazdın" dedi.
Resûli Ekrem, "Adamınızın söylediğini duymadın mı?" buyurdu.
Üseyyid b. Hudayr, "Hangi adam, yâ Resûlallah?.." diye sordu.
Peygamber Efendimiz, "Abdullah b. Übeyy..." dedi. Üseyyid b. Hudayr, "Ne söylemiş?" diye sordu.
Peygamber Efendimiz, '"Medine'ye dönünce, en azîz ve kuvvetli olan, en zelil ve zaîf olanı oradan muhakkak sürüp çıkaracaktır.' demiş." dedi.
Üseyyid b. Hudayr, "Yâ Resûlallah!.. İstersen, sen, onu Medine'den sürüp çıkarırsın! Vallahi, zelil ve zaîf olan odur; azîz ve kuvvetli olan da sensin! Yâ Resûlallah, sen, yine de ona rıfk ve şefkat ile muamele buyur! Vallahi, Allah, seni bize getirdiği zaman, kavmi ona hükümdarlık tacı hazırlıyordu. O, elinden saltanatı senin çekip aldığını sanmaktadır!" diye konuştu.297
Peygamber Efendimiz, mücâhidlerin Abdullah b. Übey'in söylediği sözlerle meşgul olmasını istemiyordu. Bunun için hareket emri verdiği günden ertesi günün sabahına kadar yola devam ettiler. Mücâhidler son derece yorulmuşlardı. Güneşin sıcaklığı etrafı basınca konakladılar. Yorgunluk ve uykusuzluktan mecalleri kalmamıştı. Derhâl uykuya daldılar.
Böylece Resûlullah Efendimiz, dedikodunun ordu arasında büyümesine fırsat vermemiş oluyordu.
Şiddetli Fırtınanın İfade Ettiği Mânâ
Resûli Ekrem Efendimiz, ordusuyla Bek'a mevkiinden hareket edeceği sırada şiddetli bir fırtına esti. Mücâhidler korkup ürktüler. Gatafanların reisi Uyeyne b. Hısn'ın Medine'ye baskın yapmış olmasından endişe duydular. Zîra, onunla yapılan anlaşma müddeti son bulmuştu.
Resûli Kibriya Efendimiz, "Size Uyeyne b. Hısn'tan bir zarar gelmez." dedi; sonra da, "Korkmayınız! Bu fırtına, büyük bir kâfirin ölümü dolayısıyla esmektedir!" buyurdu.
Gerçek, Resûli Ekrem Efendimizin haber verdiği gibiydi. Medine'ye vardıklarında, münafıklara arka çıkan Yahudî büyüklerinden Rifaa b. Zeyd b. Tabut'un aynı gün ölmüş olduğunu öğrendiler.298 Bu adam, Peygamberimizin ve İslâm'ın azılı düşmanlarından biriydi.
Hz. Abdullah'ın Teklifi
Kaderin cilvesi bu... Abdullah b. Übey nifakın reisliğini yaparken, oğlu Abdullah ise İslâm'ı fevkalâde bir ciddiyet ve ittika içinde yaşayan hâlis bir Müslümandı. Babasının sözlerini duyunca, Resûli Ekrem'in huzuruna çıktı.
"Yâ Resûlallah!.. Babamla aranızda geçen hâdiseyi işittim. Onu öldürmek istediğinizi haber aldım. Eğer bu işi muhakkak yapacaksanız, bana emir buyurunuz, şu anda gidip başını Huzuru Şerife getireyim! Bütün Hazreçliler bilirler ki, babama pek ziyade muhabbetim vardır. Onun öldürülmesini başkasına havale ederseniz, ihtimal ki, o adama karşı nefsimde bir düşmanlık meydana gelir ve bir kâfire karşı bir mü'mini öldürerek Cehennem'e müstahak olurum!" diye konuştu.
Sahabîdeki îman, işte böylesine kuvvetliydi: Resûlullah ve Müslümanlara hakaret eden babasının başını kesecek kadar!..
Resûli Ekrem, verdiği cevapla, bu kahraman sahabîyi tesellî etti: "Ey Abdullah!.. Babam öldürmeyi istemedim; hiç kimseyi de onu öldürmekle vazifelendirmedim. Aramızda yaşadıkça ona iyi davranırız!"299
Hz. Abdullah 'in, Babasının Önünü Kesmesi
İslâm Ordusu, Medine'ye yaklaşmıştı.
Akik denilen vadide Hz. Abdullah atından indi. Babası Abdullah b. Übey'in önünü kesti. Devesini ıhdırıp çöktürdü ve, "İzzet ve kuvvetin Allah'a ve Resulüne âit olduğunu söylemedikçe, seni asla bırakmayacağım!" dedi.
Başmünâfık birden şaşkına döndü. Bu sözleri hiddetli hiddetli söyleyen, oğlu Abdullah idi. Bunun nasıl yapabilirdi? îman etmiş görünen münafık, elbette gerçek bir îmanın insana neler yaptırabileceğini bilemezdi! Oğluna, "Demek, sen, bu kadar insanlar arasında beni Medine'ye sokmayacaksın, öyle mi?" dedi.Hz. Abdullah, "Evet." dedi, "bugün insanlar arasında, en azîz kimdir, en zelil kimdir, sana öğretmeden seni asla bırakmayacağım! Hattâ, izzet ve şerefin Allah'a ve Resulüne âit olduğunu burada itiraf ve ikrar etmezsen, boynunu vururum!"
Başmünâfık, Hz. Abdullah'ın sözlerinde kararlı olduğunu anlayınca, mecburen, "Ben şehâdet ederim ki, izzet ve kuvvet, Allah'a, Resulüne ve mü'minlere aittir." dedi.
Hâdiseyi duyan Resûli Ekrem Efendimiz, Hz. Abdullah'a, "Allah, seni Resulünden ve mü'minlerden dolayı hayırla mükâfatlandırsın." diyerek dua etti ve babasını serbest bırakmasını da kendisine emretti.300
Medine 'ye Geliş
Resûli Ekrem Efendimiz, 28 gün sonra Ramazan hilâli doğduğu zaman ordusuyla Medine'ye geri döndü.301
MÜNAFIKLAR HAKKINDA MÜSTAKİL SÛRE İNMESİ
Bütün bu olup bitenlerden sonra, başmünâfık Abdullah b. Übey b. Selül ile diğer münafıklar hakkında müstakil bir sûre nazil oldu. Sûrede meâlen münafıkların vasıflarından şöyle bahsediliyordu:
"Münafıklar sana geldikleri zaman, 'şehâdet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah'ın Peygamberisin.' dediler. Allah da bilir ki, sen elbette ve elbette O'nun Peygamberisin. Fakat, Allah, o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da biliyor.
"Onlar, yeminlerini bir kalkan edindiler ve Allah'ın yolundan saptırdılar. Hakikat, onların yaptıkları şeyler ne kötüdür!
"Bu (kötü amelleri şundandır): Çünkü onlar, (zahiren) îman ettiler; fakat, sonra kalbleriyle kâfir oldular. Bu yüzden kalblerinin üstüne (küfür) mühr(ü) basıldı. Onun için onlar (îman hakikatini) anlamazlar.
"Onları gördüğün zaman, gövdeleri (kalıpları kıyafetleri belki) hoşuna gider. Eğer söylerlerse sözlerini dinlersin. Hâlbuki onlar, giydirilmiş (kocaman) odunlar gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar. Asıl düşman, onlardır. O hâlde onlardan sakın. Allah gebertsin onları!.. Nasıl olup da (haktan) döndürülüyorlar?"302
Sûrenin daha sonraki âyetlerinde ise, Abdullah b. Übeyy'in sarfettiği sözlerden bahsediliyor ve meâlen şöyle deniliyordu:
"Onlar öyle kimselerdir ki, 'Allah'ın peygamberi yanında bulunan kimseleri beslemeyin. Tâ ki, dağılıp gitsinler/ diyorlardı. Hâlbuki, göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat, o münafıklar ince anlamazlar.
"Onlar, 'Eğer Medine'ye dönersek, andolsun, en şerefli ve kuvvetli olan(ımız) oradan en hakir (ve zaîf) olanı muhakkak çıkaracaktır.' diyorlardı. Hâlbuki, şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, Peygamberinindir, mü'minlerindir. Fakat, münafıklar bunu bilmezler."303
Allah, Zeyd'i Tasdik Etti
Bu âyetler nazil olup, münafıkların, yalancıların tâ kendileri oldukları haber verilince, Resûli Ekrem Efendimiz, Hz. Zeyd b. Erkam'ı huzuruna çağırdı. Kulağından tuttu ve, "İşte, Allah yolunda kulağıyla vazifesini yerine getirmiş olan genç budur!" buyurdu; sonra da, "Ey Zeyd!.. Allah, seni tasdik etti!" dedi.304

263 ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 62.
270 Ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 63.
280 Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 584.
281 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 63.
282 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 63.
283Vakidî, Megazi, c. 1, s. 406.
284 ibni Kesir, Sîre, c. 3, s. 298.
285 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 64.
286 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 302; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 64.
287 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s, 302.
288 ibni Sad, A.g.e., c. 2, s. 63.
289 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 303.
290 Buharı, Sahih, c. 4. s. 160.
291 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 303.
292 Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 597.
293 Vakidî, A.g.e., c. 2, s. 417. Taberî, Tefsir, c. 28, s. 114.
295 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 303.
296 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 303.
297 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 304.
298 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 304.
299 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 305.
300 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 65.
301 Ibni Sa'd, A.g.a., c. 2, s. 65.
302 Münâfikûn, 14.
303 Münâfikûn, 78.
304 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 305.


Efendimizin Hz. Zeyneb ve Hz. Cüveyriye'yle Evlenmesi
PEYGAMBERİMİZİN, HZ. ZEYNEB BİNT-İ CAHŞ'LA EVLENMESİ
(Hicret 'in 5. senesi Zilkade ayı)
Hz. Zeyneb bint-i Cahş, Resûl-i Ekrem Efendimizin halası Ümeyme bint-i Abdûlmuttâlib'in kızı idi. Daha önce Peygamber Efendimizin evlâdlık edindiği Hz. Zeyd b. Harise'yle evlenmişti. Bu evliliğin dünürlüğünü de bizzat Resûl-i Ekrem Efendimiz yapmıştı265
Hz. Zeyneb ve ailesi böyle bir evliliği istemedikleri hâlde, sırf Peygamber Efendimizin ısrarı üzerine rıza göstermişlerdi.266
Hz. Zeyd 'in, Hz. Zeyneb'den Boşaması
Hz. Zeyd, izzetli zevcesi Hz. Zeyneb'i kendisine manen kü-füv [denk] bulmuyordu. Bu durum, manevî imtizaçsızlığa sebep oluyordu. Nitekim, evliliklerinin birinci yılı henüz bitmişken, Hz. Zeyd, Peygamber Efendimize gelerek, "Yâ Resûl-allah!.. Ben, ailemden ayrılmak istiyorum." dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, cevaben, "Zevceni tut, boşama! Allah'tan kork!" buyurdu267
Fakat Hz. Zeyd, Hz. Zeyneb'in başka yüksek bir ahlâkta yaratılmış olduğunu ve bir peygambere hanım olacak fıtratta bulunduğunu ferasetiyle hissetmişti. Kendisini de ona zevç olarak fıtratta manen küfüv bulmadığ için boşadı.
Peygamberimizin, Allah 'in Emriyle Hz. Zeyneb 'i Alması
Peygamber Efendimiz, "manevî geçimsizlik" sebebiyle Hz. Zeyd ile Hz. Zeyneb arasındaki evliliğin dolayı son bulmasından son derece üzüldü. Çünkü, bu evliliği kendisi arzu etmişti. Durumun düzeltilmesi, mahzun Zeyneb (r.a.) ile hâdiseden dolayı üzülen akrabalarının gönlünün alınması gerekiyordu.
Hz. Zeyneb'in iddeti [boşandıktan sonra beklemesi gereken müddet] dolmuştu. Bu sırada 35 yaşında bulunuyordu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün, Hz. Âişe Validemizle o-turmuş, sohbet ediyordu. Bu esnada kendisine vahiy geldi. İnen âyetlerde Cenâb-ı Hakk şöyle buyurdu:
"Vakta ki Zeyd, o kadından alâkasını kesti, onu boşadı— kadın da iddetini tamamladı—; Biz de, onu sana zevce yaptık. Tâ ki, evlâdlikların, kendilerinden alâkalarını kestikleri zevcelerini almakta mü'minler üzerine günah olmasın.
"Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
"Allah'ın, üzerine farz ve takdir ettiği herhangi bir şeyi îfa etmesinde Peygamber'e hiçbir vebal olmaz.
"Nitekim, daha önceki peygamberlerde de, bu, Allah'ın (tatbik ettiği) âdetidir. Allah'ın emri, behemehal yerini bulan bir kaderdir."268
Vahiy hâli sona erince, Peygamber Efendimiz gülümsedi ve, "Allah'ın, onu bana gökte nikahladığını, Zeyneb'e kim gidip müjdeler?" buyurdu.Âyet-i kerîmelerden açıkça anlaşılacağı gibi, Cenâb-ı Hakk, Zeyneb'i zevceliğe alması için Peygamberimize emir vermiştir. Resûl-i Ekrem Efendimiz de, bu emre uyarak, Hz. Zeyneb'i zevceliğe almıştır. Âyet-i kerîmedeki "Biz onu sana zevce yaptık." beyanı, bu nikâhın bir akd-i semavî olduğuna açıkça delâlet ediyor. Demek ki, bu nikâh, harikulade, örf ve zahirî muamelelerin üstünde ve sırf kaderin hükmüyledir ki, Resûl-i Kibriya Efendimiz de, kaderin o hükmüne boyun eğmiştir. Nefsî arzularla hiçbir ilgisi yoktur.
BU EVLİLİĞİN MÜHİM BİR HİKMETİ
Cenâb-ı Hakk'ın emriyle Peygamber Efendimizle Hz. Zeyneb arasında kurulan bu evliliğin ehemmiyetli bir şer'î hükmü olduğu gibi, bütün mü'minleri ilgilendiren bir hikmeti ve fayda tarafı da vardı. Bu konuyla ilgili gelen vahyin, "Tâ ki, evlâdlıkların, kendilerinden alâkalarını kestikleri zevcelerini almakta mü'minler üzerine günah olmasın" mealindeki kısmında beyan buyurulmuştur. Çünkü, Câhiliyye devrinde, bir kimse birisini evlâd edindiği zaman, halk, evlâdhğı, onun adıyla anar ve evlâdlık, öz evlâd gibi o kimsenin mirasından faydalanırdı. Haliyle, bu inanca göre, evlâdlığın boşadığı kadını, onu evlâd edinen kimse alamazdı, bu haramdı.
İşte, Peygamber Efendimizin, Allah Teâlâ'nın emrine uyarak, Hz. Zeyneb'i zevceliğe almasıyla, Câhiliyye devrinin bu inanç ve âdetinin bâtıl olduğu ortaya kondu. Böyle bir durumda mü'minler için de vebal ve günahın söz konusu olamayacağı belirtildi.*
Câhiliyye devrinin bu evlâd edinme âdeti, Kur'ân-ı Kerîm'in şu mealdeki âyet-i kerîmeleriyle ortadan kaldırılmıştır:
"Allah, evlâdlıklarınızı öz oğullarınız gibi tanımadı. Bu, mücerred, sizin ağzınızdan çıkan bir sözdür. Hâlbuki, Allah hak söyler ve kullarını doğru yola şevkle hidâyete kılar.
"Evlâd edindiğiniz kimseleri babalarına nisbet edin. Zîra, Allah katında insanları babalarına nisbet etmek sevab ve adalettir. Eğer, onların babalarının kim
Münafıkların Dedikoduları
Peygamber Efendimiz, Hz. Zeyneb'Ie evlenince, her meselede fırsat kollayıp Müslümanlar arasında fitne ve fesad çıkarmaya can atan münafıklar, bu meselede de ileri geri konuşmaya başladılar. Câhiliyye devri inancına göre, evlâdlığın boşadı-ğı karısını almayı haram sayıp, bunu Resûl-i Ekrem Efendimiz aleyhinde dedikodu vesilesi yapıp, "Muhammed, evlâdın karısıyla evlenmeyi haram kıldı, kendisi ise oğlu Zeyd'in boşadı-ğı karısıyla evlendi." yaygaraya başladılar.269 Gelen vahiy bu hususa da cevap veriyordu: "Muhammed, erkeklerinizden hiçbirinin öz babası değildir (Tabiî ki, Zeyd'in de öz babası değildir). Fakat o, Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir."270
Peygamberlerin, ümmetlerine bir baba gibi nazar ve hitabları risâlet vazifesi itibarıyladır, beşerî şahsiyetleri itibarıyla değildir. Bu bakımdan, elbette onlardan zevce almanın uygun olmayacağından bahsedilemez. Kur'ân-ı Kerîm, zihinlerde bu hususta uyanacak herhangi bir istifhamı bertaraf etmek maksadıyla, mealini aldığımız son âyet-i kerîmeyle manen şöyle demektetir:
"Peygamber rahmet-i İlâhîye hesabıyla size şefkat eder, pe-derâne muamele eder ve risâlet nâmına siz onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsîyet-i insaniye itibarıyla pederiniz değildir ki sizden zevce alması münasip düşmesin! Ve sizlere 'Oğlum.' dese, ahkâm-ı şeriat itibarıyla siz onun evlâdı olamazsınız!"271
Böyle birçok cihetten hikmetleri bulunan ve hayırlara vesile olan bu pâk ve nezih evliliğe toz kondurmak ve bununla da— olduğunu bilmiyorsanız, o hâlde onlar dinde sizin kardeşleriniz olmakla beraber, dostlarınızdır da... Hata etliklerinizde ise, size bir vebal yoktur. Allah Teâlâ, kullarının geçmiş günahlarını mağrifet ve gelecekte merhamet eder." (Ahzab, 4-5). hâşâ— Resûl-i Kibriya Efendimizin yüce şahsiyetine gölge düşürmek niyetiyle çırpınıp duranların, hüsn-i niyetten ne kadar uzak ve maksatlı hareket ettikleri, elbette ki bu izahlarımız neticesinde, basiret ve feraset sahibi mü'minlerin gözünden kaçmaz.
Düğün Ziyafeti ve Bir Mucize
Evliliklerinde ashabına düğün ziyafeti tertiplemek, Resûl-i Ekrem Efendimizin bir âdeti idi. Bu âdet, Müslümanlar arasında da günümüze kadar sünnet olarak devam edip gelmiştir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Hz. Zeyneb'le evlendiği gün, Enes b. Mâlik'in annesi Ümmü Süleym, kendilerine yağda kavrulmuş biraz Medine hurması gönderdi. Gönderilen hurma küçük bir kap içinde ancak Peygamber Efendimiz ve Hz. Zeyneb'e kâfi gelebilecek kadardı.
Hâdiseyi, bu bir avuç hurmayı getiren "Hadim-i Nebevi" unvanıyla şöhret bulan Hz. Enes b. Mâlik şöyle anlatır:
"Nebî (s.a.v.), götürdüğümü kabul etti ve, 'Bana, Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi (r.a.) çağır.' diye emretti; bu arada daha birçok kimsenin ismini zikretti. Resûlullah'ın azıcık bir yiyecek için birçok kimseyi çağırmayı bana emretmesine şaştım. Ama emrine aykırı hareket edemezdim. Onların hepsini çağırdım.
"Bu sefer bana, 'Bak, mescidde kim varsa, onları da çağır.' dedi. Öyle yaptım. Mescide gidip, orada namaz kılan kimi buldumsa onlara, 'Resûlullah'ın düğün ziyafetine buyurunuz!' dedim. Geldiler.
"Nihayet sofa doldu.
"Bana, 'Mescidde kimse kalmadı mı?' diye sordu.
"'Hayır.' dedim.
"Bu sefer, 'Bak, yolda kim varsa, onları da çağır." dedi.
"Çağırdım. Odalar da doldu.
"'Gelmeyen kimse kaldı mı?' diye sordular. '"Hayır, yâ Resûlallah!..' dedim. '"Haydi, çanağı getir.' buyurdu. "Getirip önüne koydum.
"Elini çanağın üzerine koyup bereket duasında bulundu. Bundan sonra, 'Onar onar halkalansınlar ve herkes kendi ö-nünden yesin.' buyurdu.
"Davetliler, emredilen şekil üzere oturarak doyuncaya kadar yediler. Böylece bütün davetliler bölük bölük gelip yiyip gittiler.
"Ben çanaktaki hurmaya ve yağa bakıyordum. Sofada ve o-dalarda bulunanların hepsi ondan doyuncaya kadar yediler. Çanakta kalan ise getirdiğim kadardı!
"Resûlullah bana, 'Ey Enes, kaldır!' diye emretti.
"Ben de çanağı kaldırdım. Sonra da annemin yanına vardım. Hâdiseyi olduğu gibi anlattım.
"Annem de bana, 'Hiç hayret etmene gerek yok! Eğer Allah, ondan bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyarlardı.' dedi."272
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) dini, daveti ve risâleti umumî olduğu için, hemen hemen kâinatın her nevinden mucizelere mazhar olmuştur. Duasıyla yemeklerin bereketlenmesi hususunda da birçok mucize göstermişlerdir. Mevzuyla ilgisi bakımından bu mucizeyi burada naklettik. Ve, dua ediyoruz:
"Yâ Rab!.. Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.) bereketi hürmetine bize ihsan ettiğin maddî ve manevî rızkımıza bereket ihsan eyle!"
HİCAB ÂYETİNİN NAZİL OLMASI
Hz. Zeyneb'in düğün yemeğine davet edilenler, dağılmış, sâdece üç kişi kalmıştı. Bunlar oturup konuşmaya dalmışlardı. Peygamber Efendimiz bu durumdan hoşlanmadı. Kalkıp Hz. Aişe'nin odasına kadar gitti. Sonra birbiri ardınca diğer Ezvac-ı Tâhirat'ın da odalarına uğradı. Oturup konuşanlar gitmişlerdir zannıyla döndü. Fakat, onlar hâlâ konuşmalarına devam ediyorlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onlara bir şey diyemedi. Tekrar, Hz. Aişe Validemizin odasına doğru gider gibi davrandı. Bu sırada onlar da kalkıp gittiler. Peygamber Efendimize haber verilince hemen geri döndü. Hücre-i Saadet'e girdi.
Daha önceleri de Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah!.. Hanımlarınızı perde arkasına alsanız... Zîra, huzurunuza her çeşit insan gelir, gider." derdi. Fakat, Cenâb-ı Hakk tarafından herhangi bir emir gelmediğinden, Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Ömer'in bu sözüne karşı sükût ederdi. Hattâ, bir gün Ezvac-ı Tâhirat'tan Hz. Sevde'yi dışarıda görmüş ve "Ey Şevde!.. Biz seni tanıdık!" demişti.273 Bu sözü, hicab hakkında İlâhî emrin gelmesini şiddetle arzu ettiği için sarfetmişti.
Hz. Zeyneb'in düğün yemeğinde de yukarıda bahsettiğimiz hâdise meydana gelince, hicab âyeti nazil oldu:
"Ey îman edenler!.. Bundan sonra Peygamber'in evlerine— yemeğe davet edilmeden, vakitli vakitsiz—girmeyin. Fakat, davet olunduğunuz zaman girin. Yemeği yediğiniz zaman da-ğılın. Söz dinlemek veya sohbet etmek için de (izinsiz) girmeyin. Çünkü bu, Peygamber'e eza vermekte. O, 'Girmeyiniz veya kalkıp gidiniz.' demekten sıkılıyordun Allah ise, hakkı açıklamaktan çekinmez. Bir de, onun zevcelerinden lüzumlu bir şey istediğiniz vakit, perde ardından isteyin. Bu, hem sizin kalbleriniz, hem onların kalbleri için daha temizdir. Sizin, Allah'ın Resulüne eza vermeniz (doğru) olmadığı gibi, kendinden sonra zevcelerini nikâhla almanız da ebedî caiz değildir. Bu, Allah katında çok büyük günahtır."274
Nazil olan bu âyet-i kerîmeyi, Peygamber Efendimiz, dışarı çıkıp halka okudu. Bunun üzerine Ezvac-i Tâhirat da perde arkasına çekildiler.275
Bundan sonra, neseb ve süt emme yönünden akraba olanlar ile hizmetçi ve hürriyetlerine kavuşmak için anlaşma yapmış bulunanlar dışmdakilerle Ezvac-ı Tâhirat gerektiği zaman, ancak perde arkasında konuşur, görüşürlerdi.276
Bir gün, Peygamber Efendimizin yanında Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Meymûne bulunuyordu. Bu esnada âmâ olan Abdullah İbn-i Ümmî Mektum (r.a.) içeri girdi. Peygamber Efendimiz, hanımlarına, "Perde arkasına çekiliniz." diye emretti.
Onlar, "Yâ Resûlallah!.. O âmâ değil midir? Gözleri görmez ve bizi tanımaz." dediler.
Peygamber Efendimiz, "Siz de âmâ mısınız? Onu görmüyor musunuz?" diye buyurdu.277
MÜSLÜMAN KADINLARA TESETTÜRÜN EMREDİLMESİ
Bir kısım edebsiz münafıklar, köle kadınlara sataşırlardı. Zaman zaman şâir kadınları da, köle zannıyla rahatsız ederlerdi.
Bunların, mü'minlerin hanımlarını da rahatsız ettikleri olurdu. Neden böyle yaptıkları sorulduğunda ise, "Biz onları köle sanmıştık!" diyerek mazeret uydururlardı.
Bu hâdiseler üzerine, Müslüman kadınların örtünmelerini emreden şu âyet-i kerîme nazil oldu:
"Ey Peygamber!.. Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına, iç elbiselerinin üzerlerine cilbablarını [örtülerini] giymelerini söyle! Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine daha uygundur."278
PEYGAMBERİMİZİN, HZ. CÜVEYRİYE'YLE EVLENMESİ
Hz. Cüveyriye, Benî Müstalık Kabilesi Reisi Haris b. Ebî Dırar'ın kızı idi. Müreysi Gazasında alınan esirlerden biri de oydu. Kocası Müsafı b. Safvan, Peygamberimizin amansız düşmanlarından biriydi. Harbte öldürülünce, Hz. Cüveyriye dul kalmıştı.
Esirler, mücâhidler arasında bölüştürüldüğü zaman, Hz. Cüveyriye, Sabit b. Kays ile amcası oğlunun hissesine düşmüştü.305
Hz. Cüveyriye, Sabit b. Kays'la anlaşmış, kesişme yapmıştı. Tâyin edilen fidyeyi ödediği takdirde hürriyetine kavuşacaktı. Fakat, fidye ödeyecek imkânı yoktu. Bu sebeple Peygamber Efendimize müracaat etti ve fidye-i necatının ödenmesi hususunda yardım talebinde bulundu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, ona, "Sana, bundan daha hayırlı olan yok mudur?" diye sordu.
Beklenmedik bir soruya muhatab olan Hz. Cüveyriye, birden şaşırdı. Hürriyetine kavuşmaktan, tekrar anne ve babasına, yurduna varmaktan daha hayırlı ne olabilirdi?
Bir anlık bir tereddütten sonra, "Yâ Resûiallah!.." dedi, "Hakkımda yapacağınız bundan daha hayırlı şey nedir?"
Peygamber Efendimiz, "Senin fidye-i necatını ödemem ve seni zevceliğe kabul etmenidir." buyurdu.
Hz. Cüveyriye bütün bütün şaşırdı. Esaretten kurtulduğu gibi, böylesine büyük bir şerefe de nail olacaktı. Bir an kendi âlemine daldı. Peygaımber Efendimizin yurtlarına varmadan birkaç gün önceki rüyasını hatırladı: Ay, Medine'den sanki yürüyüp gömleğine girmişti.306 Bir anlık şaşkınlıktan sonra, yüzünde sevinç alâmetleri belirdi. Peygamberimizin teklifine cevabı şu oldu:
"Yâ Resûlallah!.. Eğer beni bu şerefe nail ederseniz, şüphesiz benim için bundan daha hayırlı bir devlet ve saadet olamaz!"307
Haris b. Ebî Dırar'ın Müslüman Olması
Hz. Cüveyriye'nin babası Haris b. Ebî Dırar da, o sırada, kızını kurtarmak için yanına develer alarak Medine'ye doğru yola çıkmış idi. Akik Vadisine varınca develerine baktı. Kıyamadığı ikisini, vadide iki dağ arasında kuytu bir yere sakladı. Sonra, Peygamber Efendimizin huzuruna geldi.
"Yâ Muhammedi.. Kızımı esir almışsınız. Şunlar, onun fidye-i necatıdır." diye konuştu.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, "Akik'te, filân dağlar arasında filân kuytuya saklamış olduğun iki deveyi neden getirmedin?" diye sordu.
Haris, birden şaşırdı. Hiç kimse, develeri oraya saklamış olduğunu bilmiyordu. Artık beklemek manasızdı. Derhâl, "Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur; muhakkak sen de Allah'ın Resulüsün! Vallahi, yaptığımı Allah'tan başka kimse bilmiyordu!" diyerek Müslüman oldu. Onunla birlikte,iki oğlu ve kavminden yanında bulunanlar da orada Müslüman oldular.'08
Peygamberimizin, Hz. Cüveyriye 'nin Fidye-i Necatını Ödemesi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Sabit b. Kays'a (r.a.) haber gönderip, durumu kendisine arzetti. Hz. Cüveyriye'yi kendisinden istedi. Sabit b. Kays tereddüt göstermeden, "Babam anam sana feda olsun yâ Resûlallah!.. Sana onu bağışladım!" dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, fıdye-i necatını ödeyerek Hz. Cüveyriye'yi babasına teslim etti.
Hz. Cüveyriye 'nin, Peygamberimizle Evlenmesi
Müslüman olan Hz. Cüveyriye'yi zevceliğe kabul etmek ü-zere, Peygamber Efendimiz, onu, babası Haris b. Ebî Dırar'dan istedi. Baba Haris buna muvafakat gösterdi.
Peygamber Efendimiz, 400 dirhem mehir vererek Hz. Cüveyriye'yi zevceliğe aldı.309
Peygamber Efendimizin Hz. Cüveyriye'yi zevceliğe aldığını gören Ashab-ı Kiram, "Resûlullah'ın zevcesinin akraba ve taallûkatı artık esir kalmamalıdır." diyerek ellerindeki bütün esirleri serbest bıraktılar. Bu esirler arasında sâdece 100 tane kadın vardı.
Bunun için Hz. Âişe der ki:
"Ben, kavmi için Cüveyriye'den daha hayırlı, daha mübarek bir kadın bilmiyorum!"310
Gerçekten de, Hz. Cüveyriye bahtiyar bir kadındı. Bir günde, esir iken hem Resûl-i Ekrem Efendimize zevce olma şerefi ve saadetine erdi, hem de kavminin esaretten kurtulmasına sebep oldu.
Peygamber Efendimizin Hz. Cüveyriye'yi zevceliğe aldığını duyan Müstalık Oğullarından birçok kimse de, bu mürüvvet ve âlicenablığa hayran kalıp, Medine'ye gelerek Müslüman oldular.
Peygamber Efendimizin bütün evliliklerinde ayrı ayrı hikmet ve maslahatlar vardır. Bu evliliğinde de içtimaî bir hikmet ve maslahatı göz önünde bulundurmuştur. O da, kalbleri kendisine ve İslâm'a ısındırmak, kabileleri akrabalık bağı kurarak etrafında toplamak, kendisine ve İslâm'a yardımcı kılmaktı. Malûmdur ki, insan bir kabileden veya bir aşiretten evlendiği zaman, onun ile o kabîle veya aşiret arasında bir yakınlık meydana gelir; bu da, tabiî olarak, onları o insanın yardımına koşturur.
İşte, Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Cüveyriye'yle evlenmesinde bu maksat ve gayeyi gütmüştür. Ve bunda, görüldüğü gibi, muvaffak da olmuştur.
Hz. Cüveyriye 'nin Asıl Adı
Hz. Cüveyriye'nin asıl adı "Berre" idi. Bu ismi beğenmeyen Resûl-i Ekrem Efendimiz, evlendikten sonra, ona cariyenin musağğarı olan ve "kadıncık" veya "kızcağız" mânâsına gelen Cüveyriye ismini taktı."1
Hz. Cüveyriye, son derece ittika sahibi idi. Yoksullara, fakirlere karşı son derece şefkatli, merhametli davranırdı. Yemez, başkasına yedirir; içmez, başkasına içirirdi.
Bir gün Resûl-i Ekrem, odasına girerek, "Yiyecek bir şey var mı?" diye sormuştu.
Hz. Cüveyriye, "Hayır yâ Resûlallah!.. Yanımda yiyecek bir şey yok. Sâdece bir davar kemiği vardı ki, onu da kadın âzadhmıza sadaka olarak verdim!"312 cevabını vermişti.
Hz. Cüveyriye, Hicret'in 57. yılında vefat etti. Bakî Mezarlığına defnedildi.

265 İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 101.
266 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 101; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 354; ibn-i Kesir,Tefsir, c. 3, s. 491.
267 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 101; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 354; İbn-i Kesir,Tefsir, c. 3, s. 491.
268 Ahzab, 37-38.
269Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 352. 270 Ahzab, 40.
271Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 28-29.
270 Müslim, Sahih, c. 2, s. 1051.
273 Müslim, Sahih, c. 4. s. 151.
274 Ahzab, 53.Müslim, Sahih, c. 4, s. 151.
276 Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 177.
277 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 178.
278 Ahzab, 59.
306 İbn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 303.
307 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 307; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 117.
308 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 308.
309 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 308.
310 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 308; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 177.
311 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 118.
312 Ahmed İbn-i Hanbel, Müsrıed, c. 6, s. 430.



İfk Hadisesi
Zahiren îman etmiş görünüp hakikatte îman etmemiş münafıklar güruhu, her zaman her fırsatta Resûli Ekrem Efendimizi ve ashabını rahatsız etmek gayret ve maksadını taşıyorlardı. Bu maksatlarında muvaffak olmak için de ellerinden gelen her yola başvurmaktan asla çekinmiyorlardı. Öyle ki Kâinatın Efendisinin lekesiz, tertemiz mahrem hayatına dil uzatacak kadar küstah ve âdice hareket edebilme cür'etini bile gösterebiliyorlardı.
İfk Hâdisesi, Hz. Aişe (r.a.) Validemize, münafıkların reisi Abdullah b. Übeyy tarafından yapılan iftira hadisesidir. Hâdise şöyle cereyan etmiştir:
Hz. Âişe'den (r.a.) öğrendiğimize göre, Resûlullah (s.a.v.) herhangi bir sefere çıkacakları zaman Ezvacı Tâhirat arasında kur'a çeker, kur'a kime düşerse onu beraberinde götürürdü.313 Benî Müstalık Gazasında ise, kur'a, Hz. Âişe Validemize düşmüştü.314
Hâdisenin bundan sonrasını bizzat Hz. Âişe Validemiz şöyle anlatmıştır:
"Resûlullah'la beraber sefere çıkmıştım. Bu sefer, hicab âyeti inzal buyurulduktan sonra idi. Bunun için ben hevdeçin içinde taşınır, konak yerine de yine hevdeç içinde indirilirdim. Bu suretle gittik.
"Resûlullah (s.a.v.) bu gazasından (Benî Müstalık) dönüyordu. Medine'ye yaklaştığımızda bir konak yerine indi. Gecenin bir bölümünü orada geçirdi. Sonra göç edilmesini emretti.
"Hareket emri verildiği zaman, ben kalkıp ihtiyacımı gidermek için yalnız başıma ordudan ayrılıp gittim. Kazayı hacet ederek, dönüp bindiğim devenin yanına geldim. Göğsümü yokladığımda, Yemen göz boncuğundan dizilmiş gerdanlığımın kopmuş olduğunu farkettim. (Bu gerdanlığı annesi Ümmü Ruman düğün hediyesi olarak takmıştı.) Dönüp gerdanlığımı aramaya koyuldum. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Ben öyle zannetmiştim ki, sefere iştirak etmiş olanlar bir ay bekleseler dahi, benim devemi, ben hevdeçte bulunmadıkça sevketmezler. Hâlbuki yolda bana hizmet edenler, gelip hevdecimi yüklemişler, bindiğim deveyi de hareket ettirmişlerdi. Onlar beni hevdeç içinde sanıyorlarmış. Çünkü, o zaman kadınlar hafif idi; iri ve ağır vücutlu değillerdi. Yemek de az yerlerdi. Bu sebeple hizmetçiler, hevdeci yüklemek üzert kaldırdıklarında hevdecin ağırlık derecesinin farkına varamayarak yüklemişler. Hem ben, küçük ve zaîf bir kadındım. Deveyi sürüp gitmişler.
"Gerdanlığımı, ordu ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen dönüp ordugâha geldim. Fakat onlardan kimseyi bulamadım. Hepsi çekip gitmiş. Ben de oradan evvelce bulunduğum yere geldim. Çarşafıma bürünüp yanımın üzerine uzandım. Hevdeçte beni bulamayınca, aramak için yanıma gelirler sandım. O sırada gözlerimi uyku bürüdü; uyumuş kalmışım.
"Safvan b. Muattal, ordunun arkasına kalır, halkın mallarını araştırır, bir şey kalmışsa, kaybolmamak için, alıp diğer konak yerine götürürdü.
"Safvan, askerin arkasından yürüyerek, sabaha karşı bulunduğum yere doğru gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce, gelip başucuma dikilmiş ve beni görür görmez tanımış. Çünkü, bize hicab âyeti inmeden evvel, onun beni görmüşlüğü vardı.
"Safvan, beni görünce şaşırarak 'İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn=Biz Allah'ın kullarıyız ve muhakkak O'na dönüp varıcıyız.' dedi.
"Hemen onun sesine uyandım. Çarşafımla yüzümü örtüp büründüm.
"Vallahi, onunla ne bir kelime konuşmuşuzdur, ne de istircadan ["İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn"dan] başka ondan bir kelime işitmişimdir.
"Bundan sonra Safvan, devesini indirdi. Beni, binsin diye ayağını devesinin ön ayağına bastı. 'Bin.' dedi ve kendisi geri çekildi.
"Ben de hemen kalkıp deveye bindim. Kendisi de devenin başını, yularını çekerek askere yetişmek için sür'atle ilerlemeye başladı.
"Sabaha kadar askerin arkasından yetişemedik.
"Nihayet asker, konak yerine inip yerleştiği sırada idi ki Safvan'ın, devenin yularını çekerek konak yerine getirdiği görüldü."315
BAŞMÜNÂFIĞIN DURUMU DEĞERLENDİRMESİ
Safvan b. Muattal, Hz. Âişe Validemizi deve üzerinde getirirken, münafıkların başı Abdullah b. Übey'le karşılaşmışlardı. Abdullah b. Übey, "Bu kimdir?" diye sordu.
"Âişe'dir." dediler.
Kavmi arasında itibarı oldukça sarsılan, bütün nazarları menfî şekilde üstüne toplamış bulunan başmünâfık, bu masum hâdiseyi diline dolamak istedi. Bu meş'um niyetini hemen orada izhar etti:
"Vallahi," dedi, "ne Âişe o adamdan dolayı kurtulur, ne de o adam Âişe'den dolayı kurtulur!"
Daha bir sürü alçakça lâf etti.316
Ordugâh, başmünâfık Abdullah b. Übey b. Selül'ün yaptığı iftirayla çalkalandı. Hz. Âişe der ki:
"İftiracılar, aleyhimde söyleyeceklerini söylemişler, ordugâh çalkalanmış! Vallahi, benim bunların hiçbirinden haberim yoktu!"317
ŞENİ İFTİRA
Görüldüğü gibi, hâdise her türlü şaibeden uzak cereyan etmişti. Hz. Âişe Validemiz, mâkul ve meşru bir mazeret sebebiyle geride kalmış. Bir müddet sonra, ordunun geride kalan veya düşen eşyalarını bulup sahiplerine teslim etmek üzere toplamakla vazifeli gayet saf, temiz kalbli ve sonradan hasur olduğu, yâni erkekliği bile bulunmadığı anlaşılan Safvan b. Muattal tarafından görülmüş ve getirilip orduya yetiştirilmiştir.
Kur'ânı Azîmüşşan'a göre, peygamberler, mü'minlere öz nefislerinden daha üstündür. Ezvacı Tâhirat da, "mü'minlerin anneleri" hükmündedir. Resûli Ekrem Efendimizden sonra bile zevcelerinden herhangi birini nikahlamak kesinlikle yasaklanmıştır.318
Buna binâen, Allah'a ve Resulüne gerçek mânâda îman etmiş hakikî bir Müslümanın, bu kadar kesin ve açık âyetler karşısında, Hz. Resûlullah"ın, gerek sağlığında ve gerek Melei Âlâ'ya yükselişlerinden sonra, zevcelerinden herhangi birisine,değil kötü gözle bakması, hattâ böyle bir kötülüğü kalbinden geçirmesi bile tasavvur edilemez.
Allah ve Resulüne gerçek mânâda îman etmiş ve onların emir ve yasaklarına riâyet eden gerçek bir mü'min ve Müslümanın, canından çok sevdiği Peygamberinin zevcesini, örtüsüne bürünmüş ve yapayalnız uykuya dalmış hâlde görünce, onu hürmet ve saygı içinde deveye bindirip, orduya sür'atle yetiştirmesi kadar tabiî ve zarurî ne olabilirdi?
İşte, gerçek mânâda bir mü'min ve Müslüman olan, hattâ erkeklik özelliğinden bile mahrum bulunan Safvan b. Muattal da, dininin gereği olan bu vazifeyi yapmıştır.
Ne var ki, kalblerinde hastalık bulunan, dilleriyle "îman etti." deyip, kalben îman etmemiş bulunan ve işleri güçleri mü'minleri birbirine düşürmek olan münafıklar, hususan Abdullah b. Übey b. Selül, bunu bir ganîmet bilmiş ve diline dolayarak Hz. Aişe Validemize şen'îce iftirada bulunmuştur. Maksadı, üzerine toplanan nazarları dağıtmak, Resûli Kibriya Efendimizin nâzik ruhunu rencide etmek ve Müslümanları birbirine düşürmek, onların birbirine karşı olan itimatlarını sarsmaktı.
Hz. Aişe nin, Söylenenlerden Uzun Müddet Habersiz Oluşu
Münafıkların reisi Abdullah b. Übey'in başlattığı, Hasan b. Sabit, Mistah b. Üsase, Hamne binti Cahş ve halktan bazı saf Müslümanların, münafıkların tuzağına düşerek etrafa yaydıkları iftira hâdisesinden., Hz. Aişe'nin uzun bir müddet haberi olmamıştı. Bu hususu Hz. Aişe (r.a.) şöyle anlatır:
"Medine'ye gelince, ben, çok geçmeden ağır bir hastalığa (humma) tutuldum. Bir ay çektim. Meğer bu esnada halk arasında Ashabı İfk'in iftiraları dolaşıyormuş! Ben ise olanlardan bütünüyle habersizdim. Aleyhimde iftiraları Resûlullah'la annem ve babam da duymuşlar, fakat bana hiçbir şeyden bahsetmiyorlardı.
"Yalnız, hastalığımda beni şüphelendiren bir husus vardı: Nebî'den (s.a.v.) daha önce hastalığım zamanında görmüş olduğum lütuf ve şefkati bu hastalığım esnasında görmüyordum. Ve adımı bile zikretmeden 'Hastanız nasıl?' diyor ve bununla iktifa ediyordu. Benim, iftiracıların uydurduklarından hiç haberim yoktu."319
Söylenenleri Hz. Resûlullah, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Âişe'nin anneleri duymuş olmasına rağmen, Hz. Âişe'ye bir şeyden bahsetmiyorlardı. Ancak, yukarıda zikrettiğimiz şekilde, Hz. Resûlullah'in kendisine karşı tavrından Hz. Âişe endişe duyuyor ve üzülüyordu. Fakat, bunun sebebinden haberi yoktu.
Hz. Âişe, İftirayı Nasıl ve Kimden Öğrendi?
Hz. Âişe, iftirayı kimden ve nasıl öğrendiğini de şöyle anlatır:
"Aradan 20 küsur kadar gece geçmişti. Hastalığımı atlatmış, nekahet devresine girmiştim.
"Bizler, o zaman Arap olmayanların evleri yanında edindikleri şu helaları, kokusundan tiksindiğimiz için, evlerimizin yanında bulundurmaz, Medine'nin kırlarına çıkardık. Kadınlar, her gece oraya, ihtiyaçlarını gidermek için çıkarlardı.
"Ben, yine bir gece Mıstah b. Üsase'nin annesiyle, hacet giderme yerimiz olan Menası tarafına çıkmıştım. Mıstah'ın annesi, çarşafına takılarak düşünce, 'Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!' diyerek oğluna beddua etti.
"Ben, 'Ey ana!.. Ne diye oğluna beddua ediyorsun?' dedim. Sustu, cevap vermedi.
"İkinci kere ayağı dolaşıp düştü. Yine, 'Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!' dedi.
"Ben, 'Ey ana!.. Ne diye oğluna beddua ediyorsun?' dedim.
"Yine susup cevap vermedi.
"Üçüncü kere düştü. Yine 'Mıstah yüzünün üzerine düşsün!' diye beddua etti.
"Ben yine, 'Ey ana!.. Ne diye oğluna beddua ediyorsun? Bedir Savaşında bulunmuş bir zâta hiç sövülür, beddua edilir mi?' dedim.
"O, 'Vallahi, ben, ona, senin aleyhinde söylediklerinden dolayı beddua ediyorum!' dedi.
'"O, neler söylemiş?' diye sordum.
"Bunun üzerine, Mıstah'ın annesi, iftiracıların söylediklerini bana teker teker anlattı. Hastalığım tekrar geri geldi. Vallahi, üzümtümden hacetimi gidermeye bile güç yetiremedim ve döndüm. O kadar ağladım ki, ağlamaktan ciğerlerim kopacak, parçalanacak sandım."320
Hz. Âişe, Annesinin Evinde
Hastalığında, Hz. Aişe'ye annesi Ümmii Ruman bakıyordu.
Bir gün yine Resûlullah, selâm verip yanına girdi. Hz. Aişe'nin ismini zikretmeden, "Hastanız nasıldır?" diye sordu. Başka da hiçbir şey konuşmadı.
Hz. Âişe der ki:
"(Bunun üzerine) Artık kendimi tutamadım. 'Yâ Resûlallah!.. Şimdiye kadar görmediğim eziyeti görüyor ve çekiyorum. Bana müsaade etsen de annemin evine gitsem. Hastalığıma orada bakılsa olmaz mı?' dedim.
"Resûlullah, 'Gitmende bir mahzur yok.' dedi.
"Ben, ebeveynimin yanına gidip, aleyhimde haberin iç yüzünü anlamak istiyordum.
"Resûlullah, yanıma bir hizmetçi katıp, beni babamın evine gönderdi.
"Annem, 'Kızcağızım, sen niçin geldin?' diye sordu.
"'Anneciğim!..' dedim, 'Halk, benim aleyhimde neler söyleyip duruyormuş da, siz bana hiçbir şey sızdırmadınız!'
"Annem, 'Kızcağızım,' dedi, 'sen kendini hiç üzme, sıhhatini düşün. Vallahi, bir kadın senin gibi güzel ve kocasının yanında sevgili olsun ve onun birçok ortağı bulunsun da onu kıskanmasınlar ve onun aleyhinde birtakım lâflar çıkarmasınlar; bu pek nâdirdir!'
"'Babamın bundan haberi var mı?' dedim.
"'Evet...' dedi.
"'Resülullah'ın da haberi var mı?' diye sordum.
"'Evet..' dedi.
"Kendimi tutamadım, ağladım.
"Babam, damda Kur'ân okuyordu. Sesimi duyunca, indi. Anneme, 'Nedir bu hâli?..' diye sordu.
"Annem, 'Aleyhindeki dedikodulardan haberi olmuş.' dedi.
"Babamın da gözleri yaşla doldu.
"O gece, sabaha kadar hep ağlayıp durdum."321
PEYGAMBERİMİZİN ASHABIYLA İSTİŞARESİ
Resûli Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe aleyhinde yapılan iftiranın etrafta konuşulduğu günlerde vakitlerinin çoğunu evinde geçiriyor, dışarıya pek çıkmıyordu.
Konuyla ilgili vahyin gelmesi gecikince, ashabıyla konuştu, onların fikirlerini aldı.
Hz. Ömer 'in Görüşü
Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah!.. Hâşâ, bu, büyük bir bühtan ve iftiradır. Kat'î biliyorum ki, bu, münafıkların yalanıdır. Allah Teâlâ, bedeninize sinek kondurmaktan sizi koruyor. Bedenini böyle pisliklere konan sineklerden bile muhafaza eden, onları bedenine yaklaştırmayan Allah, nasıl olur da aileni, böyle kötülüklere bulaşmaktan korumaz?" diye fikrini beyan etti.
Hz. Osman'ın Kanaati
Hz. Osman ise, görüşünü şöyle açıkladı:
"Yâ Resûlallah!.. Allah, üzerine insan ayağı basmasın yahut yeryüzündeki pislikler üzerine düşmesin diye gölgenizi yere düşürmekten korumaktadır. Böyle gölgenizi bile hiç kimseye çiğnetmezken, nasıl olur da sizin ailenizin namusunu herhangi bir kimsenin kirletmesine meydan ve imkân verir?"
Hz. Ali'nin Görüşü
Hz. Ali ise, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Bir gün bize namaz kıldırıyordun. Namaz içinde iken, ayakkabılarını çıkarmıştınız. Size uyarak biz de çıkarmıştık. Namazı bitirince, ayakkabılarımızı çıkarmanın sebebini bize sormuştun. Biz de sana uymuş olmak için çıkardığımızı söylemiştik. Bunun üzerine siz, 'Temiz olmadıkları için onları çıkarmamı bana Cebrail emretti.' demiştiniz. Böyle, ayakkabılarınıza bulaşan bir pislik, size bildirildiği ve onları pislik bulaşığından dolayı çıkarmanız size emredildiği hâlde, ailenize, namus kirletecek kötülüklerden bir şey bulaşsın da, onu çıkarmanız için size emredilmesin, olur mu hiç?.." diye fikrini açıkladı.322
Hz. Âişe 'nin Hizmetçisinin Görüşü
Resûli Ekrem Efendimiz, bu arada, Hz. Âişe Validemizin hizmetçisi Berire'nin de görüşünü sordu.
Berire, "Yâ ResûlallahL" dedi, "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onun hakkında kusur olarak sâdece şunu söyleyebilirim: Kendisi çok genç bir kadındı. Ev halkının hamurunu yoğurıırken uyuya kalırdı da, evde beslenilen koyun gelir, hamurunu yerdi."323
Hz. Zeyneb 'in Görüşü
Hz. Zeyneb (r.a.), Peygamberimizin zevceleri arasında güzelliği ve Efendimiz yanındaki mevkii ile kendisini Hz. Âişe Validemizle eşit görür ve onunla dâima rekabet hâlinde bulunurdu. Buna rağmen Hz. Âişe hakkında bu hususta en küçük bir kötü zanna kapılmamıştı. Resûlullah, bu hususta onun görüşünü de sorunca, şu cevabı verdi:
"Yâ Resûlallah!.. Ben, işitmediğimi 'İşittim.' demekten kulağımı, görmediğimi 'Gördüm.' demekten gözümü korurum. Vallahi, ben onun hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyo
Peygamberimizin Hitabesi
Aslında Resûli Ekrem Efendimiz, zevcesi Hz. Âişe'nin böyle bir isnaddan uzak olduğunu çok iyi biliyordu; ancak, böylesine haince ve sinsice plânlı bir iftiranın halk arasında yayılması, kendisini son derece üzmüştü. Bu, Hz. Âişe'ye karşı ister istemez tavrını değiştirmesine sebep olmuştu. Nitekim, meseidde îrad ettiği hutbede bunu açıkça ifade ediyordu:
"Ey Müslümanlar cemaati!.. Ailem aleyhindeki iftirasıyla beni üzüntüye düşüren bir şahsa karşı bana kim yardım eder? Hâlbuki, vallahi ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onlar (iftiracılar), öyle bir adamın ismini de ileri sürdüler ki, ben onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum."325
Peygamberimizin, Hz. Aişe'yle Konuşması
Hz. Âişe'ye iftira edilişin üzerinden bir ay gibi uzun bir müddet geçmiş olmasına rağmen, Resûlullah'a (s.a.v.) bu hususta herhangi bir vahiy inmedi.
Mescidde ashabına îrad ettiği hitabesinden birkaç gün sonra, Hz. Ebû Bekir'in evine vardı. Selâm verdikten sonra, Hz. Âişe'nin yanına oturdu ve, "Ey Aişe!.. Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnadlardan uzak isen, yakında Allah, seni onlardan berî ve uzak olduğunu açıklar. Yok, eğer böyle bir günaha yaklaştınsa, Allah'tan af dile ve O'na tevbe et! Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra da tevbe edince, Allah da ona afv ile muamele buyurur."
Hz. Âişe, o andaki durumunu da şöyle anlatır:
"Resûlullah (s.a.v.) sözlerini bitirince, gözümün yaşı kesildi. Öyle ki, gözyaşından bir tek damla bulamıyordum.
"Hemen babama dönüp, 'Resûlullah'a bu hususta benden taraf cevap ver.' dedim.
"Babam, 'Vallahi kızım!.. Resûlullah'a (s.a.v.) ne diyeceğimi bilemiyorum!' dedi.
"Sonra anneme döndüm. 'Resûlullah'a (s.a.v.) bu hususta benim tarafımdan sen cevap ver.' dedim.
Hz. Âişe 'nin Cevabı
Baba ve annesi Resûlullah'a herhangi bir cevapta bulunmayınca, Hz. Âişe bizzat konuşmak mecburiyetinde kaldı. Şehâdet getirip, Cenâbı Hakk'a hamd ve senada bulunduktan sonra, "Vallahi," dedi, "ben anladım ki, siz halkın yaptığı dedikoduyu işitmişsiniz. Hattâ, onlara inanmış gibisiniz! Şimdi, ben size o kötülükten uzağım, desem—ki Allah biliyor, uzağimdır—beni doğrulamazsınız! Faraza, ben, kötü bir iş yaptım(!) desem,—ki Allah biliyor, ben böyle bir şeyden uzağım—siz, beni hemen tasdik edersiniz! Vallahi, ben kendim için de, sizin için de Yakub'un (a.s.) oğullarıyla olan misâlinden başka getirecek misâl bulamıyorum. Nitekim, o zaman o, '...Artık, bana düşen, güzel bir sabırdır. Sizin şu anlatışınıza karşı yardımına sığınılacak, ancak Allah'tır.'327 demişti."328
PEYGAMBERİMİZE VAHYİN GELİŞİ
Henüz Resûli Kibriya Efendimiz yerinden kalkmamıştı. Ev halkından da hiç kimse dışarı çıkmamıştı. Peygamber Efendimize hemen orada vahiy geldi. Hz. Âişe o ânı da şöyle anlatır:
"Resûlullah'ı, vahyin ağırlığı ve şiddetinden terlemek gibi vahiy alâmetleri bürüdü. Nitekim, vahiy sırasında, kış günleri bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü. Resûlullah'ın (s.a.v.) üzerine elbisesi örtüldü, başının altına da derinden bir yastık konuldu. Vallahi, ben ne korktum, ne de aldırış ettim. Çünkü, o fenalıktan uzak olduğumu ve Allah Teâlâ'nın bana zulmetmeyeceğini biliyordum. Annemle babamın ise, halkın ağzında dolaşan dedikodular, Allah tarafından doğrulanacak diye korkularından ödleri kopuyor, cansız düşüvereceklerini sanıyordum."329
Vahiy hâli Resûli Kibriya Efendimizin üzerinden kalkınca, sevincinden gülüyordu. Hz. Âişe'ye, "Müjde ey Âişe!.. Yüce Allah, seni, kesin olarak tebrie etti, yapılan iftiradan berî ve uzak kıldı." dedi.330
Hz. Ebû Bekir de son derece sevindi. Yerinden kalkıp, kızı Hz. Âişe'nin başını öptü.
İnen Ayetler
Cenâbı Hakk, konuyla ilgili olarak Resulüne indirdiği âyeti kerîmelerde şöyle buyurdu:
"O uydurma haberi getirenler içinizden (mahdut) bir zümredir.
"Onu siz kendiniz için bir kötülük sanmayın. Bilâkis, sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah (nisbetinde ceza) vardır. Onlardan günahın büyüğünü yüklenen o adama da pek büyük bir azab vardır.
"Onu (iftirayı) işittiğiniz vakit, erkek mü'minlerle kadın mü'minler, kendi vicdanları (önünde) iyi bir zanda bulunup da, 'Bu, apaçık bir iftiradır.' demeleri (lâzım) değil miydi?
"Buna karşı dört şâhid getirmeli değil miydiler? Mademki bu şâhidleri getiremediler; o hâlde onlar, Allah katında yalancıların tâ kendileridir!
"Eğer dünyada ve âhirette Allah'ın ihsan ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, o daldığınız dedikodu sebebiyle size muhakkak büyük bir azab çarpardı.
"O zaman siz, o (iftirayı) dillerinizle (birbirinize) yetiştiriyordunuz; hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyi, ağızlarınızla söylüyor ve bunu kolay (günah olmayan şey) sanıyordunuz. Hâlbuki, o(nun günahı) Allah katında büyüktür.
"Onu (iftirayı) duyduğunuz zaman, 'Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ!.. Bu büyük bir iftiradır.' demeniz (lâzım) değil miydi?
"Eğer siz gerçekten îman eden kimselerseniz, böyle bir şeye ebedîyyen bir daha dönmenizi Allah size yasaklıyor!
"Allah, size âyetlerini açık açık bildiriyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir; tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
"Mü'minler içinde, kötü sözlerin yayılıp duyulmasını arzu edenler yok mu? Dünyada da, âhirette de onlar için acıklı bir azab vardır! Onları, (kötülüğü yaymak isteyenleri) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
"Ya üzerinizde Allah'ın fazl ve rahmeti olmasaydı, ya hakikat Allah çok esirgeyici, çok merhametli olmasaydı, hâliniz nice olurdu?""1
Böylece, Cenâbı Hakk, vahiyle Hz. Âişe hakkında söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğunu haber vererek hem Resulünün temiz ruhunu ve pâk vicdanını üzüntüden kurtardı, hem Hz. Ebû Bekir'in şahsiyetinin küçük düşürülmesine müsaade etmedi, hem de Müslümanlar arasında zuhur eden fitne ve fesadın büyümesine fırsat vermedi.
En Üstün Beraat
Bir gün, Hz. Abdullah b. Abbas'tan, Hz. Âişe'yle (r.a.) ilgili âyetlerin tefsiri sorulmuştu. Şu izahta bulunmuşlardı:
"Yüce Allah, dördü dört şeyle beraat ettirmiş, yapılan iftiralardan onları temize çıkarmıştır:
"1) Hz. Yusuf u, Züleyha'nın kendi ehlinden getirilen bir şahidin diliyle beraat ettirmiştir.
"2) Hz. Musa'yı, Yahudîlerin dedikodularından, elbisesini alıp getiren taşla beraat ettirmiştir.
"3) Hz. Meryem'i, kucağındaki oğlunu dile getirip, 'Ben Allah'ın kuluyum.' diye söyletmek suretiyle temize çıkarmıştır.
"4) Hz. Âişe'yi ise. Yüce Allah, Kiyamet'e kadar bakî kalacak olan i'cazkâr kitabı Kur'ân'daki o azametli âyetlerle beraat ettirmiştir; ki, bu derece belâğatlı temize çıkarmanın benzen görülmemiştir. Bakınız da, bununla diğer beraat ettirmeler arasındaki büyük ve üstün farkı görünüz.
"Yüce Allah, bunu ancak Resulünün mertebesinin yüceliğini ortaya koymak için yapmıştır."332
İftiracıların Cezaya Çarptırılmaları
Resûli Ekrem Efendimiz, konuyla ilgili vahiy geldikten sonra çıkıp halka bir hutbe îrad etti, sonra da gelen Kur'ân âyetlerini onlara okudu.
Bilâhare, yapılan iftirayı dilleriyle yaymakta en çok ileri giden Mıstah b. Üsase, Hassan b. Sabit ile Hamne binti Cahş'a had vurulmasını emretti. İftiracılara had olarak 80'er kamçı vuruldu.333

313 Buharî, Sahih, c. 3, s. 154.
314 Buharî, Sahih, c. 3, s. 154.
315 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 310311; Müslim, Sahih, c. 8, s. 113114.
316 Taberî, Tefsir, c. 18, s. 89.
317 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 311.
318Ahzab, 6, 53.
319Müslim, Sahih, c. 8, s. 114.
320 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 311312; Müslim, A.g.e., c. 8. s. 114; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 332333.
311Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 311
312; Müslim, A.g.e., c. 7, s. 115;
Tirmizî, A.g.e., c. 5, s. 333.
322 Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 624625.
323 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 313314; Müslim, A.g.e., c. 8, s. 115.
324 Müslim, A.g.e., c. 8, s. 118.325 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 312; Müslim, A.g.e., c. 8, s. 115; Tirmizî, A.g.e., c. 5, s. 332.
326 Müslim, A.g.e., c. 8, s. 116; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 6, s. 197.
327 Yusuf, 18.
328 Müslim, A.g.e., c. 8, s. 116.
329 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 315; Müslim, A.g.e., c. 8, s. 117.
330 Müslim, A.g.e., c. 8, s. 117; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 6, s. 197.
331 Nur, 1120.
332 Nesefî, Tefsir, c. 3, s. 138.
333 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 315; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 6, s. 35.



Hendek Muharebesi
HENDEEK MUHAREBESİ
(Hicret 'in 5. senesi 29 Şevval/Milâdî Ocak 627)
Uhııd Harbinden iki yıl sonra vuku bulan Hendek Muharebesi, İslâmî gelişmenin önündeki engellerin büyük ölçüde bertaraf olmasında büyük rol oynamış mühim muharebelerden biridir.
Düşman saldırısını kolayca önlemek maksadıyla Resûl-i Ekrem'in emriyle Medine etrafında hendekler kazılması sebebiyle Hendek Savaşı adını alan bu muharebenin bir diğer adı da "Ahzab"tır. Bu adı, Kureyş müşrikleriyle birlikte Yahudiler, Gatafanlar ve daha birçok Arap kabilesinin ve topluluğunun Medine üzerine yürümek için bir araya gelmiş olmalarından dolayı almıştır.
Hatırlanacağı gibi, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Yahudi kabilelerinden biri olan Benî Nadir'i Medine'den sürmüştü. Onlar da kuzeye giderek Hayber, Şam ve Vadi'1-Kura gibi mühim yerlere yerleşmişlerdi.
Bunlar, Medine'den kovulmuş olmanın acısını, gittikleri yerlerde Peygamberimiz ve İslâmiyet aleyhinde menfî propaganda ve tahriklerde bulunmak, civar halkını Müslümanlar aleyhinde kışkırtmak suretiyle dindirmeye çalışıyorlardı.
Benî Nadir Yahudilerinin, kışkırtmaları, teşvikleri ve öncülük etmeleriyle meydana gelmesine sebep oldukları hâdiselerden biri de, işte bu Hendek Muharebesidir.
"Medine üzerine topluca yürüyüp, Hz. Resûlullah ve Müslümanların vücudunu ortadan kaldırmak" menhus fikrini, bu Yahudiler ortaya attılar. Zâten, Kureyş müşrikleri de böyle bir şeyi her zaman düşünüyor ve böyle bir teşebbüse her zaman hazır bulunuyorlardı. Zîra, onlar, Uhud Savaşından galib çıkmalarına rağmen, İslâmî gelişmeyi durduramadıklarının, Müslümanların gittikçe çoğalmasına engel olamadıklarının ve Re-sûl-i Ekrem Efendimizin nüfuz sahasının genişlemesine mâni olamadıklarının çok iyi farkında idiler. Ticaret kervanlarına hemen hemen bütün yollar kapanmış durumdaydı."4 İktisadî yönden kendilerini yok olmakla karşı karşıya getirecek bu duruma seyirci kalmak istemiyorlardı. Rahat hareket edebilmeleri için de, Medine'deki İslâm Devletinin nüfuzunu kırmak arzu ve emelini taşıyorlardı.
"Medine üzerine birlikte yürüyüp, Hz. Resûlullahın bayraktarlığını yaptığı îman ve İslâm hareketini yerinde boğma" teklifi, daha evvel belirttiğimiz gibi, Benî Nadir Yahudilerinin liderleri durumunda olanlardan geldi.315
Müşriklerin lideri Ebû Süfyan, "Siz bu işte samimî misiniz?" diye sordu.
Dessas Yahudîler, "Evet!.." dediler, "Biz, Muhammed'le çarpışma hususunda sizinle anlaşalım diye geldik."
Ebû Süfyan bundan memnun oldu:
"Öyle ise hoş geldiniz, sefa geldiniz! Muhammed'e düşmanlıkta bize yardımcı olanlar, yanımızda en sevgili, en makbul kimselerdir!"
Sonra da samimiyetlerini ölçme babında şu teklifte bulundu:
"Ama," dedi, "siz bizim ilâhlarımıza tapmadıkça, size pek güvenemeyeceğiz!"
Menhus gayeleri uğrunda her türlü aşağılığı işleyen Yahudi heyeti, derhâl putlar önünde secdeye vardılar.Böylece, Medine üzerine yürüyüp, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) bayraktarlığını yaptığı îman ve İslâm hareketini yerinde boğma kararında birleşip anlaştılar.
Yahudilerin Bile Bile Hakkı Gizlemeleri
Mekke'ye gelen heyet, Yahudi âlimlerinden müteşekkildi. Müşrikler, hazır ayağa gelmişken, onlardan bir hususu da öğrenmek istiyorlardı. Kendi aralarında, "Gelenler, bilgi sahipleri ve Ehl-i Kitap'tırlar. Biz mi, yoksa Muhammed mi daha doğru yoldadır; bunu kendilerine bir soralım." diye konuştular.
Bunun üzerine Ebû Süfyan, onlara, "Ey Yahudî cemaati!.." dedi, "Sizler, kendilerine ilk semavî kitap inmiş, ilim ehli kimselersiniz. Muhammed'le anlaşamadığımız meseleyi açıklığa kavuşturunuz: Bizim yolumuz mu, onun dini mi daha hayırlıdır?"
Aleyhlerinde olan hakkı gizlemeyi meslek edinen Yahudiler, "Allah için söylenecekse, siz hakka ondan daha yakınsınız!" demekte tereddüt göstermediler!
Bu sözler, haliyle müşrikleri fazlasıyla sevindirdi. Derhâl bu kararlarının tahakkuku için hazırlanmaya başladılar.
Nazil Olan Âyet
Yahudilerin müşriklere söyledikleri, gerçek dışı beyanlardı; hakkı bile bile gizliyorlardı. Bunun üzerine inen âyet-i kerîmelerde meâlen şöyle buyuruldu:
"Bakmadın mı, şu, kendilerine kitaptan biraz nasîb verilenlere?.. Kendileri haça, Şeytan'a inanıyorlar; diğer küfredenler için de, 'Bunlar, îman edenlerden daha doğru bir yoldadır.' diyorlar.
"Bunlar, Allah'ın kendilerine lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse, artık ona hakikî hiçbir yardımcı bulamazsın.
"İşte, onlardan kimi ona (Muhammed'e) îman etti, kimi de ondan yüz çevirdi. Çılgın bir ateş olarak Cehennem yeter bunlara!.."136
Diğer Kabilelere Yapılan Davet
Benî Nadir Yahudileri, Mekkeli müşriklerden, beraber hareket etmek üzere kesin söz aldıktan sonra, Gatafanlarla da, Hayber'in bir yıllık hurma mahsûlünü kendilerine vermek şartıyla anlaştılar.337 Ayrıca, civarda bulunan diğer Arap kabî-lelerine de propagandacılarını gönderdiler. Onları da Medine üzerine yürümek için ayaklandırdılar.
Bu arada, lıarbte başrol oynayacak olan Mekkeli müşrikler de, Arap kabilelerinden bazılarını harbe iştirak için kiraladılar. Böylece, Yahudîlerin propaganda, tahrik ve teşvikleriyle Mekkeli müşriklerden, civardaki Arap kabilelerinden, Gatafanlar ve Ahabiş kabilelerinden büyük bir ordu teşkil edildi.
Her zaman olduğu gibi hedef ve gaye tekti: Medine üzerine yürüyüp, Peygamber Efendimizin vücudunu ortadan kaldırmak ve Müslümanları yok etmek!..
Adı geçen kabileler, bu menfur gaye ve hedef etrafında, Hz. Resulullah'a ve İslâmiyete düşmanlık derecelerine göre toplanmışlardı.
DÜŞMAN ORDUSU
Kureyş müşriklerinin sayısı, Ahabiş ve onlara katılan kabilelerle birlikte dört bindi. Yahudîlerin teşvik ve kışkırtmaları ile bir araya gelenlerin sayısı ise altı bindi. Böylece, düşman ordusunun sayısı 10 bini buluyordu. Müşrik ordusuna Ebû Süfyan b. Harb komuta etmekte idi. Orduda, 300 at, 100 deve vardı.338 Bunlar dışında diğer kabilelerden meydana gelen altı bin kişilik kalabalığın at ve deve sayısı kesin bilinmemektedir. Bütün küfür birlikleri birleşince, komuta yine Ebû Süfyan'da kaldı."9
Peygamberimizin Haber Alması
Huzaa Kabilesi, eskiden beri Resûl-i Ekrem Efendimizle dost geçinen bir kabîle idi. Bu dostluğun başlangıcını Abdûl-muttâlib'le olan anlaşma ve ittifakları teşkil ediyordu.
İşte, Kureyş müşriklerinin ciddî bir hazırlık içinde bulundukları hakkındaki raporu, bu kabileden bir süvari, normal olarak 12 günde alınan yolu fevkalâde bir sür'atle tam dört günde katederek Medine'ye, F'eygamber Efendimize ulaştırdı.
MEDİNE'DE HAZIRLIK
Haberi alan Peygamber Efendimiz, vakit geçirmeden derhâl Ashab-ı Kiram'ı toplayarak kendileriyle istişare etti.
Resûl-i Ekrem, "Medine dışında düşmanla çarpışalım mı? Yoksa Medine'de kalarak müdafaa savaşı mı yapalım?" diye sordu.
Görüşmeye sunulan bu teklifle ilgili muhtelif fikirler serd-edildi. Bu arada Selman-ı Fârisî, "Yâ Resûlallah!.. Biz, Fars toprağında düşman süvarilerinin baskınlarından korktuğumuz zamanlarda, etrafımızı hendeklerle çevirip savunurduk." diye konuştu.
Teklif hem Hz. Resûlullah, hem sahabîler tarafından mâkul karşılandı ve ittifakla şu karar alındı:
Medine'de kalınacak ve şehrin etrafında hendekler kazılmak suretiyle düşman saldırısına karşı konulacak. Böylece, muhasarada kalmak, açık arazide vuruşmaya tercih edildi.Peygamber Efendimizin böyle bir taktiği tercih etmesi altında, harbte az insanın öldürülmesi, az kan akıtılması gibi mühim bir gaye de yatıyordu. Aslında bu, Resûl-i Ekrem Efendimizin bütün harblerde gözden uzak tutmadığı bir prensipti.
HENDEK KAZI İŞİNE BAŞLANMASI
İttifakla şehrin dahilden müdafaasına karar verilince, hendek kazı işine Resül-i Ekrem Efendimizin emir ve tavsiyeleri üzerine derhâl başlandı. Peygamber Efendimiz, nerelerin kimler tarafından kazılacağım bizzat tâyin ve tesbit etti. Şehrin güneyinde oldukça sık bahçeler vardı. Düşmanın buradan geçebilme ihtimali çok zaîf idi. Geçmeyi göze alsa dahi, yayılarak değil de, birer kol hâlinde geçmeye mecbur olacağından durdurulması ve bozguna uğratılması için küçük bir askerî müfreze bile kâfi gelirdi. Doğu istikametinde ise, Peygamber Efendimizle anlaşma hâlinde bulunan Benî Kurayza ve diğer Yahudiler ikamet ediyorlardı. Bu sebeple hendek kazı işi, tamamen açık arazi olan şehrin kuzey tarafında yapılıyordu. Yapılan tesbitler bunu gerektiriyordu.
Bütün Müslümanlar, hattâ az çok eli iş tutabilecek çocuklar bile canla başla hendek kazı işini sürdürüyorlardı. Kazı işine bizzat Resûl-i Kibriya Efendimiz de katılıyor, bir an evvel tamamlanması için Müslümanların şevk ve gayretlerini her zaman canlı tutuyordu. Gönüllü Müslümanlar, bütün gün çalışıyorlar, geceyi geçirmek içinse evlerine dönüyorlardı. Buna karşılık Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir tepecik üzerinde kurdurduğu çadırında* gece gündüz kalıyordu. Hem çalışmalara bizzat katılıyor, hem de çalışanlara nezaret ediyor ve murakabesini sürdürüyordu.Kâinatın Efendisi, toza toprağa, sıcağa, açlığa aldırmadan yaptığı çalışmalarında, zaman zaman Müslümanların, "Yâ Re-sûlallah!.. Bizim çalışmamız yeter. Sen ne olur, çalışma da istirahat buyur." tekliflerine muhatab oluyordu. Ancak Efendimiz, "Ben de çalışarak, bu sevaba ortak olmak istiyorum." cevabını vererek gayret ve sevaba nâiliyet arzusunu dile getiriyordu.
Zaman zaman da kazı ve zembille toprak taşıma esnasında, Abdullah b. Revaha'nırı, "Allah'ım!.. Sen bize doğru yolu göstermemiş olsaydın, biz ne sadaka verebilir, ne de namaz kılabilirdik! Üzerimize yürüyen kâfirler, bizim çekindiğimiz fitne ve fesadı yapmak istedikleri ve bizimle karşılaştıkları zaman, Sen kalblerimize, sabır ve sekînet indir, ayaklarımıza sebat ver!"340 mealindeki kıt'aları terennüm ediyordu. Haliyle, bu, gönüllü mücahidlerin gayretlerini artırıyordu.
Müslümanlar bütün gün durmadan dinlenmeden kazı işine devam ediyorlardı. Resûl-i Ekrem, onların bu hâllerine şefkat ve merhametle bakıyor ve, "Allah'ım!.. Âhiret hayatından başka taleb edilecek bakî bir hayat yoktur. Sen, Ensâr ve Muhacirlere mağrifet eyle!" diye dua ediyordu.
Çalışan Müslümanlar da, Hz. Resûlullah'ın bu samimî duasına, şu içli mukabelede bulunuyorlardı:
"Hayatta olduğumuz müddetçe Allah yolunda cihad etmek üzere Muhammed'e (s.a.v.) bîat etmiş kimseleriz."341
PEYGAMBERİMİZİN SERT KAYAYI PARÇALAMASI
Kazı işi devam ediyordu.
Hendek Savaşının yapıldığı yer ve Yedi Mescidler
Bir ara sahabîler sert bir kayayla karşı karşıya geldiler. Onu parçalamaya uğraşırken, balyoz, kazma kürek gibi bir sürü âletleri kırıldı. Yine de onu parçalamaya muvaffak olmadılar.
Durumu, kıldan dokunmuş çadırın içinde o sırada dinlenmekte olan Resûlullah Efendimize haber verdiler: "Yâ Resûl-allah!.. Karşımıza kazı esnasında ak bir kaya çıktı. Onu bir türlü parçalayamadık! Eîu husustaki emriniz?.."
Peygamber Efendimiz, Selman-ı Fârisî'nin balyozunu aldı. "Bismillah!" diyerek kayaya bir darbe indirdi. Kayanın üçte birini yerinden kopardı ve, "Allahü Ekber! Bana Şam'ın anahtarları verildi. Vallahi, ben şu anda Şam'ın kırmızı köşklerini görüyorum!" buyurdu. Sonra, yine "Bismillah!" deyip kayaya balyozla ikinci darbeyi indirdi. Kayanın üçte biri daha parçalandı. Yine, "Allahü Ekber! Bana, Fars'ın anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, Kisrâ'nın Medayin şehrini ve onun beyaz köşklerini görüyorum!" buyurdu. Ondan sonra üçüncü defa yine, "Bismillah!" deyip balyozla vurdu; kayanın geri kalan kısmını da yerinden kopardı. Yine, "Allahü Ekber! Bana, Yemen'in anahtarları verildi! Vallahi, şu anda ben, San'a'nin kapılarını görüyorum!" buyurdu.342
Resûl-i Kibriya Efendimizin haber verdiği bütün fetihler, Hz. Ömer ile Hz. Osman zamanında bir bir gerçekleşti. Bunları gören Ebû Hüreyre (r.a.), Müslümanlara, "Bu fetihler, sizin için bir başlangıçtır. Vallahi, Allah, fethedeceğiniz veya Kı-yamet'e kadar fetholunacak şehirlerin hepsinin anahtarlarını önceden Muhammed'e (s.a.v.) vermiştir." derdi.343
ORDUYA VERİLEN ZİYAFET
Hendek kazı işini bir an evvel bitirmek için durmadan dinlenmeden çalışan Müslümanlar, doğru dürüst yiyecek bir şeyler de bulamıyorlardı. Zîra, o yıl Arabistan'da şiddetli bir kıtlık ve kuraklık hüküm sürüyordu; Medine de bu kıtlık çemberinin içindeydi. Kazı işi devam ediyordu.
Bir gün, Hz. Cabir b. Abdullah, evine vararak, hanımına, "Resûlullah'ı (s.a.v.) son derece acıkmış gördüm. Başkası olsaydı bu açlığa dayanamazdı. Evde yiyecek bir şey var mı?" diye sordu.
Hanımı, "Vallah, yanımda şu oğlaktan ve şu bir sa'* arpadan başka bir şey yok." dedi.
Hz. Cabir oğlağı kesti, hanımı ise arpayı el değirmeninde öğütüp un yaptı. Eti çömleğe koydular, hamuru da mayaladılar. Et çömleğini tandıra koyup pişmeye bıraktılar.
Hz. Cabir evinden ayrılacağı sırada hanımı, "Sakın, beni Resûlullah'a ve yanındakilere karşı utandırma!" diyerek, yemeklerinin azlığını nazara vermek istedi.
Hz. Cabir, Resûl-i Kibriya Efendimizin yanına vardı.
"Yâ Resûlallah!.." dedi, "Azıcık yemeğim var. Yanına bir veya iki kişi al da yemeğe gidelim!"
Resûl-i Ekrem, "Yemeğin ne kadardır?" diye sordu.
Hz. Cabir, "Bir sa' arpadan yapılmış ekmek ve kesilmiş bir oğlak." dedi.
Bunun üzerine Efendimiz, "Hem çok, hem de güzel bir yemek!" diye buyurdu ve ilâve etti: "Hanımına söyle: Ben gelinceye kadar, tandırdan et çömleği ile ekmeği çıkarmasın!" Daha sonra Hz. Cabir'in gözleri önünde, "Ey hendek halkı!.. Kalkınız; Câbir'in ziyafetine gideceğiz." diye seslendi. Muhacir ve Ensâr'dan orada bulunanların hepsi kalktı.
Hz. Câbir, şaşkın şaşkın evine döndü. Hanımına, "Allah senin iyiliğini versin! Resûlullah (s.a.v.), yanındakilerin hepsiyle yemeğe geliyor! 'İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn!' Şimdi ne yapacağız?" dedi.
Hanımı, "Resûlullah (s.a.v.), yemeğimizin ne kadar olduğunu sana sormadı mı?" dedi.
Hz. Cabir, "Evet, sormuştu. Ben de söylemiştim."
Bunun üzerine hanımı, "Mahçub olacak sensin, ben değil!" diye konuştu ve sordu: "Onları sen mi davet ettin, yoksa Resûlullah mı?"
Hz. Cabir, "Resûlullah (s.a.v.) davet etti." diye cevap verince, hanımı, "O, senden daha iyi bilir!" dedi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, kalabalık ashabıyla Hz. Cabir'in evine geldi. Onlara, "Birbirinizi sıkıştırmadan içeri giriniz." diye emretti.
Sahabîler, 10'ar 10'ar içeri girdiler.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, ete ve ekmeğe bereket duası yaptı. Sonra ev hanımına, "Bir ekmekçi kadın çağır da seninle birlikte ekmek yapsın. Çömleğinizden de kepçe kepçe al! Sakın çömleği tandırdan çıkarma!" dedi.
Nebîyy-i Muhterem Eifendimiz, bundan sonra, mübarek elleriyle tandırdan ekmeği çıkarıp parçaladı ve üzerine et koyarak ashabına sunmaya başladı. Davetliler yiyip doyuncaya kadar ziyafet böylece devam etti.
Hepsi yediği hâlde et ve ekmekten hiçbir şey eksilmiş değildi!
Resûl-i Ekrem, ev hanımına, "Bu kalanı da hem kendin yersin, hem de hediye edersin. Çünkü, bütün halk açlık çekiyor." buyurdu.
Misafirlere karşı yüzde yüz mahcub olacağını düşünen Hz. Câbir'in, bütün bu olanlarla ilgili şehâdeti ise şöyle:
"Allah'a yemin ederim ki, gelenler bin kişiydi. Hepsi de doyup kalktılar. Buna rağmen çömleğimiz hâlâ olduğu gibi
kaynamakta, hamurumuzdan da olduğu gibi ekmek yapılmakta idi! Ondan biz yedik, konu komşuya da hediye ettik!"'44

334 İbn-i Hişam, Sîre, c. 3, s. 225.
335 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 225.
336 Nisa, 51-52, 55.
337 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 226.
338 İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 66.Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 66.
239 Ibn-i Sa'd ve Taberî'nin rivayetine göre, kıldan kurulan bu çadır, bir Türk çadırı idi (İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 4, s. 83; Taberî, Tarih, c. 3, s. 45).
340 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 70-71; Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, c. 4. s. 282.
341 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 2. s. 70.
342 Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, c. 4, s. 303.
343 Taberî, Tarih, c. 3, s. 46.



Hendek Kazı İşinin Tamamlanması
Hendek kazı işinde sahabîlerin gösterdikleri üstün gayret, gerçekten sadâkatlerinin, Allah'a ve Resulüne olan bağlılıklarının en açık bir delili idi. Çalışma sırasında ihtiyaçlarını görme durumunda kaldıklarında bile Peygamber Efendimizden müsaade almadan işlerinin başından kat'iyyen ayrılmıyorlardı. Bu durum elbette sahabîye yakışır bir fedakârlık ve feragat örneğiydi. Nitekim, Cenâbı Hakk da, gönderdiği âyetlerde, onların gerçek mü'minler olduklarına ve eşsiz sadâkatlerine şehâdet ediyordu: "Gerçek mü'minler ancak o kimselerdir ki. Allah'a ve Resulüne îman etmişler ve toplu bir işte bulundukları vakit de Peygamber'den izin almadıkça bırakıp gitmezler. Doğrusu (ey Resulüm), senden izin isteyenler, Allah'a ve Resulüne îman eden kimselerdir. Bu bakımdan bazı işleri için senden izin istediklerinde sen de onlardan dilediğin kimseye izin ver; onlar için Allah'tan mağrifet dile. Şüphe yok ki, Allah, Gafûr'dur [çok bağışlayıcıdır], Rahîm'dir [merhameti boldur]."345
Resûli Ekrem'in ve Müslümanların ciddiyetle sarıldıkları bu işi, münafıklar ise hafife alıyorlardı. Oldukça gevşek davranıyorlar, canlan istediği zaman da Resûli Ekrem'den izin alma ihtiyacı bile duymadan çekip gidiyorlardı. Zaman zaman da canlarını dişlerine takarak çalışan îman, sadâkat, feragat ve gayret timsâli sahabîlerle istihza ediyorlardı; morallerini, huzurlarını bozmak için de gülüşüyorlardı.Cenâbı Hakk, indirdiği âyeti kerîmelerde onların uygun olmayan bu hareketlerinden bahsederek şöyle buyurdu:
"Peygamber'in çağrışım, aranızda birbirinizi çağırış gibi tutmayın (Dâvetine hemen koşun ve izinsiz ayrılmayın). İçinizden birini siper ederek çıkıp gidenleri Allah, muhakkak biliyor! Bunun için Peygamber'in emrine aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ inmekten yahut kendilerine acıklı bir azab isabet etmekten sakınsınlar."346
Yorucu bir çalışma neticesinde, hendek kazı işi altı gün sürdü.347 Hendek beş arşın (3.40 cm) derinliğindeydi, genişliği ise en namlı süvarilerin dahi kolay kolay atlayıp geçemeyeceği kadardı. Sâdece tek bir yeri aceleye geldiğinden dar kalmıştı. Oradan atlılar geçebilirdi. Bu sebeple Peygamber Efendimiz, orası hakkındaki endişesini, "Müşriklerin buradan başka bir yerden geçip gelebileceklerinden korkmuyorum!" diyerek izhar etti.
Resûli Ekrem, çarpışma boyunca bu dar kısmı nöbet tutturup bekletecektir!
Ayrıca Peygamberimiz, hendeğin münasip kısımlarına giriş çıkış yerleri yaptırdı. Düşman gelip hendeğin önüne karargâhını kurunca, buralara nöbetçiler dikecek ve başına da Zübeyr b. Avvam Hazretlerini tâyin edecektir.
İSLÂM ORDUSU
İslâm Ordusu üç bin kişiden ibaretti. Bu, sayı bakımından düşman ordusunun üçte biri demekti. Sâdece 36 atlı vardı. Orduda biri Muhacirlerin, diğeri Ensâr'ın olmak üzere iki sancak bulunuyordu. Muhacirlerinkini Zeyd b. Harise, Ensâr'ınkini ise Sa'd b. Übade Hazretleri taşıyordu.348
Sel Dağı
Resûli Kibriya, karargâhını Sel Dağı eteklerinde kurdu. Ordunun sırtı bu dağa geliyordu. Harbe katılmayan kadın ve çocuklar ise kale ve hisarlara yerleştirildi. Yiyecek maddeleri, kıymetli ve ehemmiyetli eşyalar da yine bu hisarlarda muhafaza altına alındı.
Peygamber Efendimiz için Sel Dağı eteklerinde deriden bir çadır kuruldu. Bu çadır, bugünkü Fetih Mescidinin bulunduğu yerde idi.
DÜŞMAN ORDUSU KARARGÂHI
Hendek, henüz yeni bitmişti ki ovayı düşman çadırlarının kapladığı görüldü.
Düşman, karargâhını Medine'nin kuzeyinde Uhud Savaşının cereyan ettiği sahada kurdu. Hendekle karşılaşmaları şaşkınlıklarına sebep oldu. O âna kadar böyle bir harb plân ve taktiği görmüş değillerdi. Haliyle bu durum, daha başından itibaren morallerini sarstı.
Hâlbuki, onlar, Medine'yi tamamen ele geçirecekleri hayâl ve ümidiyle çıkıp gelmişlerdi. Eli boş dönmeyi düşünmek bile istemiyorlardı.
Mücâhidler, 10 bin askerlik düşmanı görmekle asla korkmadılar ve tereddüt göstermediler. Kur'ânı Azîmüşşan, onların bu hâlini şöyle tasvir eder:
"Mü'minler, düşman birliklerini görünce, 'Allah'ın ve Resulünün bize va'dettiği (zafer) budur. Allah ve Peygamberi doğru söylemiştir.' dediler. (Mü'minlerin düşman birlikleri görmeleri) ancak onların îmanlarını ve teslimiyetlerini artırdı."349
BENÎ KURAYZA'NIN ANLAŞMAYI BOZMASI
Resûli Ekrem Efendimiz, deriden çadırında bulunuyordu. Yanında Hz. Ebû Bekir de vardı. Müslümanlar, hendek kenarında düşmanı gözetlemek ve nöbet tutmakta idiler. Bu sırada Hz. Ömer, Resûlullah'ın huzuruna vardı.
"Yâ Resûlallah!.." dedi, "Aldığım habere göre, Benî Kurayza Yahudileri anlaşmayı bozmuşlar ve düşmana yardım kararı almışlardır!"
Beklenmeyen bu haber, Peygamber Efendimizi fazlasıyla müteessir etti. Hâlbuki, bu kabilenin reisi Ka'b İbni Esed'le anlaşması vardı; bunun için o taraftan emin idi.
Üzülen Efendimizin dudaklarından şu cümleler döküldü: "Hasbünailahü ve ni'melVekil [Allah bize yeter; O, ne güzel vekildir]."350
Benî Kurayza, büyük bir Yahudî kabîlesiydi ve Medinei Münevvere dışında kuvvetli kalelerde oturuyorlardı. Resûli Kibriya Efendimizle anlaşmaları vardı. Buna göre, Medine için haricî bir tehlike söz konusu olduğu zaman Müslümanlarla birlikte şehri müdafaa edeceklerdi. Ayrıca, Peygamber Efendimizden habersiz de hiçbir askerî harekâtta bulunmayacak, Kureyşli müşriklere ve onlara yardım edenleri korumayacaklardı.351
Bu haber üzerine Peygamber Efendimiz, Zübeyr b. Avvam'ı durumu tahkik için Benî Kurayza Yahudilerinin yurduna gönderdi. Hz. Zübeyr, Kurayza Oğullarının kalelerini onardıklarını, harb tâlim ve manevlaralan yaptığını bizzat gördü. Gelip durumu Efendimize haber verdi. Resûlullah, bu fedakârlığı üzerine hakkında şöyle buyurdu:
"Her peygamberin bir havarisi vardır; benim havarim de Zübeyr'dir!"352
Hz. Ömer'in verdiği haber doğruydu. Benî Nadir Yahudilerinin reisi Huyeyy b. Ahtab, gelip Kurayza Oğullan reisi Ka'b b. Esed'i kandırmıştı. O da anlaşmayı bozmuştu.
Heyet Gönderilmesi
Resûli Kibriya Efendimiz, durumu tekrar inceden inceye tahkik etmek ve onlara nasihatte bulunmak üzere Evs Kabilesinin lideri Sa'd b. Muaz, Hazreç Kabilesinin lideri Sa'd b. Übade, Abdullah b. Ravaha ve Havvat b. Cübeyr'i, Benî Kurayza Yahudîlerine şu talimatı vererek gönderdi:
"Gidiniz, bakınız: Şu kavimden bize erişen haberin doğruluğunu bir kere de siz tahkik ediniz. Eğer doğru ise, onu bana halkın anlayamadığı biçimde kapalı bir dil kullanarak bildiriniz. Ben onu anlarım. Açıkça söyleyip de halkın kalbine korku ve za'f düşürmeyiniz! Şayet, onlar aramızdaki anlaşmaya sâdık bulunuyorlarsa, bunu halka açıkça ilân edebilirsiniz!"353
Bu güzide sahabîler, Benî FCurayza Yahudilerinin yurtlarına gittiler. Anlaşmayı bozmanın çirkinliğinden bahsederek onlara nasihatte bulundular. Fakat, onlar kulak asmadılar ve anlaşmayı bozduklarını açıkça ilân ettiler; hattâ, Resûli Kibriya Efendimiz hakkında ileri geri konuşacak kadar küstahlıkta bile bulundular.
Müslüman elçiler bu durumdan son derece rahatsız oldular. Kurayza Oğullarının öteden beri müttefiki olan Hz. Sa'd b. Muaz, "Sizinle cenk etmedikçe Allah canımı almasın!" diye hiddetli hiddetli konuştu.
Daha sonra Müslüman elçiler geri dönüp, durumu Resûli Kibriya Efendimize kapalı bir şekilde arzettiler. Peygamber Efendimiz onlara, "Haberinizi gizli tutunuz! Ancak bilene açıklayınız! Çünkü harb, tedbirden ve aldatmaktan ibarettir!" dedi.354
Artık Medine, çepeçevre düşman tarafından sarılmış demekti. Cenâbı Hakk, Kur'ânı Kerîm'de, bu hususa şöyle işaret buyurur:
"O vakit, kâfirler üstünüzden (vadinin üst ve doğu tarafından), bir de altınızdan (vadinin aşağı ve batı tarafından) size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, kalbler gırtlaklara dayanmıştı."355
Benî Kurayza 'nın Medine Üzerine Baskın Teşebbüsleri
Bu esnada Kurayza Oğulları, Huyeyy b. Ahtab'ı Kureyşlilere göndererek, Medine'ye geceleyin baskında bulunmak üzere müşriklerden 100, Gatafanlardan da 100 kişi istediler.
Onlar, bu kuvvetle birleşerek Medine kale ve hisarlarındaki kadın ve çocuklar üzerine baskın yapacaklardı.
Bu haber Müslümanları büyük bir telâşa düşürdü. Resûli Kibriya Efendimiz, derhâl geceleri Medine şehrini muhafaza etmek için Zeyd b. Harise Hazretlerini 300 askerle, Seleme b. Eslem'i de 200 askerle Medine'ye gönderdi. Bu kuvvetler, gece sokaklarda devriye gezip tekbir getireceklerdi.
Bu esnada, Benî Kurayza Yahudîleri, bir iki baskın teşebbüsünde bulundularsa da, muvaffak olamayıp geri çekilmek zorunda kaldılar.
Hz. Safiyye 'nin Bir Yahudîyi Öldürmesi
Benî Kurayza'nın ikinci baskın denemesi esnâsındaydı.
On kadar Yahudî, Peygamber Efendimizin halası Hz. Safiyye'nin de içinde bulunduğu Hassan b. Sabit'in köşkünü ok yağmuruna tuttular; hattâ, içeri girmeye kadar kalkıştılar. İçlerinden birisi köşkün kapısına kadar varıp içeri girmek istedi. Köşkte Hz. Safiyye ile birlikte birçok kadın ve çocuk da vardı.
Hz. Safiyye, bir Yahudînin köşkün etrafında dolaşıp durduğunu görünce, kadın olduğu bilinmesin diye başına sıkıca bir tülbent bağladı. Eline bir sırık alıp köşkten aşağı indi. Köşkün kapısını usulca açtı. Adamın arkasından yavaşça varıp, sırıkla başına bir darbe indirdi. Orada işini bitirdi. Sonra da başını kesip Yahudilere doğru fırlattı.
Bunun üzerine diğer Yahudilere korkuya kapılıp, "Bize, Müslümanların, ailelerini, yanlarında adam bulundurmaksızın,kimsesiz ve yalnız bıraktıkları haber verilmişti; hâlbuki öyle değilmiş!" diyerek dağıldılar.
Peygamberimizin Dar Gediği Bizzat Beklemesi
Beş yüz civarında mücâhidi Medine'ye gönderip şehri koruma altına alan Resûli Kibriya Efendimizin kendisi de, geceleri, düşmanın oradan geçebileceği düşüncesiyle hendeğin en dar yerini bizzat bekliyordu.
Hz. Âişe der ki:
"Resûlullah (s.a.v.), hendekteki gediği beklemek için gidip geldiği sırada soğuktan tir tir titriyordu. Yanıma gelip biraz ısındıktan sonra, 'Ben, düşmanın oradan başka bir yerden geçip gelebileceğinden korkmuyorum! Keşke bu gece, Müslümanlardan biri, benim yerime orayı beklese!' buyurdu. O anda bir silâh ve demir âleti şakırtısı işittim.
"Resûlullah (s.a.v.), 'Kim o?..' diye seslendi. "'Sa'd b. Ebî Vakkas...' diye cevap geldi.
"Resûlullah, 'Bu gediği sana havale ediyorum. Orayı sen bekle.' buyurdu.
"Kendisi de uyudu."
MÜNAFIKLARIN HENDEKTEN DAĞILMALARI
Münafıklar devamlı, "Evlâd ve iyalimizi yalnız bırakıp da burada sefaletle beklemek akıl kârı değildir." diyerek Müslümanlara şüphe ve vesvese vermeye çalışıyorlardı; bir kısmı ise, bizzat Resûli Kibriya Efendimizin huzuruna çıkarak, "Evlerimiz Medine'nin dışındadır; duvarları da alçak olup, düşman ve hırsızlara açıktır."356 diyerek hendekten ayrılma müsaadesi istiyorlardı. Peygamber Efendimiz, bunların bir kısmına müsaade etti.
Aslında münafıkların maksadı, böyle kritik bir anda ordudan ayrılarak Müslümanların maneviyatını bozmaktı. Bu, onların her zaman başvurageldikleri bir taktikti.
Nitekim, Sa'd b. Muaz Hazretleri, bir kısım münâfıkın Hz. Resûlullah'tan müsaade istediğini görünce, şöyle demekten kendini alamamıştı:
"Yâ Resûlallah!.. Bunlara izin verme! Vallahi, biz ne zaman bir musibete uğrasak, sıkıntıya girsek, onlar hep böyle yaparlar!"
Sonra da, müsaade isteyen bu münafık grubun yanına vararak, "Biz sizden her zaman böyle hareketler mi göreceğiz? Ne zaman bir musibete uğrasak, bir sıkıntıyla karşı karşıya gelsek, siz hep böyle yapar durursunuz!"357 diyerek onları azarlamıştı.
Cenâbı Hakk da, indirdiği vahiyle, onların, bu müsaade istemede samimî olmadıklarını şöyle açıklıyordu:
"O zaman onlardan bir güruh, 'Ey Yesrip [Medine] ahalisi, sizin için burada durmak yok; hemen dönün.' demişlerdi; onlardan bir kısmı da, 'Hakikaten evlerimiz açıktır.' diyorlar, Peygamber'den izin istiyorlardı. Hâlbuki, onların evleri açık değildir. Onlar kaçmaktan başka bir şey arzu etmiyorlardı!""8

344 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 229; Buharı, Sahih, c. 5, s. 4647; Müslim,Sahih, c. 3, s. 1611; İbni Kesir, Sîre, c. 3, s. 188.
345 Nur, 62.
346 Nur, 63.
347 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 67. 348 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 67.
349 Ahzab, 22.
350 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. (37.
351 İbni Hişam, A.g.e., c. 2, s. 147150
352 İbni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 106; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 314.
353 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 232.
354 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 233.
355Ahzab, 10.
356 Ibni Kesir, Sîre, c. 3, s. 200.



Harbin Başlaması
Düşman, hendek arkasında çarpışmanın bir hayli zor olacağını biliyordu. Buna rağmen bütün hazırlıklarını tamamlayarak, var kuvvetiyle hücuma geçti. Fakat hendek, işlerini tahmin ettiklerinin de üstünde güçleştiriyordu. Hendeği bir türlü geçme imkân ve fırsatını elde edemiyorlardı. Haliyle bu da ümitsizliğe düşmelerine sebep oluyordu.Sonunda, çarpışma uzaktan uzağa ok atışlarıyla devam etti. Fakat bu da, neticenin uzamasından başka bir işe yaramıyordu.
Düşman ordusu, hücumlarından bir netice elde edemediğini görünce, Müslümanları muhasara altına almaya karar verdi. Zâten başka yapacak bir şeyleri de yoktu!
Tek Tek Vuruşma
Bir ara düşman süvarilerinden birkaçı atlarını sürüp hendeğin bahsedilen dar yerinden Müslümanlar tarafına geçmeye muvaffak oldular ve kendileriyle dövüşecek er dilediler.
İçlerinde en meşhuru, Amr b. Abdi Vedd idi. Birçok hâdise görüp geçirmiş, yalnız başına birçok topluluğu dağıtmış, cesur ve silâhşörlükte mahir bir süvari idi. Arap kabileleri, onu bir bölük süvariye mukabil tutarlardı. Onunla dövüşmek için fevkalâde cesaretli ve yürekli olmak gerekirdi. Bu sebeple kimse ona karşı çıkmak istemezdi.
Bu sefer Amr, döğüşecek er dileyince, Hz. Ali, "Yâ Resûlallah, ona karşı ben çıkarım, müsaade eder misiniz?" dedi.
Peygamber Efendimiz, "Sen, otur yâ Ali!.. Gelen, Amr'dır." buyurdu.
Amr, tekrar Müslümanlara meydan okudu: "İçinizde muharebe meydanına çıkacak er yok mudur? Hani sizin ölülerinize tâyin ettiğiniz Cennet nerede?"
Hz. Ali, tekrar karşısına çıkmak istedi. Resûli Ekrem Efendimiz yine, "Yâ Ali, o Amr'dır." buyurarak izin vermedi.
Karşısına kimsenin çıkmadığını gören Amr, bütün bütün şımardı ve iğrenç küfürler savurarak, "Er meydanına çıkacak kimse yok mu?" diye üst perdeden bağırdı.
Hz. Ali, tekrar cesaretle yerinden fırladı. "Onunla ben dövüşürüm yâ Resûlallah!.." dedi.
Resûli Kibriya Efendimiz yine, "Yâ Ali, o Amr'dır." buyurdu.
Hz. Ali, "Amr da olsa, çıkar, dövüşürüm yâ Resûlallah!.." dedi.
Bunun üzerine Fahri Âlem Efendimiz, Allah'ın Arslanma müsaade etti. Bizzat kendi eliyle zırhını ona giydirdi ve "Zûlfikâr" adlı kılıcını beline bağladı; sarığını da başına sardıktan sonra, "Yâ Rab!.. Amcam oğlu Ubeyde, Bedir'de ve amcam Hamza, Uhud'da şehid oldular. Yanımda bir amcazadem Ali kaldı. Sen, onu muhafaza eyle, ona yardımını ihsan eyle, beni de yalnız bırakma!" diye dua etti.359
Hz. Ali, yaya olarak, îmanından gelen heybetle, Amr'a doğru yürüdü.
İki taraf da bu büyük dövüşü hayranlıkla seyre hazır duruyordu.
Zırha bürünen Hz. Ali'nin gözlerinden başka hiçbir tarafı görünmüyordu.
Amr, "Sen kimsin?" diye sordu.
Hz. Ali, "Ben, Ali'yim!" diye cevap verdi.
Amr, bu bıyıkları yeni terlemiş genci karşısında bulunca, bir merhamet ve istihfaf tavrı aldı.
"Amcalarından, senden başka daha yaşlı kimse yok mudur? Ben, senin kanını dökmek istemiyorum! Çünkü, baban benim dostumdu." diye konuştu.
Hz. Ali'nin ise cevabı şu oldu:
"Vallahi, ben, senin kanını dökmek isterim!"
Amr, bu cevaba kahkahayla gülerek, "Bu ağızla bir kimsenin karşıma çıkacağı hatırıma bile gelmezdi!" dedi.Hz. Ali'nin sözleri Amr'ı çileden çıkarmıştı. Kılıcını sıyırıp atıyla onun üzerine yürüdü.
Hz. Ali, "Ben, seninle nasıl çarpışabileyim? Ben yayayım, sen atlı. Atından in de benim gibi yaya ol!" diye teklifte bulundu.
Amr, derhâl atından indi ve hayvanı salıverdi; öfke dolu bakışlarla Hz. Ali'nin karşısına dikildi.
Hz. Ali, "Ey Amr!.." dedi. "Ben, senin Kureyş'ten bir kimseyle karşılaştığında, onun iki isteğinden birisini kabul edip yerine getireceğin hakkında Allah'a vaatte bulunduğunu işittim. Doğru mudur?"
Amr, "Evet..." dedi.
O zaman Hz. Ali, "Öyle ise, ben seni Allah'a ve Resulüne îmana davet ediyor ve İslâmiyete kabule çağırıyorum!"
Amr, "Bu, bana lâzım değil; geç bunları!.." dedi.
Bu sefer Hz. Ali, "Öyle ise," dedi, "bizimle çarpışmaktan vazgeç! Yurduna dön, git!"
Amr, "Ben adayacağımı adamış ve intikam almadıkça başıma yağ ve koku sürmeyi kendime yasaklamışımdır." diye karşılık verdi.
O zaman Hz. Ali, "O hâlde vuruşmaya hazır ol!" diye kükredi.
Amr, yine kahkahayla güldü. "Doğrusu ben, Araplar içinde benden korkmadan benimle çarpışmak isteyecek böylesine bir kahraman bulunabileceğini tahmin etmemiştim!" diye hayretini izhar etti. Sonra da ekledi: "Sen, henüz genç bir yiğitsin. Üstelik baban da benim dostumdu. Benimle çarpışmaktan vazgeçip dön, geri git. Seni öldürmek istemiyorum!"
Cesaret kahramanı Hz. Ali, "Ama ben, seni öldürmek istiyorum!" diye karşılık verdi.
Hz. Ali'nin son cümlesi, Amr'ı son derece hiddetlendirmişti. Bir vuruşta Hz. Ali'nin kalkanını parçaladı. Kalkanı delen kılıç, Hz. Ali'nin alnını sıyırdı. Hz. Ali, şimşek gibi bir hızla yana sıçradı; bu sefer sıra oradaydı. Amr'ın boyun köküne Zûlfikâr'la şiddetli bir darbe indirdi. Amr'ın başı bir tarafa, gövdesi bir tarafa düştü.
Bir anda feryad ve çığlıklar koptu, ortalık birbirine karıştı. Hz. Ali ise, Cenâbı Hakk'ın bu muvaffakiyeti kendisine ihsan etmesinden dolayı "Allahü Ekber!" diyerek tekbir getirdi. Resûli Ekrem ve Müslümanlar da tekbir getirince bir anda her taraf tekbirlerle çınladı.
"Kılıç Değil, El Keser!"
O esnada, Kureyş süvari ve şâirlerinden olan Hübeyre b. Ebî Vehb, Hz. Ali'yle çarpışmaya yeltendi; fakat bir kılıç darbesi yiyince, çâreyi kaçmakta buldu! Bu sefer onu Hz. Zübeyr b. Avvam takib etti. Kılıçla vurup atının eğerini kesti. Daha sonra Hz. Zübeyr, Nevfel b. Abdullah'ın peşine düştü. Şiddetli bir darbeyle onu yukarıdan aşağı doğru ikiye biçti.
Sonraları Hz. Zübeyre, "Senin kılıcın gibi kılıç görmedik!" denilince şu cevabı verdi:
"Onu yapan kılıç değildir, bilektir!"
Kureyş'in diğer süvarileri dehşete kapılarak doludizgin kaçmaya başladılar. Hattâ, Ebû Cehil'in oğlu İkrime, can havliyle kaçıp giderken mızrağını düşürmüş, geri dönüp onu almaya bile cesaret edememişti.
Bir bölüğe bedel kabul ettikleri Amr b. Abdi Vedd'in mübâreze meydanında düşüp kalması, Müslümanları son derece sevindirirken, müşrikleri ise fazlasıyla korkutup dehşete düşürdü; hattâ Kureyş Ordusu kumandanı Ebû Süfyan, "Bugün bizim için hayırlı bir iş yok." diyerek ye's içinde hendeğin başından çekilip karargâha gitti.
Her Taraftan Hücuma Kalkış
Bir gün sonra, müşriklerin tamamı, Kurayza Oğulları Yahudîleriyle birlikte her taraftan Müslümanları çepeçevre sardılar ve akşama kadar durmadan onları ok yağmuruna tuttular.
Kıtlık yüzünden pek zaîf ve güçsüz düşmüş olan Müslümanlar, düşman sürüsünün böyle bir kara bulut gibi her taraftan sıkıştırması üzerine, bütün bütün mecalsiz kaldılar; akşam olup düşman çekilince, bir miktar nefes aldılar. Fakat, "Düşman, yarın yine böyle bir taraftan şiddetli hücuma girişirse, hâlimiz ne olur?" diyerek herkeste bir endişe ve telâş vardı.
Münafıklar Yine Sahnede
Münafıklar zümresi, Müslümanların mâruz kaldıkları bu sıkıntı ve kıtlığı fırsat bilerek, onların maneviyatlarını bozucu telkinlerde bulunmaya başladılar: "Muhammed, size, Kayserin ve Kisrâ'nın hazinelerini va'dediyor! Hâlbuki, şu anda hendek içinde hapsolmuşuz. Korkudan abdest bozmaya bile gidemiyoruz! Va'dettiği nerede, biz nerede? Allah ve Resulü, bize aldatıştan başka bir şey va'detmiyor!"
Kur'ânı Kerîm, bu hususa da işaret eder.360
Ne var ki, münafıkların bu haince ve dessasça telkinlerinden hiçbiri gerçek mü'minleri Hz. Resûlullah'ın yanından ayıramıyordu. Çünkü onlar, Yüce Allah'ın kendilerine yardım edeceği hususundaki va'dine bütün samimiyetleriyle inanmışlardı; Allah'ın takdirine teslimiyetleri sonsuzdu; Allah ve Resulü uğrunda her türlü musibet ve sıkıntıya seve seve katlanıyorlardı. Münafıklar ise, tam tersine, Medine'yi çepeçevre saran düşman ordusunun, Kâinatın Efendisi Peygamberimizle Ashabı Kiram'm vücutlarını ortadan kaldıracağını sanıyorlardı, hattâ bunu istiyorlardı! Böylece, bu ağır imtihanda gerçek mü'minlerle münafıklar birbirlerinden ayrılıyorlardı! Kur'ânı Azîmüşşan'in konuyla ilgili şu âyeti ne kadar ibret vericidir:
"Ey mü'minler!.. Yoksa siz, sizden evvel gelenlerin hâli başınıza gelmeden Cennet'e girivereceğinizi mi sandınız? Onlara, öyle yoksulluklar ve sıkıntılar gelip çattı ve çeşitli belâlarla sarsıldılar ki, hattâ peygamberleri, maiyetindeki mü'minlerle birlikte, 'Allah'ın yardımı ne zaman yetişecek?' diyordu. Gözünüzü açın: Allah'ın yardımı yakındır muhakkak!.."361
DÜŞMANDA YILGINLIK
Muhasara uzadıkça uzuyordu. Müşriklerin baskın ve hücumları her defasında Müslümanlar tarafından püskürtülüyordu. Muhasaranın uzaması, her iki tarafı da büyük sıkıntı, açlık ve soğuk ile karşı karşıya bırakmıştı. Mahsûl, harbin başlamasından bir ay kadar önce tarlalardan toplanmış olduğu için, düşman ordusunun at ve develerinin yiyecekleri de tükenmiş, hayvanlar açlıkla karşı karşıya gelmişlerdi. Bütün bunlar, düşman safında gevşekliğe, ümitsizliğe ve yılgınlığa sebep oldu.
Peygamberimizin Gatafanlara Teklifi
Resûli Kibriya Efendimiz, muhasaranın uzayıp gittiğini, soğuk, kıtlık ve açlığın her gün biraz daha arttığını ve Müslümanları bütün bütün sarstığını görünce, Gatafanların kumandanı Uyeyne b. Hısn ile Haris b. Avf a, "Müslümanları muhasaradan vazgeçip yurdunuza dönüp giderseniz, Medine'nin yıllık meyve mahsûlünün üçte birini veririm!" diye haber gönderdi.
Onlar ise, "Bize, Medine'nin yıllık hurma mahsûlünün yarısı verilmelidir." dediler.Fakat, Resûli Ekrem Efendimiz buna yanaşmadı. Bunun üzerine üçte bire razı oldular ve bir heyet hâlinde Resûli Ekrem Efendimizin huzuruna çıkıp geldiler.
Peygamber Efendimiz, bu arada, önce Ensâr'ın reislerinden Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubade'nin görüşlerini öğrenmek istedi. Onlar önce, "Yâ Resûlallah!.. Bu sizin arzu ettiğiniz bir şey midir, yoksa Allah'ın size emrettiği ve bizim de muhakkak yerine getirmemiz gereken bir şey midir?" diye sordular.
Nebîyyi Ekrem Efendimiz, "Eğer, bunu yapmaya Allah tarafından emir olunsaydım, sizinle istişare etmez, gereğini hemen yerine getirirdim! Bu, kabul edip etmemekte serbest bulunduğunuz bir görüşten ibarettir!" buyurdu.
Bunun üzerine Sa'd b. Muaz Hazretleri, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Biz ve şu kavim, bir zamanlar Allah'a şerik koşar, putlara tapar, Allah'a ibâdet etmez ve O'nu tanımazken bile, bunlar misafirlik veya satın almak gibi durumlar dışında Medine'den tek bir hurma yemeyi ummamışlardır! Şimdi, Allah, bizi İslâm'la şereflendirdiği, onunla doğru yolu buldurduğu, seninle ve onunla bize kuvvet bahşettiği bir sırada mı mallarımızı bunlara haraç olarak vereceğiz? Vallahi, bizim için böyle bir anlaşmaya hiç ihtiyaç yoktur. Allah, onlarla aramızdaki hükmünü verinceye kadar onlara sunacağımız tek şey kılıçtır!"362
Resûli Kibriya Efendimiz, bu konuşmadan memnun oldu. Gatafan heyetine de, "Kalkıp gidiniz! Artık aramızı ancak kılıç halleder!" dedi.
Bunun üzerine Gatafan heyeti, Resûlullah'ın huzurundan ayrıldı.
Yolda, Haris b. Avf, Uyeyne b. Hısn'a şunları söyledi:
"Biz, Kureyşlilere yardım maksadıyla Muhammed'e saldırmakla bir şey elde edemeyeceğiz! Vallahi, ben Muhammed'in işinin açık ve üstün bir iş olduğunu görüyor ve tahmin ediyorum! Vallahi, Hayber Yahudilerinin bilginleri, Harem halkından Muhammed'in sıfatında bir peygamberin kitaplarında yazılı bulduklarını söyler dururlardı."
MÜCAHİDLERİN ÇEKTİKLERİ SrKINTI
Kuşatma esnasında mücâhidler büyük sıkıntı ve meşakkatlere mâruz kalıyorlardı. Harbten önce durmadan dinlenmeden hendeği kazmışlardı, o biter bitmez de harbe girmişlerdi. Bu bakımdan oldukça bitkin ve yorgun idiler. Ayrıca, açlık sıkıntısı da çekiyorlardı. Hava da oldukça soğuktu.
Huzeyfe (r.a.), muharebenin sâdece bir gecesini şöyle anlatır:
"Biz bir tarafta saf bağlamış, oturuyorduk. Ebû Süfyan ve ordusu üst tarafımızda, Kurayza Yahudileri de alt tarafımızda idiler. Bunların Medine'deki çoluk çocuğumuza baskın yapmalarından korkuyorduk. Hiç böylesine karanlık, böylesine fırtınalı bir gece geçilmemiştik. Rüzgâr sanki ıslık çalıyor, karanlıkta hiçbirimiz uzattığı parmağını bile göremiyordu! Münafıklar, 'Evlerimiz emniyette değildir.' diyerek Resûlullah'tan izin istediler; hâlbuki, evleri tehlikede değildi! İzin isteyenlerin hepsine izin verildi. İzin alanlar beklemeden sıvışıp gidiyorlardı. Biz 300 küsur civarında idik. Tek tek Allah Resulünün yanında nöbet tuttuk. Sıra bana gelmişti. Üzerimde ne düşmana karşı koyacak bir kalkanım, ne de soğuktan korunmak için bir elbisem vardı; sâdece zevcemin verdiği dizlerimi geçmeyen yün bir örtü vardı."363
Düşmanın Şiddetli Hücumu ve Kazaya Kalan Namazlar
Muhasaranın devamı sırasında bir ara düşman birlikleri Resûlullah'ın çadırını şiddetli ok yağmuruna tutmuşlardı. Peygamber Efendimiz, üzerinde zırh, başında miğfer, çadırının önünde duruyordu.
Hz. Cabir der ki:
"Müşrikler, o gün, bizimle durmadan çarpıştılar. Askerlerini takım takım ayırdılar. Hâlid b. Velid kumandasındaki büyük ve ağır bir fırkalarını Resûlullah'ın (s.a.v.) bulunduğu yere yönelttiler. O gün, gecenin geç saatlerine kadar çarpıştılar. Ne Resûlullah ve ne de Müslümanlar, yerlerinden ayrılma imkân ve fırsatını bulamadılar."364
Çarpışma öylesine şiddetli devam ediyordu ki, Resûli Kibriya Efendimiz, o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını bile vaktinde kılma imkân ve fırsatını bulamadı. Zâtına eziyet ve hakaret edenlere bile beddua etmeyen Kâinatın Efendisi, namazlarını kazaya bıraktırdıklarından dolayı, onlara, "Onlar nasıl, güneş batıncaya kadar uğraştırıp, bizi namazımızdan alıkoydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun!" diyerek beddua etti; daha sonra, o günün öğle, ikindi ve akşam namazlarını ashabıyla birlikte kaza etti.365
NUAYM B. MES'UD'UN BÜYÜK HİZMETİ
Her iki taraf da, açlık, yorgunluk, soğuk ve netice alamamaktan gelen sıkıntıdan bunalmıştı.
Bu sırada, henüz yeni Müslüman olmuş, fakat Müslüman olduğundan ne müşriklerin ve ne de kavmi olan Gatafanların haberi bulunmayan Nuaym b. Mes'ud, Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. İslâm'a kavuşmuş olmanın şükrünü, Müslümanlara bir hizmette bulunmakla îfa etmek istiyordu. Şu teklifte bulundu: "Yâ Resûlallah!.. Ben Müslüman oldum. Kavmim olan Gatafanların bundan haberleri yok. Emret, istediğini yapayım!"
Peygamber Efendimiz, "Sen tek bir kişisin. Cesaretinle ne yapabilirsin ki?.. Mamafih, yalnız başına da bir iş görebilirsin: Elinden gelirse, bizi muhasara altına almış bulunan kavimlerin arasına gir de, onları birbirinden ayırmaya çalış! Çünkü harb, hilelerden ibarettir!"366 buyurdu.
Hz. Nuaym, kendisinden istenen hizmeti kavramıştı.
"Evet, yâ Resûlallah!.. Bu işi yapabilirim! Fakat, gerektiğinde gerçeğe aykırı bir şeyler söylememe izin vermelisin!" dedi.
Peygamber Efendimiz, "İstediğini söyle! Sana helâldir!"367 diyerek ona ruhsat verdi.
Hz. Nuaym, Kurayza Oğulları Yurdunda
Hz. Nuaym, derhâl yola koyuldu. Önce, Kurayza Oğullarının yanına vardı. Şüphelerini davet edici en ufak bir harekette bulunmadan şöyle konuştu:
"Şu adamın (Hz. Peygamber'in) işi, şüphesiz, bir belâdır. Kaynuka ve Nadir Oğullarına yaptığını da gördünüz. Kureyşliler ve Gatafanlar, Muhammed ve ashabıyla savaşmak için buraya gelmiş bulunuyorlar. Siz de onlara yardımcı oldunuz. Hâlbuki, onların yurtlan, malları, mülkleri, çoluk çocukları sizin gibi burada değildir. Onlar, fırsat ve imkân bulurlarsa, onları mağlûb eder, ganimetleri toplarlar; mağlûb olurlarsa, buradan savuşur, giderler. Sizi ise, bu adamla baş başa bırakırlar. Sizde ise, ona karşı koyacak güç ve kuvvet yoktur. Siz Kureyşlilerden bazılarını rehin almadıkça, asla onların yanında Muhammed'e karşı savaşmayın. Rehineler yanınızda bulunursa, kolay kolay sizi terk edip gidemezler."368
Benî Kurayza Yahudileri, bu tavsiyeyi pek uygun buldular; üstelik, kendilerini îkaz ettiği için Hz. Nuaym'a teşekkür bile ettiler.
Yanlarından ayrılırken Hz. Nuaym, "Sakın anlattıklarımı kimseye söylemeyin; gizli tutun!" demeyi de ihmâl etmedi. Onlar da gizli tutacaklarına dair söz verdiler.
Hz. Nuaym, Kureyşliler Arasında
Benî Kurayza'nın yanından ayrılan Hz. Nuaym, doğruca Kureyş müşriklerinin yanına vardı ve, "Sizi ne kadar çok sevdiğimi bilirsiniz! Muhammed'den ayrı olduğum da malûmunuz. Öğrendiğim bir şeyi size söylemek zorundayım. Ama sır olarak saklayacağınıza yemin edin!" dedi.
"Yemin ederiz!" dediler.
Hz. Nuaym, "Haberiniz olsun ki," dedi, "Kurayza Oğulları, Muhammed'le ittifaklarını bozduklarına pişman olmuşlardır. Aralarının tekrar düzelmesi için, ileri gelenlerinizden birçok kimseyi sizden rehin isteyeceklermiş ve Muhammed'le tekrar barışmak için onların boyunlarını vuracaklarmış. Bununla birlikte Nadir Oğullarının da tekrar yurtlarına dönmelerine müsaade alacaklarmış! Şayet, Kurayza Oğullan, ileri gelen adamlarınızı rehin almak için size bir haber gönderirlerse, sakın ha eşrafınızdan bir tek kimseyi dahi göndermeyiniz!"369
Hz. Nuaym, Gatafanlar Arasında
Hz. Nuaym, bundan sonra kendi kabilesi olan Gatafanların yanına vardı.
"Ey Gatafan topluluğu!.. Sizler, benim kabîlemsiniz, bana en sevgili olan kimselersiniz." diye söze başladıktan sonra şöyle konuştu:"Yahudilerin, sizlerle yapmış oldukları anlaşmayı bozduklarını ve Muhammed'le anlaşmak üzere olduklarını öğrendim. Benî Nadir'i Medine'ye kabul etme karşılığında, Benî Kurayzalar, onunla sulh edeceklermiş!"
Hz. Nuaym, böylece, kendi kabilesini de söylediklerine inandırmayı başardı.
Taktik, Müsbet Netice Veriyor
Hz. Nuaym'ın taktiği müsbet neticesini vermeye başladı.
Plân gereği, Benî Kurayza Yahudileri, müşriklerin ileri gelenlerinden rehin almak üzere 70 kişi istediler; onlar ise, bunu yine Hz. Nuaym'ın tâlimi üzere reddettiler. Haliyle, bu durum aralarını açtı. Her iki taraf da, "Demek, Nuaym'ın söyledikleri doğruymuş!" diyerek aralarındaki münâsebetleri kestiler.
Benî Kurayzalar, aynı şekilde Gatafanlardan da rehine istediler. Onlar da reddedince, plân başarıyla neticelenmiş oldu.
SON ÇARPIŞMA VE ALLAH'IN NUSRETİ!
Müşrik ordusu son defa, var gücü ve bütün şiddeti ile hendeğin her tarafından hücuma geçti. Çarpışmalar çok şiddetli oluyordu. Karşılıklı ok ve taş atışlarıyla taraflar birbirlerini yıldırmak ve püskürtmek istiyorlardı.
Harbin bütün şiddetiyle devam ettiği bu nâzik anda, Resûli Kibriya Efendimiz, ridâsını üzerinden yere atıp, ellerini Kadîri Mutlak'a açarak şöyle dua ediyordu:
"Ey Kitab'ı (Kur'ân'ı) indiren, hesabı en çabuk gören, kavim ve kabileleri bozgunlara uğratan Allah'ım!.. Şu kabileleri de hezimete uğrat; sars onları Allah'ım!.. Onlara karşı bize yardım et! Allah'ım!.. Sen, bu bir avuç Müslümanın helakini dilersen, artık sana ibâdet edecek kim kalır?"370
O gün çarpışma bütün şiddetiyle devam etti. Artık hava kararmış, taraflar karargâhlarına çekilmişlerdi. Gecenin karanlığında Hz. Cebrail (a.s.), Peygamber Efendimize geldi ve düşman ordusunun estirilen bir rüzgârla perişan edileceğini müjdeledi. Müjdeyi alan Resüli Ekrem, iki dizi üzerine çöktü, ellerini kaldırarak nusretini ulaştıran Cenâbı Hakk'a, "Bana ve ashabıma merhametinden dolayı, Sana hadsiz şükür ve hamd olsun Allah'ım!.." diyerek şükrünü takdim etti.
Müşrikler Perişan Oluyor!
Cumartesi gecesi idi.
Geceyle birlikte, müşrik ordusunun bulunduğu sahada dondurucu bir rüzgâr gürlemeye başladı. Bu, en soğuk kış gecelerinde esen bir dondurucu rüzgârdı. Müşriklerin gözleri toz ve toprakla doldu. Kab kaçaklar uçuşuyor, çadırlar sökülüyor, atlar develer birbirine karışıyor, gözler birbirini göremiyordu.371
Düşmanı artık müthiş bir korku ve panik havası sarmıştı. Şaşırmışlardı. Bozgun evvelâ Kureyş müşrikleri cephesinde başladı. Askerlerden önce, Komutan Ebû Süfyan devesine atladı ve, "Hemen göç ediniz; işte, ben gidiyorum!" diyerek Mekke'ye doğru yola koyuldu. Kureyş ileri gelenleri kendisini kınamasalardı, belki de tek başına doludizgin orduyu terk edip gidecekti. Kavminin ileri gelenlerinin ayıplamasına uğrayan Ebû Süfyan, tek başına gitmekten vazgeçti ve geri döndü. Ne var ki, artık orduda bozgun havası başlamıştı ve durdurulacak gibi değildi. Askeri toparlamak için gösterilen gayretler neticesiz kaldı. Sür'atle toparlanıp Mekke yolunu tutmaktan başka yapabilecekleri hiçbir şey kalmamıştı; öyle yaptılar.
Sâdece takib edilmekten korktuklarından, henüz o sırada müşrikler safında Müslümanlara karşı savaşan Amr b. Âs ve Hâlid b. Velid, 200 kişilik bir süvari birliğiyle geride kaldılar.372
Kureyş müşrikleri gerisin geri kaçınca, kendileriyle irtifak etmiş bulunan diğer kabileler de ordugâhtan ayrılıp yurtlarına döndüler.
Peygamber Efendimiz ve Müslümanlara yapılan bu İlâhî yardımdan Kur'ânı Kerîm'de şöyle bahsedilir:
"Ey îman edenler!.. Allah'ın üzerinizdeki nîmetlerini hatırlayın: O zamanda—ki, size düşman orduları saldırmıştı—da size onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular (melekler) göndermiştik. Allah, ne işlerseniz hepsini hakkıyla görendir."373
Resûli Ekrem 'in Cenâbı Hakh 'a Şükrü
Düşmanın büyük bir hezimete uğrayıp çekilmekte olduğunu gören Fahri Âlem Efendimiz, tebessümler arasında, yardımı gönderen Cenâbı Hakk'a hamd ve şükrettikten sonra şöyle dedi:
"Allah'tan başka ilâh yoktur; yalnız bir O vardır. Allah, ordusunu azîz kıldı; kuluna da yardım etti. Tek başına da Ahzab'a (Arap kabilelerine) galebe etti!"374
Müşrik ordusunun hiçbir müsbet netice alamadan eli boş döndüklerini, Kur'ânı Kerîm bize şöyle haber verir:
"Allah (Hendek Savaşındaki) o kâfirleri, hiçbir zafere erdirmeden öfkeleriyle geri çevirdi. Böylece Allah, savaş yükünü mü'minlerden kaldırdı. Allah, Kâvî'dir [her şeye gücü yeter], Azîz'dir [her şeye galibtir]."375
Fetih Mescidi
ZAFER, MÜSLÜMANLARIN!
Bir ay kadar süren çetin bir çarpışma ve muhasara, böylece, Allah'ın yardımıyla sona ermişti. Düşmanlar perişan edilirken, Müslümanlara da rahat bir nefes alma imkânı doğmuştu. Küffâr ordusunun bu dönüşü, artık bütün dönüşlerin başlangıcı sayılacaktı. Bundan böyle Müslümanlar üzerine yürüme cesaretini kendilerinde bulamayacaklardı. Zîra, Bedir, Uhud ve işte Hendek gibi üç büyük savaşta mü'minlerin ne derece kuvvetli olduklarını ve onları bundan böyle mağlûb etmenin kolay olmayacağını anlamış oluyorlardı.
Gerisin geri dönen müşrik ordusunda hâkim hava, ye's, keder ve üzüntü iken mü'minler arasında ise tam bir bayram havası vardı. Herkes memnun ve mesrurdu. Bunca yorucu çalışma, sebat ve cesaret ile çarpışmanın neticesini böylesine güzel bir surette elde etmekle, gönül huzuru içinde Rablerine, hamd ve şükrediyorlardı. Hz. Resûlullah'ın şu müjdesi ise, sevinçlerini kat kat artırıyordu:
"Bundan sonra biz gidip onlarla çarpışacağız; artık onlar, gelip bizimle çalışamayacaklardır!"376
Resûli Ekrem'le birlikte mücâhidler bayram havası içinde, hendekten şehre döndüler.
Şehid ve Ölü Sayısı
Bu muharebede mücâhidler yedi şehid vermişlerdi; kâfirlerden ise dört ölü vardı. Şehid olan sahabîlerin hepsi de Ensâr'dandı.

357 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 463. 358Ahzab, 13.
359 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 68; Ibni Seyyid, Uyûnû'lEser, c. 2, s. 61; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 642.
360Ahzab, 13.
361 Bakara, 214.
362İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 234.
363 İbni Kesir, Sîre, c. 3, s. 220.
364 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 473.
365 ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 68; Tirmizî, Sünen, c. 1, s. 337.
366 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 240; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 4. s. 278.
367 İbni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 278.
368 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 240241; İbni Sa'd, A.g.e., c. 4. s. 278.
369 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 241; ibni Sa'd, A.g.e., c. 4, s. 278.
370 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 7'4; ibni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 214.
371 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 71.
372 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 69.
373 Ahzab, 9.
374 Buharî, Sahih, c. 3, s. 33.
375 Ahzab, 25.
376 Ahmed İbni Hanbel, Müsrıed, c. 4, s. 262.



Beni Kurayza Gazası
(Hicret in 5. senesi. Milâdî 627)
Benî Kurayza Yahudilerinin Peygamber Efendimizle olan anlaşmalarına göre, Hendek Muharebesinde düşman tarafından sarılan Medine'yi Müslümanlarla el ele vererek müdafaa etmeleri gerekiyordu.377 Fakat, bunu yapmadılar; üstelik, anlaşma hükümlerini hiçe sayarak, harbin en nâzik safhasında müşriklerle iş birliğine giriştiler; Peygamber Efendimizin tahkik ve sulh için gönderdiği heyete hakarette bulundular ve, "Resûlullah da kim oluyormuş? Muhammed'le aramızda ne ahit vardır, ne de akd!.." dediler; hattâ, daha da ileri giderek, Peygamber Efendimiz için küstahça ağır sözler bile sarfettiler.378 Bununla da yetinmediler: Medine üzerine baskınlar düzenleyerek, Müslüman aile ve çocukları kılıçtan geçirme teşebbüsüne kalkıştılar. Bu hareketleriyle, Müslümanları, harb endişesinden daha büyük bir telâş ve endişeye düşürdüler. Bu, Peygamber Efendimizin kendilerine lûtufkâr davranmasına karşı açık bir nankörlük ve hıyanetti.
Hendek Muharebesinde 10 bini bulan düşman ordusu, büyük bir hezimete uğrayarak geri çekilmişti. Harbte müşrikler yanında yer alan Kurayza Oğulları da, hayâl kırıklığı içinde, Medine'ye iki saatlik mesafede bulunan sağlam kalelerine çekilmişlerdi.Giriştikleri haince hareketin farkında idiler. Bu sebeple, Resûli Ekrem'in her an üzerlerine yürümesinden endişe duyup korkuyorlardı!
Hz. Cebrail 'in Getirdiği Emir
Nitekim, Müslümanlar, Medine'ye henüz yeni dönmüşlerdi ki Cebrail (a.s.), Resûli Ekrem'e şu emri getirdi:
"Yâ Muhammedi.. Yüce Allah, sana, Benî Kurayza üzerine yürümeni emrediyor!"379
Resûli Ekrem Efendimiz, silâhını yeni çıkarmış, temizliğini henüz bitirmişti. Derhâl Hz. Bilâl'ı çağırtarak, bütün Müslümanlara şunu nida etmesini emretti:
'"İşiten ve Allah'ın emrine itaat edenler, ikindi namazını Benî Kurayza yurdunda kılsın!"380
Bu daveti duyan Müslümanlar bir anda toplandılar.
Peygamber Efendimiz, sancağı Hz. Ali'ye teslim ederek ordudan önce onu yola çıkardı; Abdullah b. Ümmü Mektum'u ise, Medine'de yerine imam bıraktı.181
İslâm Ordusu üç bin kişiden ibaretti. İçlerinde 36 süvari vardı. Ordu, Resûlullah'la olan anlaşmasını en nâzik bir zamanda bozan, vatana hıyanet eden, düşmanla iş birliğine girişen Benî Kurayza Yahudîlerine hakettikleri cezayı vermek üzere yola çıkıyordu.
Hz. Ali 'nin Benî Kurayza Yurduna Varması
Ordudan önce yola çıkarılmış olan Hz. Ali, Kurayza Oğulları kalelerine yaklaşarak, sancağı kalenin dibine bıraktı. Bu esnada Yahudilerden bazı nahoş sözler duydu. Kurayza Oğulları,Peygamber Efendimiz hakkında ağır lâflar ediyorlar, ileri geri küstahça konuşuyorlardı. Bu davranışlarıyla, giriştikleri hainlikten pişmanlık duymadıklarını açık açık belli ediyorlardı.
Hz. Ali, sancağı bir başka sahabîye teslim ederek geri döndü. Yolda Peygamber Efendimizi karşıladı. Onun bu sözleri işitip de üzülmesini istemiyordu:
"Yâ Resûlallah!.." dedi, "Şu şirret adamların yakınına kadar varmasan olmaz mı?"
Resûli Ekrem, "Neden?.." diye sordu.
Hz. Ali, Yahudilerden işittiği nahoş sözleri tekrarlamaktan utanıp sustu.
Peygamber Efendimiz, "Herhalde, sen onlardan, beni üzecek birtakım sözler işitmişsindir." deyince, Hz. Ali, "Evet yâ Resûlallah..." diye karşılık verdi.
O zaman Peygamber Efendimiz, şöyle buyurdu:
"Musa Peygamber, bundan daha ağırıyla karşılaşmış, daha çok üzülmüştü! Git! O Allah düşmanları, beni görecek olurlarsa, söylemiş oldukları çirkin sözlerden hiçbirini söyleyemeyeceklerdir!"382
Peygamberimizin, Benî Kurayza Yahudîleriyle Konuşması
Resûli Ekrem Efendimiz, mücâhidlerle Benî Kurayza Yahudîlerinin kalelerinin dibine kadar vardı; oradan Yahudî ileri gelenlerinin isimlerini birer birer zikrederek onlara, "Ey Allah'ın gazabına uğrayarak maymuna çevrilmiş olanların kardeşleri!.. Allah sizi hor, hakir kıldı mı ve belâsını, cezasını üzerinize indirdi mi? Demek ki siz, bana kötü söz söylediniz! Öyle mi?" diye seslendi.
Yahudî ileri gelenleri, süt dökmüş kediye dönmüşlerdi."Yâ Ebâ'lKasım! Sen, sözünü bilmezlerden değildin! Musa'ya indirilmiş olan Tevrat'a yemin ederiz ki, biz sana hiçbir kötü lâf sarfetmedik." diyerek söylediklerini inkâr ettiler.383
BENÎ KURAYZALARIN MUHASARAYA ALINMASI
Benî Kurayza Yahudileri, cürüm üzerine cürüm işlediler; Peygamber Efendimiz ve mücâhidleri iyi bir şekilde karşılamak yerine, onlar hakkında ileri geri konuştular, söylenmeyecek lâflar ettiler. Bu, onların teslim olmayıp mukavemet edeceklerinin ifadesiydi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, önce mücâhidlere onları oka tutmalarını emretti. Mücâhidler, onlara ok yağdırmaya başladılar. Kurayza Oğulları da kalelerinden Müslümanların üzerine en şiddetli bir şekilde ok yağdırıyorlardı. Böylece, Kurayza Oğulları muhasara altına alınmış oluyorlardı.
Münafıkların, Benî Kurayzalara Cesaret Vermesi
Görünüşte Hz. Resûlullah'ın ve Müslümanların yanında bulunan, hakikatte ise dâima İslâm düşmanlarıyla gizliden gizliye iş birliği yapan münafıklar, muhasara esnasında Kurayza Oğullarına da gizlice şu haberi gönderdiler:
"Sizler teslim olmayınız! 'Medine'den çıkıp gidin.' deseler de çıkıp gitmeyiniz! Onların istediklerini kabul etmeyip çarpışmayı sürdürürseniz, biz size hem canımız, hem silâhlarımızla yardıma söz veriyoruz."
Haliyle, gizlice gelen bu haber, Kurayza Oğullarına bir cesaret verdi. Karşı koymaya devam ettiler.
MUHASARADAN SIKILIP BARIŞ İSTEMELERİ
Peygamber Efendimiz, her şeye rağmen muhasarayı kaldırmıyordu; Müslümanları da cihada ve sıkıntılara katlanmaya teşvik edici konuşmalar yapıyordu.
Benî Kurayzalar, muhasaranın uzadığını görünce, sıkılmaya başladılar. Münafıklardan da herhangi bir yardım gelmeyince, bütün bütün maneviyatları sarsıldı. Büyük bir korkuya kapıldılar. Bunun üzerine, görüşme isteğinde bulundular. Resûli Ekrem Efendimiz isteklerini kabul etti.
Peygamber Efendimizle görüşmek ve konuşmak üzere içlerinden Nabbaş b. Kays'ı gönderdiler.
Nabbaş, "Yâ Muhammedi.." dedi, "Benî Nadir Yahudilerinin teslim oldukları gibi kanımızı dökme; mal ve silâhlar senin olsun! Kadınlarımız ve çocuklarımızı alıp memleketinden çıkıp gidelim. Her cins silâh hâriç olmak üzere, her aile için bir devenin taşıyabileceği gerekli eşyayı götürmemize müsaade et!"
Peygamber Efendimiz, "Hayır!.. Bu teklifi kabul edemem!" buyurdu.
Bunun üzerine Nabbaş, ikinci teklifi yaptı: "Öyle ise, kanımızı bize bağışla. Sâdece kadınlarımızı ve çocuklarımızı alıp gidelim. Malları olduğu gibi bırakalım!"
Peygamber Efendimiz, "Hayır!.." dedi, "Kayıtsız şartsız, benim hükmüme itaat edip teslim olmaktan başka hiçbir çâreniz yoktur!"
Nabbaş, me'yus ve perişan bir hâlde, kavminin yanına döndü. Olup bitenleri olduğu gibi anlattı.
Ka 'b b. Esed 'in Teklifleri
Ka'b b. Esed, onların reislerinden biri idi. Bütün bu olup bitenlerden sonra durumu açık seçik anlamıştı:
"Ey Yahudi topluluğu!.." dedi, "Görüyorsunuz ki, bir felâketle karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Size, üç ayrı teklifim olacak. Onlardan istediğinizi kabul edebilirsiniz."
Benî Kurayzalar, merakla, "Nedir o tekliflerin?.." diye sordular.
Ka'b tekliflerini sıralamaya başladı:
"Birinci teklifim: Şu adama tâbi olalım ve onun peygamberliğini kabul edelim!
"Vallahi, onun Allah tarafından gönderilmiş kitabımızda sıfatlarını yazılı bulduğumuz peygamber olduğu sizce de malûm olmuştur! Ona îman edecek olursanız, kanlarınız, mallarınız, çoluk çocuğunuz kurtulmuş olur!
"Ona tâbi olmayışımızın tek sebebi, Araplara karşı duyduğumuz kıskançlık ve onun İsrail Oğullarından gelen bir peygamber olmayışıdır! Hâlbuki, bu, Allah'ın bileceği bir iştir!
"İbni Hıraş'ın yanınıza geldiği zaman size söylediği şeyleri hatırlamıyor musunuz? O, 'Ben, Şam gibi her türlü yiyeceği, içeceği bol olan bir yeri terk edip su kırbası, hurma ve arpadan başka bir şeyi bulunmayan bir yere geldim.' demişti. 'Bununla neyi kastetmek istiyorsun?' diye sorulunca da, o, 'Mekke'den bir peygamber çıkacaktır. O zaman sağ olursam ona tâbi olur ve ona yardım ederim. Eğer benden sonra gelirse, ona karşı hile ve aldatma yoluna başvurmaktan sakınınız! Ona tâbi olup dostları ve yardımcıları olunuz.' dememiş miydi?"
Benî Kurayza Yahudileri, "Hayır..." dediler, "Biz, bizden başkasına tâbi olmayız! Biz, kitap sahibi bir cemaatiz!"
Kâ'b, bu teklife kimsenin yanaşmadığını görünce, ikinci teklifini yaptı:
"O hâlde, size ikinci teklifim şudur: Geliniz, çocuklarımızı ve kadınlarımızı öldürelim! Tâ ki, arkamızda herhangi bir ağırlık kalmış olmasın. Sonra da kılıçlarımızı sıyırıp Muhammed'le ashabının üzerine yürüyelim! Allah, onunla aramızda kesin hükmünü verinceye kadar çarpışmaya devam edelim. Ölürsek, zâten arkamızda bıraktığımız bir nesil yok; şayet galib gelirsek, yeniden evlenir, evlâdlar yetiştiririz!"
Kurayza Oğullan, bu teklifi de uygun görmediler. O zaman Ka'b, üçüncü teklifini arzetti.
"Size üçüncü teklifim şudur: Bu gece Sebt (Cumartesi) gecesidir.Bu gece, Muhamnned ve ashabı, bizim kendilerine karşı herhangi bir harekette bulunmayacağımızdan emin ve gafil bulunabilirler. O hâlde hemen kalelerimizden aşağı inelim. Onları ansızın vurabiliriz!"
Kurayza Oğullan, bu teklife de şu cevabı verdiler:
"Biz, Sebt günü çalışma yasağını nasıl bozabiliriz? Bizden önce, Sebt (Cumartesi) gününe hürmetsizliklerinden dolayı maymun ve domuzlara çevrilen belli kimselerden başka, hiç kimsenin ihdas etmediği bir şeyi biz nasıl ihdas edebiliriz?"
Kâ'b'ın bütün bunlardan sonra son sözleri şunlar oldu:
"İçinizden hiç kimse, doğduğundan şu âna kadar, bir gece bile tedbirli ve doğru görüşlü olarak gününü geçirmemiştir!"384
Aralarında bundan sonra bir kargaşalık başladı: Birbirlerine ileri geri lâflar sarfettiler. Bir taraftan da kadınlar ve çocuklar ağlaşip duruyorlardı. Buna dayanamadılar. Yaptıklarından son derece pişman oldular.
SA'YE OĞULLARI ESİD'LE SALEBE'NİN MÜSLÜMAN OLMALARI
Bu sırada iki kardeş olan Salebe ile Esid b. Sa'ye, ortaya çıkıp, Kurayza Oğullarına nasihatte bulundular. "Ey Kurayza Oğulları!.. Vallahi, siz gayet iyi biliyorsunuz ki Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Onun vasıflarını bize hem kendi âlimlerimiz, hem de Benî Nadir âlimleri söylemişlerdir. Onlardan biri, hepimizin çok sevdiği İbni Heyyiban'dı. O, öleceği sırada, bu peygamberin sıfatlarını bize haber vermişti." dediler.
Benî Kurayza Yahudileri, "Hayır!.. Bu, o gelecek peygamber değildir!" diyerek hakkı bile bile inkâr ettiler.
Fakat, Sa'ye Oğulları, söylediklerinden vazgeçmediler. Bu inançlarını pervasızca tekrarladılar.
"Vallahi," dediler, "bu gelecek olan o peygamberin sıfatındandır! Allah'tan korkunuz da, ona îman ediniz!'"85
Kurayza Oğulları, kıskançlıklarının esiri olmuşlardı. Peygamber Efendimizin nübüvvetini tasdik etmeye niyetli görünmüyorlardı.
Bunun üzerine, iki delikanlı olan Salebe ve Esid'le amcalarının oğlu olan Esed b. Ubeyd, kaleden inip, Müslüman oldular.386
İbni Heyyiban, Şamlı bir Yahudî idi. Âlimdi. İslâm'ın gelişinden iki yıl önce Benî Nadir Yahudîlerine gelip misafir olmuştu. Aralarında bir müddet yaşadıktan sonra ölüm döşeğine düşmüştü. Vefat edeceğini anlayınca, "Ey Yahudî cemaati!.. Ben, buraya ne için geldim, bilir misiniz?" diye sormuştu.
Yahudiler, "Sen, daha iyi bilirsin!" demişlerdi.
Bunun üzerine İbni Heyyiban, geliş maksadını şöyle anlatmıştı:
"Ben, bu memlekete, sâdece gelme zamanı çok yaklamış bulunan ve buraya hicret edecek olan o peygamberi görmeye geldim! Umarım ki, o çok yakında gelecek ve ben de ona tâbi olacağım. Ey Yahudî cemaati!.. Ona tâbi olmakta herkesten önce davranmalısınız."187
Ölüm döşeğinde Peygamber Efendimizin geleceğini müjdeleyen İbni Heyyiban, umduğuna erme imkânı bulamadan orada hayata gözlerini yummuştu.388
HAKEM TÂYİN EDİLMESİ
Benî Kurayza Yahudileri, 25 gece süren muhasaradan sonra, başka çâre kalmadığını anlayarak, teslim olmayı kabul ettiler. Haklarında hüküm vermek üzere de Peygamber Efendimizden bir hakem tâyin edilmesini istediler. Resûli Ekrem, "Ashabımdan istediğinizi hakem seçiniz!" buyurdu.
Kurayza Oğullan, "Biz, Sa'd b. Muaz'ın vereceği hükme göre teslim oluruz." dediler.
Peygamber Efendimiz, "Pekâlâ!.. Sa'd b. Muaz'ın hükmüne göre teslim olunuz." buyurdu.389
Hendek Muharebesinde yaralanan Hz. Sa'd b. Muaz, o sırada tedavisine bakılması için, Mescidi Nebevî'de kurulan bir çadırda bulunuyordu. Evsli Müslümanlar, onu alıp Hz. Resûlullah'ın huzuruna getirdiler.
Efendimiz, "Ey Sa'd!.. Bunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana açıkla!" buyurdu.
Hz. Sa'd, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Ben iyi biliyorum ki, Allah, sana, onlara yapacağın muamele hakkında bir emir vermiştir. Sen, Allah'ın sana emrettiğini yap!"
Peygamber Efendimiz, "Evet, öyledir! Fakat, sen de onlar hakkındaki hükmünü bana açıkla!" dedi.
Hz. Sa'd, "Yâ Resûlallah!.. Onlar hakkında, Allah'ın hükmüne uygun hüküm veremem, diye korkuyorum!" diye cevap verdi.Peygamber Efendimiz ısrar etti: "Sen, onlar hakkında hükmünü ver!"390
Benî Kurayza Yahudileri, eskiden beri Evslilerin müttefikleri idiler. Bu sebeple, Hz. Sa'd, onlardan söz almak istedi.
"Kurayza Oğulları hakkında vereceğim hükmü kabul edeceğinize dair bana Allah'ın ahd ve misakı ile söz veriyor musunuz?" diye sordu.
Evsliler, "Evet, söz veriyoruz!" dediler.
Hz. Sa'd'ın, hakem olması hasebiyle, Peygamber Efendimizden de bu hususu sorması gerekiyordu. O sırada Peygamber Efendimiz, bazı sahabîlerle bir tarafta oturuyordu. Hz. Sa'd, Efendimize olan derin hürmetinden dolayı, bizzat ismini zikredip sormaktan haya duydu. Yüzünü başka tarafa çevirerek, "Şurada bulunan zât da bu yolda vereceğim hükmü kabul buyuracağına dair bana, Allah'ın ahd ve misakı ile sizin gibi söz veriyor mu?" diye gaib sigasıyla sordu.
Resûli Ekrem Efendimiz, "Evet..." diye cevap verdi.
Bundan sonra Hz. Sa'd'ın emri üzerine, Kurayza Oğullan kalelerinden indiler, silâhlarını bırakıp teslim oldular.
HÜKÜM
Hz. Sa'd b. Muaz, bütün bunlardan sonra hükmünü şöyle açıkladi:
"Ben, onlar hakkında bulûğ çağına eren erkeklerin boyunlarının vurulmasına, malların Müslümanlar arasında taksim edilmesine, çocuklarla kadınların ise esir alınmasına hükmettim!"
Peygamber Efendimiz, Hz. Sa'd'ı bu hükmünden dolayı tebrik ve takdir ederek, "Sen, onlar hakkında, Allah Teâlâ'nın yedi kat gökler üzerinde verdiği hükmüne uygun hüküm verdin!" buyurdu.391
Hakikaten de, Hz. Sa'd b. Muaz'ın Kurayza Oğullan Yahudileri hakkında verdiği hüküm, Hz. Musa'nın şeriatındaki hükme uygundu. Tevrat'ta bu hüküm şöyle açıklanmıştır:
"Bir şehre harb için yaklaştığında, onu sulha davet edesin. Ve eğer sana sulh cevabını verip kapılarını açarsa, içinde bulunan kavmin hepsi sana haraç verip, hizmet etsinler. Lâkin, eğer, seninle musalaha etmeyip harb ederse, onu muhasara edesin. Ve, Allah'ın (Rab), onu senin eline teslim ettikte erkeklerin hepsini kılıçtan geçiresin! Amma, kadınlar ile çocukları ve hayvanları ve bütün ganîmeti, yâni o şehirde bulunanların hepsini yağma edip Allah'ın (Rabbin) sana verdiği düşmanlarının ganimetlerini yiyesin."392
Benî Kurayza Yahudîleri, Tevrat'ın bu hükmüne uygun olarak kendilerine verilen cezaya bilmecburiye rıza gösterdiler.
Peygamber Efendimizin emriyle, bulûğ çağına ermiş erkeklerin elleri bağlandı. Bütün eşyaları bir araya toplandı. Eli bağlı erkekler, mallar ve davarlar Medine'ye getirildi. Ganimetler bir eve kondu. Davarlar ise, etrafa yayılmaya bırakıldı. Daha sonra ganimetlerin beşte biri "Beytû'lMâl"e, yâni devlet hazinesine tahsis olundu. Kalanı mücâhidler arasında pay edildi.
Verilen hüküm gereği erkeklerin boyunları vuruldu. Muhasara sırasında kaleden aşağı taş bırakarak bir sahabînin şehid olmasına sebep olan Nübate adındaki bir kadına da kısas uygulandı.
Bu arada birkaç kişi de affa uğradı. Bunlar, daha önce Müslümanlara bazı iyiliklerde bulunmuşlardı. İyilik gören sahabîler, onların affını isteyince, Resûli Ekrem de onları affetti.
Böylece, Medine'nin etrafı, muzır unsurlardan temizlenmiş oluyordu. Hz. Resûlullah ve Müslümanlar, bu hâdiseden sonra uzun müddet huzur ve sükûn içinde yaşadılar ve harbsiz bir devir geçirdiler.

377 ibni Hişam, Sîre, c. 2, s. 147148.
378 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 233; Ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 74; Müslim,
379 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 244.
380İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 244245; ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 74.
381ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 74.
382 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 245; ibni Kesir, Sîre, c. 3, s. 228; ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 77.
383ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 245.
384 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 246247.
385 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 228; İbni Hacer, elisabe, c. 1, s. 33.
386 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 227228.
387 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 228.
388İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 228.
389 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 351; İbni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 422.
390 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 424425.
391Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 251; İbni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 426; Taberî, Tarih, c. 3, s. 56. Tevrat, Tesniye, bab 20x1015.



Hicretin 5. Senesinin Diğer Mühim Bazı Hadiseleri
Müzeynelerin Müslüman Olmaları
Medine yakınlarında ikamet etmekte olan Müzeyne Kabilesinden 10 kişilik bir heyet, Medine'ye gelerek, Resûl-i Ekrem Efendimizin huzurunda Müslüman oldu.
Heyetin başında Huzaî b. Abd-i Nühm bulunuyordu.
Huzaî, Müslüman olup Peygamber Efendimize bîat edince, yurduna döndü ve kavmini Müslüman olmaya davet etti. Müzeyneler, "Biz senin, sözüne itaat ederiz." diyerek Müslüman oldular ve Medine'ye bir heyet gönderdiler.
Hicret'in 5. yılı Receb ayında Müzeynelerin Mudar kolundan Müslüman olmak üzere Medine'ye gelenlerin sayısı 400'dü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, onları yurtlarında ikamet etmelerine rağmen Muhacirler sınıfından saydı ve, "Siz nerede olursanız olunuz, Muhacirsiniz. Muhacirlik şerefini hakettiniz. Mallarınızın başına dönünüz." buyurdu.
Bu emir üzerine, Müzeyneler yurtlarına döndüler.3"3
Selman-ı Fârisî 'nin Kölelikten Kurtarılması Selman-ı Fârisî Hazretleri, daha önce Yahudilerin kölesi idi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bir gün kendisini çağırarak, "Ey Selman!.. Kendini kölelikten kurtarmak için, efendinle pazarlık yaparak anlaş." dedi.
Hz. Selman, efendisine durumu arzedince, o, "Üç yüz hurma fidanını diker ve ayrıca 40 ukiyye [bin 600 dirhem] altın verirsen âzad ederim." dedi.
Bunun üzerine Hz. Selman, Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına gelip durumunu arzetti.
Peygamber Efendimiz, ashabına, "Kardeşinize yardım ediniz." buyurdu.
Bu emir üzerine sahabîler, bir anda kendi aralarında gerekli olan 300 hurma fidanını topladılar.
Hurma fidanları toplanınca Peygamber Efendimiz, "Ey Selman!.. Git de şu fidanlar için çukurlar kaz! Bitirince de gelip bana haber ver. Ben onları kendi elimle dikeyim!" diye ferman etti.
Sahabîlerin de yardımıyla Hz. Selman çukurları kazıp bitirince, Efendimize haber verdi.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, bizzat mübarek eliyle, biri müstesna, diğer bütün hurma fidanlarını dikti. O sene zarfında Efendimizin diktiği bütün fidanlar hurma verdi. Yalnız, başkasının diktiği bir tek fidan hurma vermedi. Peygamber Efendimiz onu da çıkardı, yeniden dikti; o da meyve verdi.
Böylece, Hz. Selman, Benî Kurayza Yahudîlerinden olan e-fendisine hurma ağaçlan borcunu ödemiş oldu.394
Hurma ağacı borcunu ödeyen Hz. Selman'ın sâdece altın borcu kalmıştı.
Bunu da bizzat Hz. Selman şöyle anlatır:"Resûlullah (s.a.v.), gazaların birinden tavuk yumurtası kadar bir altın külçesi getirmişti. Beni huzuruna çağırttı ve, 'Ey Selman!.. Bunu al, borcunu öde.' buyurdu.
"Ben, 'Yâ Resûlallah...' dedim, 'Bu kadarcık altın parçasıyla borcum ödenmez ki!..'
"Külçeyi eline alıp tükürüğünü sürdü ve, 'Al bunu!.. Allah, senin borcunu bununla ödeyecektir!' buyurdu.
"Bunun üzerine ondan alacaklıya tartıp tartıp verdim. Borcum olan 40 ukiyyeyi [bin 600 dirhem] verdikten sonra, o tavuk yumurtası kadar olan altın parçası eskisi gibi bana kaldı!"195
Ensâr 'dan Sa 'd b. Muaz Hazretlerinin Vefatı
Sa'd b. Muaz Hazretleri, Ensâr'ın en üstün fazilete sahip şahsiyetlerinden biri idi.
Mus'ab b. Umeyr Hazretleri, Resûl-i Kibriya Efendimizin emriyle Medine'ye Kur'ân öğretmek üzere geldiği zaman Müslüman olmuştu. Müslüman olduğunu duyan Abdû'l-Eşhel Oğullarından kadın erkek hepsi de o gün Müslüman olmuşlardı.
Bu kahraman ve fedakâr sahabî, Hendek Harbinde kolundan bir okla vurulmuş, kolunun damarı kesilmişti. Yarası ağır ve ızdırap verici idi.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu kahraman sahabî yaralandığı zaman, ona, Allah rızası için yaralıların tedavisiyle meşgul olan Ensâr kadınlarından Rüfeyde adındaki hâtûnun çadırında yer ayırtmıştı.Kurayza Oğullan hakkında hüküm vermesinden kısa bir müddet sonra bu ağır yarası tekrar deşildi ve çok geçmeden de Hicret'in 5. yılında 37 yaşında şehiden vefat etti.
Resûl-i Kibriya Efendimiz ve Müslümanlar, vefatından son derece müteessir oldular. Peygamber Efendimiz, "Sa'd b. Muaz'ın vefatıyla Arş-ı Âlâ titredi ve cenazesinde 70 bin melek hazır bulundu!" buyurdu. Cenaze namazını da bizzat kendileri kıldırdı.396
Muğire b. Şu 'be nin Müslüman Olması
Muğire b. Şu'be, dört Arap dahîsinden biri idi. Belli ve büyük meseleleri halletmede son derece mahirdi. İri yarı ve heybetli bir zâttı.
Hendek Savaşı yılında Müslüman oldu ve Muhacir olarak Medine'ye geldi.
Medine 'de Zelzele ve Ay Tutulması
Hicret'in 5. yılında Medine'de zelzele oldu.
Resûl-i Kibriya Efendimiz bunun üzerine, "Rabbiniz, sizi, razı olacağı duruma döndürmek istiyordur. O hâlde siz de, O'nun rızasını dileyiniz." buyurdu.397
Resûl-i Kibriya Efendimizin bu ifadeleri, yeryüzü ile üzerinde yaşayan insanların hareketleri arasında münâsebetin bulunduğunu ortaya koyuyor ve dünyanın hareket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak emir altında deprendiğini beyan ediyordu!
Yine Hicret'in 5. yılı Cemaziyelahir ayında ay tutuldu.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, ay tutulması geçinceye kadar, husuf namazı kıldırdı.398
Küsuf ve husuf (güneş ve ay tutulması namazı) sünnettir. İki rekâttır. Rükû ve secdeleri, nafile namazlarda olduğu gibi yapılır. Bu namazlar için ezan ve kamet okunmaz.
Ancak husuf namazı için, "es-Selâtü Câmiatün [Namaz için toplanınız]." diyerek seslenir.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, bir hitabelerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Şüphesiz ki, güneş ve ay, hiçbir kimsenin ölümü veya doğumu sebebiyle tutulmazlar. Onlar, Allah'ın kudret ve azametini gösteren alâmetlerden iki alâmettir! Siz onların tutulduğunu gördüğünüz zaman, namaza durunuz!'"99
Câhiliyye devrinde insanlar, "Güneş ve ay, ancak yeryüzü halkının büyüklerinden bir büyük için tutulur." bâtıl inancını taşırlardı.
Yukarıdaki mübarek sözleriyle Peygamber Efendimiz, Câhiliyye devri insanlarının bu bâtıl inançlarını değiştirmiş, güneş ve ay tutulmalarının Allah'a ibâdet vakti olduğunu beyan buyurmuşlardır. Bu vakitlerde insanların, boş şeylerle değil, Allah'a ibâdet ve taatle meşgul olmaları gerektiğini ifade etmişlerdir.
Şurası da unutulmamalıdır ki, ibâdet ve duanın sebebi ve neticesi emir ve Allah'ın rızasıdır, faidesi ise âhirete aittir. Eğer namaz ve ibâdetten dünyevî bir maksat niyet edilse, yalnız onlar için yapılsa, o namaz bâtıl olur. Bu sebeple, güneş veya ay tutulmaları hâlinde, onların açılması niyetiyle ve kasdıyla namaz kılınmaz. Belki, güneş ve ayın tutulması zamanları bu çeşit ibâdetin vakitleri olarak bilinmeli ve sırf Allah'ın rızası kasdedilerek namaz kılınmalıdır.400

393 ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 291-292.
394 Ibn-i Hişam, Sîre, c. 1, s. 234-235; İsfahanî, Delâilû'n-Nübüvve, s. 218-219; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 135-136.
395 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 1, s. 235; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 185; Kaadı İyaz, Şifa, c. 1, s. 277-278.
396 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 263; Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 433.
397 İbn-i Esir, Üsdû'l-Gabe, c. 1, s. 22.
398 Halebî, Insanû'l-Uyûn, c. 2, s. 628.
399 Buharî, Sahih, c. 2, s. 23-24; Müslim, Sahih, c. 3, s. 28-36.
400 Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lahikası, c. 1, s. 31-33.



Hicretin 6. Yılı
Kurata, Beni Lihyanve İs Seferleri ve Gabe Gazası
KURATA SEFERİ
(Hicret 'in 6. senesi Muharrem ayı)
Bu tarihte, Peygamber Efendimiz ashabtan Muhammed b. Mesleme Hazretleri kumandasındaki 30 kişilik bir süvari birliğini Necid diyarında bulunan Bekir b. Kilâb Oğulları üzerine gönderdi.
Mücâhidler, bu kabileye âit Şerebbe mevkiine vardıklarında, Benî Muharip'ten bir toplulukla karşılaştılar. Aralarında çatışma vuku buldu. Muharip Oğullarından bazıları öldürüldü; sağ kalanlar ise kaçtılar. Mücâhidler, onların geride kalan çoluk çocuklarına ise dokunmadılar.
Daha sonra mücâhidler, Benî Bekirlerin bulunduğu yere kadar ilerlediler. Anîden baskında bulunarak 10 kadar adamlarını öldürdüler. Bir kısım davar ve develerini de ganîmet olarak aldılar. Muhariplerle Benî Bekirlerden alınan ganîmet mallar, 150 deve ile üç bin davarı buluyordu.
Birlik kumandanı Muhammed b. Mesleme (r.a.), bunların beşte birini Peygamber Efendimiz için ayırdı, geri kalanını ise mücâhidlere bölüştürdü.
Mücâhidler, Medine'ye dönerken yolda Benî Hanife kabilesinden Sümame b. Üsal'ı yakaladılar. Sümame, Mekke'ye umre haccı yapmaya gidiyordu.
Müslüman süvari birliği, Muharrem ayının son gecesinde Medine'ye döndü.401
SÜMAME B. ÜSAL'IN MÜSLÜMAN OLUŞU
Mücâhidler tarafından esir alınan Sümame b. Üsal, Yemame halkının ileri gelenlerindendi. Bir ara, Peygamber Efendimizin vücudunu ortadan kaldırma teşebbüsüne geçmiş ise de, amcası onu bu cinayeti işlemekten alıkoymuştu. Resûli Ekrem Efendimiz de, bunun üzerine Sümame'nin kanının dökülmesini mubah saymıştı.402
Sümame'yi Peygamberimizin huzuruna getiren mücâhidler, onu tanımıyorlardı. Resûli Ekrem onlara, "Kimi yakalamış olduğunuzu biliyor musunuz? Yakaladığınız bu adam, Benî Hanife Kabilesi Efendisi Sümame b. Üsal'dir. Ona iyi davranınız." diye buyurdu.
Sahabîler, onu Mescidi Şerifte barındırdılar.
Resûli Ekrem Efendimiz, mescide gidip Sümame'nin yanına vardı.
"Ey Sümame!.. Gönlünde ne var, içinden ne geçiriyorsun?" diye sordu.
Sümame mahçub bir eda içinde, "Yâ Muhammedi.. Gönlünde hayır var! Şayet beni öldürecek olursan, eli kanlı bir katilin hayatına son vermiş olursun! Eğer bana iyilik eder, beni affedersen, iyiliğe karşı teşekkür eden, iyilik bilen bir kimseye iyilikte bulunmuş olursun! Eğer, hürriyetime kavuşmam için benden mal istersen, dilediğin kadar iste, al!" diye cevap verdi.
Efendimiz, başka bir şey demeden yanından ayrıldı.
Daha sonra iki gün üst üste Peygamber Efendimiz, Sümame'ye aynı suali sordu. Sümame aynı cevabı verince, ashabına, "Sümame'yi serbest bırakınız." diye emrederek onu fidyei necat almaksızın serbest bıraktı.Bu âlicenab hareket karşısında Sümame'nin gönül âlemi birden nurlandı. Hemen orada kelimei şehâdet getirerek Müslüman oldu.403
Mekke 'de Sümame 'nin Başına Gelenler
Müslüman olan Sümame, Peygamber Efendimizin müsaadesiyle niyetlenmiş olduğu umresini yapmak üzere Mekke'ye gitti. "Telbiye" getirerek şehre girince, Kureyş müşrikleri Müslüman olduğunu anladılar. Yakalayıp boynunu vurmak istediler. O sırada içlerinden birisi, "Bırakınız onu!.. Siz, yiyecek maddesi bakımından Yemame'ye her zaman muhtaçsınız!" deyince onu serbest bıraktılar.
Buna rağmen Sümame onlara meydan okudu.
"Vallahi," dedi, "Resûlullah Muhammed müsaade etmezse, size Yemame'den bir buğday tanesi bile gelmeyecektir!"
Gerçekten de, umresini yapıp Yemame'ye dönen Sümame, Yemame halkını Kureyşlilere herhangi bir şey yükleyip göndermekten menetti.404
Peygamber Efendimizin Şefkati
Yemame halkı Sümame'nin emri üzerine Mekke'ye yiyecek bir şey göndermeyince, Kureyş müşrikleri son derece zor bir duruma girdiler. Kıtlık yüzünden olmadık şeyler yemeye başladılar.
Sonunda, Resûli Kibriya Efendimize bir mektup yazmak zorunda kaldılar: "Sen, hem akraba haklarını gözetmeyi emretmektesin, hem de bizimle akrabalık bağlarını koparıp babalan kılıçtan geçirmekte, çocukları da açlıktan öldürmektesin! Sümame, bizim yiyeceklerimizi kesti. Son derece daraldık. Ne olur, Sümame'ye bu hususta bir mektup gönderiver!"405
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, onların yaptıkları bütün düşmanlık ve kötülükleri bir tarafa bırakarak, Yemame'den, Mekkelilere yiyecek satışına mâni olmaması için Sümame b. Üsal'e bir yazı gönderdi.
Sümame, Hz. Resûlullah'ın bu emri üzerine Mekkelilere zahîre satışını serbest bıraktı.406
Görülüyor ki, Peygamber Efendimiz, insan hayatına vermiş olduğu değerden dolayı, en şiddetli düşmanlarına karşı bile yiyecek içecek noktasında son derece şefkatli ve merhametli davranmıştır. Kureyş müşrikleri gibi en azgın düşmanlarının bile, açlık ve susuzlukla karşı karşıya kalıp yok olmalarına, şefkat ve merhamet ummanı olan mübarek gönülleri rıza gösterememiştir! Bu, onun, hayata hürmeti telkin eden en güzel davranışlarından sâdece birisidir! Mübarek hayatına bu nazarla baktığımızda buna benzer birçok hâdiseye rastlayacağımız şüphesizdir!
BENÎ LİHYAN SEFERİ
(Hicret 'in 5. senesi Rebiülevvel ayı başlan)
Benî Lihyanlar, Hicret'in 4. yılında Bi'ri Mauna mevkiinde 40'a (veya 70) yakın Müslüman mürşid ve muallimi hunharca şehid etmişlerdi. Reci mevkiine irşad için gönderilmiş bulunan İslâm birliğini kuşatıp birçoğunu şehid edenler de, yine bu kabîleden kimselerdi.407
Peygamber Efendimiz, bu hain kabileye haddini bildirmek için, yerine Medine'de Abdullah b. Ümmü Mektum'u vekil bırakarak 200 kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Efendimiz, Benî Lihyanları gafil avlamak istiyordu. Bu sebeple, Şam'a doğru gitmek istiyormuş gibi davrandı. Daha sonra yolunu değiştirerek, Benî Lihyanların konak yerlerinden olan Guran Vadisine kadar gitti. Asım b. Sabit ve diğer Müslüman muallim ve mürşidler burada şehid edilmişlerdi. Efendimiz, orada onları rahmetle andı, kendileri için dua etti.408
Lihyan Oğulları, Peygamber Efendimizin gelişini duymuşlar ve korkup dağ başlarına sığınmışlardı. Kimse yakalanamadı.
Peygamber Efendimiz, oradan Usfan denilen mevkie vardı. Burası Mekke'ye yakındı. Efendimizin maksadı, gelişini Mekkelilere bildirmekti. Nitekim, Mekkeliler bunu duymuşlar ve korkuya kapılmışlardı. Resûli Ekrem Efendimiz, 14 gece sonra tekrar Medine'ye döndü.409
GABE GAZASI
(Hicret 'in 6. senesi Rebiülâhir ayı)
Ebû Zerr (r.a.), Medinei Münevvere'ye üç saat mesafesi olan Gabe Mer'asında oğluyla birlikte Peygamber Efendimizin 20 kadar devesini güderken, Uyeyne b. Hısne'lFezarî, 46 atlıyla gelip Ebû Zerr'in oğlunu şehid etmiş, develeri de alıp götürmüştü.
Durum Peygamberimize haber verildi. Derhâl baskıncıların arkasından Hz. Sa'd b. Zeyd komutasında bir süvari birliği gönderdi. Hz. Sa'd'a, "Ben, sana halk ile birlikte gelip kavuşuncaya kadar, baskıncı müşrikleri takib et." diye emretti.
Süvari birliği yola çıktıktan sonra, Peygamber Efendimiz de Medine'de yerine Abdullah b. Ümmü Mektum'u vekil bıraktı ve 500 kişilik bir kuvvetle Gatafan'a doğru yola çıktı. Medine'ye iki günlük mesafesi olan Zu Kared mevkiinde düşmana yetişildi: Birkaçı öldürüldü; develerin bir kısmı da geri alındı.410
Resûli Ekrem Efendimiz, etrafı araştırmak maksadıyla burada bir gün bir gece kadar bekledi, sonra Medine'ye geri döndü.411
İS SEFERİ
(Hicret 'in 6. senesi Cemaziyelevvel ayı)
Kureyş müşriklerine âit bir ticaret kervanının Şam'dan Mekke'ye doğru gitmekte olduğu, Medine'de işitildi.
Peygamber Efendimiz, Kureyş müşriklerini istisaden güç durumda bırakmak maksadıyla, Hz. Zeyd b. Harise kumandasında 170 kişilik bir süvari birliğini bu kervanı ele geçirmek üzere yola çıkardı.
Mücâhidler, İs denilen mevkide Kureyş kervanına rastgeldiler: Kervandaki mallara el koydular, adamları da esir aldılar. Resûli Ekrem Efendimizin kerîmesi Hz. Zeyneb'in kocası olan Ebû'lÂs b. Rebî de bu esirler arasındaydı.
Mücâhidler, malları ve esirleri Medine'ye getirdiler. Peygamber Efendimiz, malları mücâhidler arasında taksim etti.412
Ebû 'lAs 'in Serbest Bırakılması
Ebû'lÂs, Hz. Zeyneb'e, "Babandan, benim için eman al." diye haber göndererek himayesini istedi.
Hz. Zeyneb de, onu himâyesi altına aldığını Müslümanlara bildirdi. Peygamber Efendimiz de, kerîmesine, "Senin himayeye aldığın kimseyi, biz de himayemiz altına aldık!" diye buyurdu.413
Hz. Zeyneb, Resûli Ekrem Efendimizden, Ebû'lÂs'ın ganîmet alınan mallarının da geri verilmesini rica etti. Resûli Ekrem Efendimiz de bunu mücâhidlerden istedi. Mücâhidler de, aldıkları malların tamamını getirip ona geri verdiler.
Ebû 'lÂs 'in, Müslüman Olduğunu Açıklaması
Ebû'lÂs, geri aldığı mallarla Mekke'ye döndü, sahiplerine haklarını teslim etti; sonra, "Ey Kureyşliler!.. Kimsenin bende malı veya hakkı kaldı mı?" diye sordu.
"Hayır..." dediler, "Yanında hiçbir malımız ve hakkımız kalmadı!"
Başta Resûlullah olmak üzere, zevcesi Hz. Zeyneb'ten ve Müslümanlardan gördüğü âlicenab muamele karşısında Ebû'lÂs'ın mânâ âlemi değişmişti. Bunu Kureyş müşriklerine de şöylece açıkladı:
"Vallahi, yanınıza gelmeden önce, Müslüman olmamı engelleyen tek şey, 'Mallarımızı götürmek için Müslüman oldu.' diye yapacağınız dedikodudan duyduğum endişeydi. Fakat, şimdi mallarınızı teslim etmiş bulunuyorum. Şehâdet ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve yine şehâdet ederim ki Muhammed, Allah'ın kulu ve Resulüdür!"414
Daha sonra Ebû'lÂs, Medine'ye İslâmiyetle şereflenmiş hâlde döndü. Peygamber Efendimiz de yine Hz. Zeyneb'i ona verdi.415
AŞDURRAHMÂN B. AVF'IN DÛMETÛ'LCENDEL'E GÖNDERİLMESİ
(Hicret 'in 6. senesi Şaban ayı)
Bu tarihte Peygamber Efendimiz, Abdurrahmân b. Avf Hazretleri kumandasında 700 kişilik bir birlik hazırladı. Birliğin vazifesi, Dûmetû'lCendel beldesi halkını İslâmiyete davet etmekti.
Resûli Ekrem Efendimiz, Abdurrahmân b. Avf Hazretlerine sancağını teslim ettiği sırada Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra, mücâhidlere şöyle hitab etti:
"Hepiniz Allah yolunda, Allah'ın ismiyle gaza ediniz! Kâfirlerle çarpışınız! Ganimet mallarına hıyanet etmeyiniz! Ahdinizi bozmayınız! Öldürdüklerinizin burun, kulak gibi uzuvlarını kesmeyiniz! Küçük çocukları öldürmeyiniz!"416
Efendimiz, sonra da bütün Müslümanlara şu umumî dersini verdi:
"Ey insanlar!.. Zamanla size gelip çatacak beş musibetten Allah'a sığınırım:
"* Bir kavimde çirkin hareketler yayılıp açığa vurulunca, şüphesiz, kendilerinden önce geçmiş kavimlerde görülmedik veba, acılar ve ağrılar onlar arasında ortaya çıkar!
"* Bir kavim, ölçüde, tartıda eksiklik yaptı mı, muhakkak kuraklık ve kıtlık yıllarına, geçim sıkıntısına, hükümdar zulmüne uğrarlar!
"* Mallarının zekâtını vermeyen kavimlerin, gökten yağan yağmurları kesilir!
"* Allah ve Resulünün ahdini bir kavim bozdu mu, muhakkak düşmanları onların üzerine salınır. Onlar da, kavmin el ve avuçlarındakilerden bir kısmını çekip alırlar!
"* Bir kavmin idarecileri, Allah'ın Kitabına uygun hareket etmediler mi, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyi onurlarına yedirmediler mi, o zaman Allah da onların arasına tefrika ve harb sokar!"417
Bundan sonra Abdurrahmân b. Avf Hazretleri, beraberindeki Müslümanlarla Dûmetû'lCendel'e hareket etti. Oraya varınca onları İslâmiyete davet etti. Bu davetini üç gün tekrarladı.
Üçüncü günü Hıristiyan olan reisleri Asbağ b. Amre'lKelbî, İslâmiyetle müşerref oldu. Onunla birlikte birçok kimse de îmana geldi.418 Müslüman olmayanlar ise cizye [vergi] vermek üzere orada kaldılar.
Peygamber Efendimiz, Medine'den uğurlarken Abdurrahmân b. Avf Hazretlerine, "Eğer onlar İslâmiyeti kabul ederlerse, reislerinin kızıyla evlen." diye buyurmuştu.
Hz. Abdurrahmân, Nebîyyi Muhterem Efendimizin bu emri üzerine reisleri Asbağ'ın kızı Tümandır'la evlendi ve onu da yanına alarak Müslümanlarla birlikte Medine'ye döndü.419

402 İbni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 78.
403 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 5, s. 550.
404 Ibni Hişam, Sîre, c. 4, s. 287288; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1386. 404 Ibni Hişam, A.g.e., c. 4, s. 288; ibni Sa'd, A.g.e., c. 5, s. 550.
405 İbni Abdi'lBerr, ellstiab, c. 1, s. 215.
406 İbni Hişam, A.g.e., c. 4, s. 288; ibni Abdi'lBerr, A.g.e., c. 1, s. 215.
407 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 178193; ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 5556; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 2, s. 94.
408 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 79.
409 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 79.
410 İbni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 8184; Müslim, Sahih, c. 3, s. 14381439.
411 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 84; Taberî, Tarih, c. 3, s. 62.
412 Ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 87.
413 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 33; Ibni Seyyid, Uyûnû'lEser, c. 2, s. 106.
414 İbni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 33; Halebî, Insanû'lUyûn, c. 3, s. 177.
415 İbni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 33; Ibni Esir, Üsdû'lGabe, c. 5. s. 237; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 177.
416 ibni Hişam, Sîre, c. 4, s. 280; Halebî, Insanû'lUyûn, c. 3, s. 184.
417 ibni Hişam, A.g.e., c. 4, s. 280.
418 İbni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 89.
419 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 89, c. 3, s. 129; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 184.



Umre Seferi ve İlk Yağmur Duası
PEYGAMBERİMİZİN İLK YAĞMUR DUASI
Hicret'in 6. yılında büyük bir kuraklık ve kıtlık her tarafı sarmıştı.
Ramazan ayında bir Cuma günü, Resûli Ekrem Efendimiz hutbe îrad buyururken kendisinden, "Allah'a dua et de bize yağmur versin." diye rica edildi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Allah'ım, bize yağmur ver! Allah'ım, bize yağmur ver! Allah'ım, bize yağmur ver!" diyerek dua etti.420
Bir anda ayna gibi berrak olan gökyüzünde bulutlar belirdi ve yağmur yağmaya başladı.
Peygamber Efendimiz bu sefer, "Allah'ım, bu yağmuru bardaktan boşanırcasına yağdır ve hakkımızda hayırlı kıl!"421 diye dua etti.
Enes b. Mâlik der ki:
"Üzerimize öyle yağmur yağdı ki, neredeyse evlerimize gitme imkânı bulamayacaktık! O gün, ertesi gün, daha ertesi gün, tâ öteki Cuma'ya kadar yağmur yağmaya devam etti."422
Cuma günü Peygamber Efendimiz yine hutbe îrad ederken, bu sefer yağmurun dinmesi için dua yapmasını rica ettiler.
"Yâ Resûlallah!.. Evler, yağmurdan yıkılmaya başladı; yollar kapandı. Allah'a dua etsen de yağmuru kesse!"423
Resûli Kibriya Efendimiz, tebessüm buyurdular, sonra da ellerini kaldırarak, "Allah'ım, çevremize yağdır, üzerimize değil!"424 diye dua etti.
Yine Enes b. Mâlik der ki:
"Resûlullah (a.s.m.) dua ederken de eliyle, semânın neresine işaret ettiyse orası açıldı ve Medine üstü, açık bir meydan gibi oldu. Medine çevresine yağmur yağarken, Medine'ye bir damla bile düşmüyordu. Etraftan gelenler, oralarda bol bol yağmur yağdığını haber vermekte idiler."425
Bu, Resûli Ekrem Efendimizin yaptığı ilk yağmur duasıdır. Bundan başka çeşitli zamanlarda beş yağmur duası yapmışlardır.
UMRE SEFERİ
(Hicret'in 6. senesi Zilkade ayı/Milâdî 13 Mart 628)
PEYGAMBERİMİZİN RÜYASI
Resûli Ekrem Efendimiz, bir gece rüyasında, hiçbir korku ve endişe duymadan ashabıyla birlikte gidip Kâbei Muazzama'yı tavaf ettiklerini, kimin başını kazıttığını, kiminin de saçını kısalttığını görmüştü.426
Efendimiz, bu rüyasını anlatınca, Ashabı Kiram, görülmedik bir sevinç ve heyecan izhar etmişlerdi. Zîra, Muhacir Müslümanların Mekke'den Medine'ye hicretlerinin üzerinden kocaman bir altı yıl geçmişti. Bu altı yıl zarfında büyüklü küçüklü birçok hâdise cereyan etmişti, ama vatanlarının hasreti yine de gözlerinde tütüyordu. Doğup büyüdükleri vatanlarına bir gün tekrar kavuşacaklarını her an hayâllerinde yaşatıyorlardı. Hasret duydukları belde alelade bir yer de değildi; her gün beş vakit namazlarında yöneldikleri Kâbei Muazzama'nın bulunduğu mübarek bir belde idi.
Resûli Ekrem Efendimizin, "Siz muhakkak Mescidi Haram'a gireceksiniz!" müjdesi, bu bakımdan Müslümanlar arasında büyük bir sevinçle karşılanmıştı. Hattâ, hemen o yıl gidip Kâbei Muazzama'yı tavaf edeceklerini zannettiler ve bunu umdular.Resûli Kibriya Efendimizin bu rüyasını Kur'ânı Kerîm de bize haber verir.427
MEDİNE'DEN HAREKET
Peygamber Efendimiz, yerine Medine'de Abdullah b. Ümmü Mektum'u bıraktı. Yemen işi giydiği iki elbisesiyle Pazartesi günü yola çıktı. Kendisiyle birlikte hazırlanan Müslümanların sayısı bin 400 idi. Kafilede dört de kadın sahabî vardı. Bunlardan biri, Efendimizin muhtereme hanımları Ümmü Seleme (r.a.) idi. Müslümanlardan sâdece 200'ü atlı idi. Yanlarında yolcu silâhı olan kılıçtan başka bir silâh da bulunmuyordu; onlar da kınlarında idi. Umre kafilesiyle birlikte ayrıca kurbanlık 70 de deve vardı.428
Hz. Ömer 'le Sa 'd b. Ubade 'nin, Endişelerini İzhar Etmeleri
Peygamber Efendimiz, ashabıyla Zûlhuleyfe mevkiine gelmişti.
Bu sırada Hz. Ömer huzura çıkıp, "Yâ Resûlallah!.. Seninle harb hâlinde bulunan bir kavmin üzerine silâhsız ve atsız mı gireceksin? Gerektiğinde, onlarla çarpışmak için, yanımıza silâhlarımızı almayalım mı?" diyerek endişesini izhar etti.
Resûli Ekrem Efendimiz, "Ben, umreye niyetlenmişim; silâh taşımak istemem." diyerek, mübarek niyetlerinin muharebe olmayıp, Mücerred Umre, yâni Kâbei Muazzama'yı ziyaretten ibaret olduğunu ifade buyurdu.
Aynı endişeyi bu sefer Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b. Ubade Hazretleri izhar etti.
Zûlhuleyfe Mescidi
"Yâ ReshulallahL" dedi, "Keşke yanımızda silâh taşısaydık! Onların şüpheli bir hareketini gördüğümüz takdirde üzerlerine yürürdük!"
Peygamber Efendimizin, bu sahabîye de cevabı aynı oldu: "Ben silâh taşımam; ben sâdece umreye niyetlenerek yola çıkmışımdır!"429
Zûlhuleyfe, Medinelilerin mikatı, yâni ihrama girme yeridir. Peygamber Efendimiz de burada öğle namazını kıldıktan sonra ihrama girdi. Yetmiş kadar olan kurbanlık develere de işaret vurdurdu.
Müslümanlardan bir kısmı da burada ihrama girdi.
Peygamber Efendimiz, öğle namazını kıldıktan sonra, kıbleye döndü ve, "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyke lâ şerike Leke Lebbeyk! İnnel Hamde ven'Nimete leke ve'lMülke lâ şerike leke." diyerek telbiye etti.
Bu ulvî seda, her tarafı nurânî bir havaya büründürdü. Sahabîlerin heyecanları zirvedeydi.
Henüz Zûlhuleyfe'den ayrılmamışlarken, Resûli Ekrem Efendimiz müşriklerin durumunu öğrenmek ve kendi geliş gayesini de bildirmek üzere Büsr b. Süfyan'ı Mekke'ye gözcü olarak gönderdi. Büsr daha önce, Medine'ye Peygameber Efendimizi ziyarete gelmişti. Efendimizin arzusu üzerine kendisiyle birlikte Mekke'ye dönüyordu.
KUREYŞ MÜŞRİKLERİNİN KARARI
Müşrikler, Peygamber Efendimizin kalabalık bir sahabî topluluğuyla gelmekte olduğunu öğrenmiş ve kat'î karar almışlardı: "Muhammed ve beraberindekiler Mekke içine sokulmayacaktır." Bunun için, Hâlid b. Velid emrinde 200 kişilik bir süvari birliğini sür'atle Küraü'lGamim denilen mevkiye göndermişlerdi. Diğer taraftan da Ahabiş kabilelerine ziyafetler vererek, herhangi bir çarpışma ihtimaline karşılık onları yanlarına almak için bir gayretin içine girmişlerdi.
Müşriklerin bu kat'î karar ve gayretlerini, tecessüs için gönderilen Büsr b. Süfyan gelip Usfan mevkiinde Resûli Ekrem Efendimize haber verdi.
Fahri Kâinat Efendimiz, bu haberi alınca, "Yazıklar olsun! Kureyş helak oldu. Zâten harb, onları yiyip bitirmiştir. Ne olurdu, benimle diğer Arap kabileleri arasına girmeselerdi, beni onlarla baş başa bıraksalardı. Onlar beni mağlûb edecek olurlarsa—zâten kendilerinin de istediği budur. Eğer Allah beni onlara galib getirecek olursa ve kendileri de isterlerse toptan İslâmiyete girerlerdi. Eğer böyle yapmazlarsa çarpışmayı göze almışlardır demektir. Heyhat! Kureyş müşrikleri kuvvetlerinin çok olduğunu mu zannediyor? Vallahi, Allah'ın, tebliği için beni göndermiş olduğu dini hâkim ve üstün kılıncaya kadar, şu başım şu gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla savaşmaktan asla çekinmeyeceğim!" diye konuştu.430
Kureyş müşriklerinin karşı koymak için hazırlanmaları, Peygamber Efendimizi fazlasıyla müteessir etti. Birbirleriyle kanlı bıçaklı olanlar bile Haram Aylar'da iki kardeş gibi yan yana gelip Kabe'yi tavaf edebiliyorlardı. Müşrikler buna mâni olmuyorlardı. Sâdece Peygamberimizin ve Müslümanların Kabe'yi ziyaret etmek gibi masum, ulvî, kutsî ve haklı arzusu karşısında, böylesine menfi bir tavır takınıyorlardı!
Peygamberimizin Yol Güzergâhını Değiştirmesi
Resûli Ekrem Efendimizin mübarek niyetleri sâdece Kâbei Muazzama'yı ziyaret etmekti. Bunun için herhangi bir çatışmanın çıkmasını istemiyordu. Bu sebepledir ki, Hâlid b. Velid kumandasında bir Kureyş süvari birliğinin Gamim mevkiine gelmiş olduğunu duyunca, ashabına, "Hâlid b. Velid birtakım süvarilerle birlikte gözcü olarak Gamim mevkiinde bulunuyor! Bu bakımdan siz, yolun sağ tarafını tutup gidiniz." buyurdu ve yol güzergâhını değiştirerek, Müslümanları bir başka yoldan götürdü. Hâlid b. Velid, İslâm Ordusunu uzaktan görünce, derhâl dönüp Kureyşlilere durumu haber verdi.
Ashabı Kiram la İstişare
Bu şartlar çerçevesinde Resûli Ekrem bir durum değerlendirmesi yapmak istedi. Sahabîleri toplayarak görüşlerini sordu.
Onlar, "Allah ve Resulü daha iyi bilir! Biz, ancak umre niyetiyle buraya gelmiş bulunuyoruz. Kimseyle çarpışmaya gelmedik; ama bu niyetimizin gerçekleşmesine mâni olmak isteyen çıkarsa, elbette onlarla çarpışırız!" diyerek fikirlerini beyan ettiler.
Sahabîlerin bu kararlılığından Peygamber Efendimiz memnun oldu ve, "Haydi, öyle ise, Allah'ın ismiyle yürüyünüz!" buyurdu.
Sâdece Kabe'yi ziyaret etmek gibi masum ve kutsî bir maksatla yola çıkmış olan Müslümanlar, tekbir ve telbiyelerle Mekke'ye, Kâbei Muazzama'ya doğru adım adım yol alıyorlardı.
KASVA'NFN ANÎDEN ÇÖKÜVERMESİ
Fahri Âlem Efendimiz, Kasva adındaki devesinin üzerindeydi. Kasva, Mekke haremi sınırına girince çökmek istedi. Sahabîler buna mâni olmaya çalıştılar; fakat sonunda Kasva galib geldi ve bir adım ileri atmadan Allah'ı hikmetiyle yere çöktü. Kaldırmaya uğraştılar, fakat bir türlü muvaffak olamadılar.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Onun böyle bir çökme âdeti yoktur. Fakat, bir zamanlar, filin Mekke'ye girmesine mâni olan, şimdi de Kasva'ya mâni oluyor. Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş, Allah'ın Harem dâhilinde yapılmasını haram kıldığı şeylere hürmeti kastederek benden ne kadar zor istekte bulunursa bulunsun, ben onu muhakkak onlara vereceğim." diye buyurdu.431
Gerçekten, Kasva çökmemiş olsaydı, Müslümanlar doğruca Kureyş müşriklerinin üzerine varacaklardı. Bu hâl ise bir çarpışmayı kaçınılmaz duruma getirebilirdi.
Hâlbuki, Müslümanlar beraberlerinde sâdece kılıç getirmişlerdi. Şâir harb silâhlarından tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Sayıları da azdı. Buna karşılık Kureyşliler daha tedbirli ve etraftaki kabileleri de yanlarına aldıklarından dolayı sayıca daha fazla idiler.
Bütün bunlara rağmen, elbette Müslümanlar çarpışmaktan geri durmayacaklardı. Tek bir kalb hâlinde çarpan bir avuç Müslüman, azlığı ve techizatlığına rağmen cesareti ve kahramanlığı ile ve Allah'ın da yardımıyla muzaffer de olabilirlerdi. Fakat bu durum, Haremi Şerife karşı bir hürmetsizlik mânâsını taşıyacaktı. Peygamberimiz ve Müslümanlar ise, böyle bir şeyi asla arzu etmezlerdi.
Ayrıca, Mekke'de îmanlarını gizlemekte devam eden, Müslümanların tanımadıkları erkek kadın birçok kimse vardı. Çarpışma vuku bulduğu takdirde bunlar da arada telef olabilirlerdi.
Kaldı ki, henüz îman etmemiş olan Kureyş ileri gelenlerinden birçok zâtın, yakın bir gelecekte îmana gelip İslâm dinine büyük hizmet etmeleri ve nice hayırlı evlâd yetiştirmeleri mukadderdi.
İşte, Kasva'nın âdeti olmadığı hâlde, Allah tarafından çöküvermesi, bu gibi hikmet ve inceliklere bir işaretti.
Sahabîlerin bütün gayretlerine rağmen yürümek için yerinden kımıldamayan Kasva, Peygamber Efendimizin şevkiyle kalkıp yürüyüverdi. Fakat, Kureyşlilere doğru gitmeyip başka tarafa saparak Hudeybiiye denilen mevkiin nihayetindeki suyu çekilmiş bir kuyunun başına indi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Müslümanların da gelip oraya konmasını emir buyurdu.432
On Musluklu Çeşme Gibi...
Hudeybiye'de Müslümanların yerleştiği saha susuz bir yerdi. Bu yüzden o gün susuz kalmışlardı.
Bir ara Peygamber Efendimizin abdest ibriğinden abdest almak istediğini görünce koşuştular. Resûli Ekrem, "Ne oluyor, size?.." diye sordu.
"Mahvolduk yâ ResûlallahL" dediler, "Yanımızda senin ibriğindeki sudan başka ne içecek, ne de abdest alacak su var!"
Resûli Ekrem Efendimiz, elini ibriğin üzerine koydu, "Alınız, Bismillah!" buyurdu. O anda çeşmelerden su akarcasına, mübarek parmaklarının arasından sular fışkırmaya başladı. Müslümanlar, o sudan doya doya içtiler, abdest aldılar ve su kırbalarını ağızlarına kadar doldurdular.
Resûli Kibriya Efendimizin bu mucizesini anlatan Cabir b. Abdullah Hazretlerine sonradan, "Siz, kaç kişiydiniz?" diye sorulunca, şu cevabı vermişti:
"Eğer, 100 bin kişi olsaydık, yine kâfi gelecekti! Fakat biz, bin 500 kadar idik."433
İkinci Haber
Resûli Ekrem Efendimiz, ashabıyla Hudeybiye'de bulunurken Huzaa Kabilesi Reisi Büdeyl İbni Verka, kabilesinden birkaç kişiyle çıkıp huzura geldi. Tihame kabilelerinden olan Huzaalılar, Câhiliyye devrinde bir husustan dolayı Peygamberimizin mensup olduğu Benî Haşîm'le ittifak etmişlerdi. İslâmiyetin zuhurundan sonra da bu anlaşmaya sadâkat göstererek, Peygamber Efendimize taraftarlık göstermekten geri durmuyorlardı. Müslüman olsun, müşrik olsun hepsi, Kureyş'in hâl ve hareketlerine dair Mekke'de olup bitenleri Peygamber Efendimize gizlice haber verirlerdi.
Peygamberimizin huzuruna çıkan Büdeyl, "Kureyşliler, seninle çarpışmaya and içmişlerdir. Beytullah'ı ziyaret etmene asla müsaade etmeyeceklerdir." dedi.
Resûli Ekrem Efendimiz, geliş maksadını tekrarladı: "Biz, buraya herhangi bir kimseyle çarpışmak için gelmedik! Maksadımız, umre yapmak, Beytullah'ı tavaf ve ziyaret etmektir! Harbler, Kureyş'i fazlasıyla yıpratmış, güçsüz hâle getirmiş ve birçok zarara uğratmıştır. Şayet arzu ederlerse, yine kendilerine bir mütâreke müddeti tâyin edeyim. Bu müddet zarfında, benden taraf emniyet içinde bulunsunlar. Kendileri, benimle şâir halklar arasına girmesinler; beni onlarla baş başa bıraksınlar! Eğer ben o topluluklara galib gelir ve onlar İslâm dinine girerlerse ve eğer Kureyş müşrikleri de o toplulukların girdikleri dine girmeyi isterlerse girebilirler. Şayet ben, zannettikleri gibi, diğer topluluklara galib gelemezsem, o zaman kendileri de rahata kavuşmuş ve kuvvet kazanmış olurlar. Eğer, Kureyş müşrikleri bunları kabul etmez ve benimle çarpışmaya kalkışırsa, varlığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu tebliğ ettiğim dinin uğrunda başım gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla çarpışacağım! O zaman Allah da, bana yardım edeceği hakkındaki va'dini muhakkak yerine getirecektir!'"134
Büdeyl, "Ben, senin söylediklerini Kureyşlilere ulaştırırım." diyerek Peygamberimizin yanından ayrıldı.
Büdeyl, adamlarıyla Mekke'ye dönüp durumu Kureyşlilere bildirmek istediyse de, onlar önce, "Bizim, ondan gelecek bir habere ihtiyacımız yoktur! Onun bilmesini istediğimiz tek şey vardır: Bizden tek kişi sağ kalıncaya kadar o Mekke'ye giremeyecektir!" dediler.
Sonra büyükleri olan Urve b. Mes'ud araya girdi, "Siz ne diye Büdeyl ve arkadaşlarını dinlemek istemiyorsunuz? Dinleyiniz! Söyleyeceği şey hoşunuza giderse kabul edersiniz, hoşunuza gitmezse reddedersiniz!" dedi.
Bunun üzerine Büdeyl'i dinlediler. Büdeyl, Peygamber Efendimizin geliş maksadını ve yaptığı mütâreke teklifini anlattı.435
KUREYŞ ELÇİSİ, PEYGAMBERİMİZİN HUZURUNDA
Kureyş'in ileri gelenlerinden biri olan Urve b. Mes'ud, Büdeyl'in sözlerini yerinde buldu.
"Doğrusu, Büdeyl size doğruluk ve sulh yolunu göstermek üzere gelmiştir. Siz, onun tekliflerini kabul ediniz; benim de, gidip onunla konuşmama, görüşmeme izin veriniz." dedi.
Kureyş müşrikleri bu sözlerden hoşlanmadılar. "Muhammed'e git! Fakat, kendi görüşünü gelip bize haber verme." diyerek Urve'yi bir nevi azarladılar.
Buna rağmen Urve, çıkıp Peygamberimizin yanına geldi. Müşriklerin hazırlıklarını, Hudeybiye Suyu başında beklediklerini ve hiçbir kimseyi Fv/Iekke'ye sokmamaya kararlı olduklarını tekrarladı.
Peygamber Efendimiz, "Ey Urve!.. Allah için söyle: Şu kurbanlık develerin kurban edilmelerine, şu Beytullah'ı ziyaret ve tavafa engel olunur mu?" dedikten sonra şöyle konuştu:
"Biz çarpışmak için gelmedik. Niyet ettiğimiz umremizi îfa etmek ve kurbanlık develerimizi kurban etmek arzusundayız.
"Sen, benim ailem, halkım olan kavmime şunu haber ver: Harb onları yiyip bitirmiştir. Kendileri, aramızda mütâreke ve savaşmaya ara vermek için bir müddet tâyin etsinler! Bir de, benimle Beytullah arasından çekilsinler! Bıraksınlar, umremizi yapalım, kurbanlarımızı keselim! Aksi takdirde, yemin ederim ki, Allah Teâlâ şu İslâm Dinini yeryüzünde yayacağı hakkındaki va'dini yerine getirinceye ve benim de başım gövdemden ayrılıncaya kadar, onlarla çarpışmaktan asla vazgeçmeyeceğim!"436
Urve b. Mes'ud, bir taraftan Peygamberimizle konuşuyor, diğer taraftan sahabîlerin Resûli Ekrem'e karşı davranış ve hareket tarzlarını göz ucuyla süzüyordu. Ashabın Peygamberimize karşı son derece hürmetkar ve kendisine teslimiyet içinde hareket edişlerine hayran kalmıştı.
Kureyş müşriklerinin yanına dönünce, Peygamber Efendimizin maksadını bildirdikten sonra, hayranlık duyduğu müşahedelerini anlatmaktan da kendisini alamadı.
"Ey kavmim!.." dedi, "Ben birçok hükümdarın huzuruna elçi olarak çıkmış bir kimseyim. Vallahi, ben bunlardan hiçbir hükümdarın adamlarının onları, ashabının Muhammed'e hürmet ettikleri, sayıp sevdikleri gibi görmedim! Ashabından herhangi biri, ondan izin almadan konuşmuyordu. Muhammed, onlara bir şey emrettiği zaman yerine getirmek için âdeta birbirleriyle yarışıyorlardı! Sahabîleri onun yanında konuşurlarken seslerini alçaltıyorlardı, kendisine olan hürmetlerinden dolayı yüzüne bile dikkatle bakamıyorlar, gözlerini yere indiriyorlardı. Ben öyle anladım ki, bu kavim hiçbir zaman onu yalnız bırakmayacak, onun bir tek kılını bile kimseye teslim etmeyecek, hiçbir kimseyi onun tenine dokundurmayacaktır! Gerisini siz düşünün!"437
Sonra da, "O, size bir sulh teklifinde bulunmuştur; gelin, bu teklifi kabul edelim." dedi.
Urve'nin bu teklifi, Kureyş ileri gelenleri tarafından hoş karşılanmadı; hattâ, kendisini böyle konuştuğundan dolayı azarladılar. Bu azardan rahatsız olan Urve, kendilerini terk edip Taif yolunu tuttu.
Peygamberimizin Elçisi
Artık her iki taraf karargâh kurdukları yerde müzakereler yapıyor, birbirlerine gönderdikleri karşılıklı elçilerle tekliflerde bulunuyorlardı. Peygamber Efendimiz, geliş maksadını Kureyşlilere bildirmek üzere Huzaalı Hiraş b. Ümeyye'yi elçi olarak gönderdi. Böylece Hıraş, Resûli Ekrem'in Kureyş müşriklerine gönderdiği ilk elçi oluyordu.438
Hıraş b. Ümeyye gidip Hz. Resûlullah'ın geliş maksadını anlattiysa da, müşrikler anlamak istemediler. Kendisine kaba davrandılar, devesini boğazladılar, hattâ kendisini öldürmeye bile kalkıştılar. Ancak araya Ahabişliler girince bu hareketlerinden vazgeçtiler. Hıraş b. Ümeyye canını zor kurtararak Peygamberimizin yanına döndü ve başından geçenleri haber verdi.
Elçisini öldürmeye kalkıştıkları hâlde Resûli Ekrem Efendimiz üzerlerine yürümedi. Teenniyle hareket etti. Onlardan yeni teklifler bekledi. Çünkü, onun maksadı kan akıtmak değildi.
KUREYŞ'İN BİR ELÇİSİ DAHA...
Peygamber Efendimizin bütün bu söylenenlere rağmen geri dönmediğini gören Kureyşliler, bu sefer Ahabişlerin reisi Huleys b. Alkame'yi elçi olarak gönderdiler. Efendimiz uzaktan Huleys'i tanıdı. Ashabına, "Bu gelen, kurbanlık inanç ve saygısı olan bir kavimdendir. Kurbanlık develerin hepsini ona karşı salıveriniz de görsün!"439 diye buyurdu.
Müslümanlar, kurbanlık develerini Huleys'e karşı sürüverdiler ve "Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk!" diyerek telbiye getirdiler.
Bu ulvî ve masum manzara karşısında Huleys'in gözleri dolu dolu oldu.
"Sübhanallah! Bu muazzam cemaatin, Beytullah'ı tavaf ve ziyaretten menedilmesi ne kadar çirkin bir harekettir! Kabe'nin Rabbine andolsun ki, Kureyşliler, bu yanlış tutum ve davranışlarıyla helak olacaklardır! Hâlbuki bunlar, umre yapmaktan başka bir maksatla gelmemişlerdir!" diye bağırmaktan kendini alamadı.
Peygamber Efendimiz, Huleys'in bu sözlerini uzaktan işitti. "Evet, öyledir ey Benî Kinane'den olan kardeş.." diye buyurdu.
Huleys'in bu masum ve kutsî manzara karşısında söyleyecek başka bir şeyi yoktu. Resûli Ekrem Efendimize olan hürmetinden dolayı, yanına gelip konuşmak bile istemedi; doğruca Kureyşlilerin yanına döndü.
Huleys ve Kureyş Müşrikleri
Huleys'in ruh ve kalbini o ulvî manzara öylesine sarmış, kucaklamış ve yumuşatmıştı ki, müşriklere açıkça şöyle demekten çekinmedi:
"Ben onu (Hz. Peygamber'i) Kabe'yi tavaftan menetmemizin doğru olmayacağı fikrindeyim!"440
Ne var ki, Kureyş ileri gelenleri, kendilerinden başka doğru düşünen kimsenin bulunmadığı fikrinde idiler. Huleys'in bu sözleri karşısında şaşırdılar, hattâ hiddete geldiler.
"Sen nihayet bir çöl Arabisın! Cahilliğin ortada! Sus, bu işlere aklın ermez!" diyerek hakarette bulundular.
Bu sözler Huleys'i fena hâlde kızdırdı. Resûli Ekrem Efendimizi müdafaa sadedinde çekinmeden, "Beytullah'a hürmet maksadıyla çıkıp gelen kimseyi ondan nasıl alıkoyabiliriz?
Vallahi, biz sizinle bu hususta bir anlaşma yapmış değiliz! Yemin ederim ki, ya Muhammed'in yapmak istediğine mâni olunmayacak veya ben bütün Ahabiş'i tek kişi bile bırakmadan alıp gideceğim!"441 diye konuştu.
Fakat, bu tehdit bile Kureyş müşriklerini inatlarından vazgeçiremedi. Bin bir yalan ve dolanla tekrar Huleys'i kandırdılar ve ittifaklarının bozulmasına mâni oldular!
İkinci Elçi: Hz. Osman
Elçiler vasıtasıyla görüşmeler devam ediyordu.
Resûli Ekrem Efendimiz ise, bir an evvel kat'î netice elde etmek istiyordu. Geliş maksadını tekrar Kureyşlilere güzelce anlatmak için bu sefer Hz. Ömer'i göndermek istedi.
Hz. Ömer, "Yâ Resûlallah!.. Kureyş reisleri, benim onlara ne derece şiddetli düşman olduğumu bilirler. Korkarım, bana suikastte bulunurlar! Mekke'de de kabîlemden hiç kimsem yoktur ki, beni himayesine alsın! Buna rağmen, muhakkak benim gitmemi istiyorsanız, giderim." diye konuştu.
Peygamber Efendimiz, hiçbir şey söylemeden sustu.
Bunun üzerine Hz. Ömer, "Bu iş için Osman b. Affan gitse daha münasip olur. Zîra, onun Mekke'de aşiret ve akrabası çoktur!" diye teklifte bulundu.
Gerçekten de, Mekke'nin eşrafından olan Benî Ümeyye, hep Hz. Osman'ın amcazadeleri idiler.
Resûli Ekrem Efendimiz, Hz. Ömer'in bu teklifini kabul etti. Hz. Osman'ı yanına çağırdı.
"Kureyşlilere git! 'Biz buraya hiç kimseyle çarpışmak için gelmedik; sâdece şu Beytullah'ı ziyaret için gelmiş bulunuyoruz. Yanımızdaki kurbanlık develeri kesip döneceğiz.' diye söyle. Sonra da onları İslâmiyete davet et." diye talimat verdi.
Peygamber Efendimiz ayrıca, Mekke'de Müslümanlıklarını gizleyen Müslümanlarla da görüşüp onlara teselli vermesini ve Mekke'nin yakında fetholunup îmanlarını gizlemeye ihtiyaç kalmayacağını da onlara haber vermesini, Hz. Osman'a emretti.
Hz. Osman, Kureyş müşriklerinin yanına vardı. Peygamberimizin geliş maksadını tek tek anlattı. Onları İslâm'a davet etti.
Fakat bu görüşmeden de bir netice alınamadı. Müşriklerin, Hz. Osman'a da cevapları menfî oldu. "Git, seni gönderene söyle: O, hiçbir zaman Mekke'ye girip, Kabe'yi tavaf edemeyecektir."
Hz. Osman'la birlikte ayrıca 10 kadar Muhacir, Resûli Ekrem'in müsaadesiyle, akrabalarını ziyaret maksadıyla gitmişlerdi. Hz. Osman'la birlikte onlar da görüştükleri Müslüman akrabalarına Mekke'nin yakında fethedileceği müjdesini vererek, onları sevindirdiler.
Hz. Osman 'in, Müsaade Edilmesine Rağmen Kabe 'yi Tavaf Etmeyişi
Bu arada Kureyş ileri gelenleri, Hz. Osman'a, "Kabe'yi tavaf etmek istersen, et." dediler.
Hz. Osman, "Hayır!.." dedi, "Resûlullah (s.a.v.) onu tavaf etmedikçe, ben de etmem!"
Kureyşliler bundan rahatsız oldular; hattâ, hiddete gelerek, Hz. Osman'ı bir müddet yanlarında tutup göz hapsine aldılar.
Fakat bu durum, Peygamber Efendimize, Hz. Osman ve beraberindeki Muhacir Müslümanların müşrikler tarafından öldürüldükleri tarzında ulaştı.442
RIDVAN BÎATI
Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Osman'ın müşrikler tarafından şehid edildiği haberini duyunca son derece müteessir oldu. Kureyş'in bu hareketi karşısında üzerlerine yürümekten başka bir çâre kalmıyordu.
"Madem böyle, bu kavimle çarpışmadıkça, buradan kat'îyyen ayrılmayacağız!" diye buyurdu.443
Zâten yapılabilecek başka bir şey de kalmış değildi. Sulh tekliflerine yanaşmadıkları gibi, üstelik elçisini şehid etme cür'etini bile gösterebiliyorlardı.
Ashabına, "Allah Teâlâ, bana bîat yapılmasını emretti!" diye seslendi.
Hâtemû'lEnbiya Efendimiz, Semüre (bîattan sonra "Rıdvan Ağacı" olarak adlandırılmıştır) Ağacı altında durdu. Müslümanlar da teker teker, çarpışmaktan yüz çevirmeyeceklerine, Allah ve Resulü yolunda canlarına feda edinceye kadar savaşacaklarına dair bîat ettiler.444 Bîattan tek bir kişi kaçındı: Münafıklardan Cedd b. Kays.4"5
Bu bîat, sahabîlere yeni bir cesaret, taze bir heyecan verdi. Yerlerinde âdeta duramaz hâle gelmişlerdi. Bir an evvel ya Kabe'yi tavaf etmek veya müşriklerle çarpışmak istiyorlardı.
Cenâbı Hakk, bu bîatta bulunan Müslümanlardan razı ve memnun olduğunu Kur'ânı Kerîm'de şöyle beyan eder:
"Andolsun ki Allah, mü'minlerden—seninle o ağacın altında bîat ederlerken—razı olmuştur da kalblerindeki sıdk ve ihlâsı bilerek üzerlerine kuvvei mânevîyeyi indirmiş ve onları yakın bir fetih (Hayber fethi) ve alacakları birçok ganimetle mükafatlandırmıştır. Allah, mutlak galibtir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir."446
Bu sebeple bîata "Rıdvan Bîatı" adı verildi.
Resûli Ekrem Efendimiz de bir hadîslerinde, "Ağaç altında gerçekten bîat edenlerden hiçbiri Cehennem'e girmeyecektir."447 buyurarak, bu bîatta bulunan Müslümanların faziletini beyan etmişlerdir.
Hz. Osman 'ın Geri Dönüsü
Bîat haberi Kureyş müşrikleri tarafından duyulunca, üç gün yanlarında alıkoydukları Hz. Osman'ı serbest bıraktılar.
Hz. Osman derhâl Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkıp geldi; böylece, şehâdetiyle ilgili haberin asılsız olduğu anlaşıldı.
Fakat, bey'at yapılmış ve tamamlanmıştı.
Sahabîler, Hz. Osman'a, "Herhalde Kabe'yi tavaf etmişsindir!" dediler.
Hz. Osman, "Vallahi, Mekke'de bir yıl kalsaydım ve Resûlullah da (s.a.v.) Hudeybiye'de otursaydı, o, Kabe'yi tavaf etmedikçe, ben yine tek başıma onu tavaf etmezdim!" diye karşılık verdi.448

420 Buharı, Sahih, c. 1, s. 179; Müslim, Sahih, c. 2, s. 613.
421 Buharı, A.g.e., c. 1,s. 179.
422 Buharî, A.g.e., c. 1, s. 179; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 261.
423Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 261.
424 Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 104; Müslim, A.g.e., c. 2, s. 613.
425 Müslim, A.g.e., c. 2, s. 614.
426 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 336.
427 Fetih, 27.
428 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 322; ibni Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 95; Halebî,İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 690.
429Taberî, Tarih, c. 3, s. 72; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 689.
430 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 321.
431 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 324; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 96.
432 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 324.
433 İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 98.
434 Taberî, Tarih, c. 3, s. 74.
435 Taberî, A.g.e., c. 3, s. 74.
436 Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 324; Ebû Davud, Sünen, c. 3, s. 85.
437 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 328; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 324.
438 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 328; İbni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 96.
439 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 324; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 324.
440 Ahmed ibni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 324; Taberî, Tarih, c. 3, s. 75.
441 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 326; Taberî, Tarih, c. 3, s. 7576.
442 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 329.
443 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 330; Taberî, Tarih, c. 3, s. 77.
444 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 330.
445 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 330
446 Fetih, 1819.
447Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 3, s. 350.
448 İbni Kayyim, Zâdû'lMaad, c. 2, s. 137.



Hudeybiye Anlaşması
(Hicret 'in 6. senesi Zilkade ayı / Milâdî: 628)
Sulh Heyeti:
Rıdvan Bîatı, Kureyşlileri fazlasıyla korkutmuştu. Peygamberimizin üzerlerine yürüyeceği endişesine kapılarak, alelacele sulh teklifinde bulunmak gayesiyle bir heyet gönderdiler. Heyette şu isimler vardı: Süheyl b. Amr (başkan), Huveytip b. Abdû'1Uzza ve Mikrez b. Hafs...
Kureyş müşrikleri, üç kişilik bu heyete, "Gidin, Muhammed'le sulh anlaşmasında bulunun. Fakat bu yıl buradan dönüp gitmek şartıyla!.. Eğer bu şartı kabul etmezse anlaşmaya yanaşmayın!" direktifini vermişlerdi.449
Peygamber Efendimiz, Süheyl'in gelişini, isminin kolaylık ifade etmesinden dolayı hayra yorarak, sahabîlerine, "Artık, işiniz bir derece kolaylaştı! Kureyşliler, sulh yapmak istedikleri zaman hep bu adamı gönderirler."450 diye buyurdu.
İslâm ve Asrı Saadet tarihinin bir dönüm noktası olan bu musalahanın adını,lügat, hadîs ve fıkıh âlimleri şeddeli olarak "Hudeybiyye" ve şeddesiz olarak "Hudeybiye" şeklinde iki türlü okumuşlardır. Hudeybiye, küçük bir köyün adıdır; bu köyün bu ismi alması da, orada Şecere Mescidi yanında bulunan bir kuyudan dolayıdır. Hudeybiye köyü ile Medine arasında dokuz konak, Mekke arasında da bir günlük mesafe vardır (Tecrid Tercemesi, c. 10, s. 240).
SULH HEYETİ, PEYGAMBERİMİZİN HUZURUNDA
Kureyş elçisi Süheyl b. Artır, Resûlullah'ın huzuruna vardı. Önünde iki dizinin üzerinde yere çöktü. Peygamber Efendimiz ise, bağdaş kurmuştu. Müslümanlar da çevresinde oturmuşlardı.
Süheyl b. Amr, uzun uzadıya konuştu, sonra Peygamber Efendimize sulh teklifinde bulundu. Peygamber Efendimiz, sulh tekliflerini kabul etti.
Bundan sonra, sulh şartlarının müzakeresi yapıldı. Onlarda da anlaşmaya varıldı. Sıra, anlaşma şartlarının yazılmasına gelmişti. Hz. Ali, musalahanın şartlarını yazmak üzere kâtip tâyin edildi.
Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Ali'ye, "Yaz!" dedi, "Bismillah irrahmânirrahîm!"
Süheyl b. Amr, buna itiraz etti: "Biz, Bismillahirrahmânirrahîm'i bilmiyoruz! Sen böyle yazma!"
Resûli Ekrem, "Öyle ise nasıl yazalım?" diye sordu. Süheyl, "'Bismike AHahümme.' diye yaz." dedi.
Kureyşliler, eskiden beri "Bismillahirrahmânirrahîm." yerine "Bismike Allahümme."yi kullanırlardı.
Peygamber Efendimiz, '"Bismike Allahümme.' de güzeldir!" buyurduktan sonra Hz. Ali'ye, "Haydi yaz! Bismike Allahümme." diye emretti.
Hz. Ali de aynı şekilde yazdı.451
Bundan sonra Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Ali'ye, "Bu, Muhammed Resûlullah'ın, Süheyl b. Amr'la üzerinde anlaş
Rivâyete göre, "Bismike Allahümme." kelâmını ilk söyleyen, Tâif halkının reislerinden Arab'ın meşhur şâiri Ümeyye b. Ebî Salt idi. Sonra bu tâbir Arapların da hoşuna gitmiş ve kitaplarının evveline yazmaya başlamışlardır (Geniş malûmat için eserimizin birinci cildine bakınız).
maya varıp sulh oldukları, icabının taraflarca yerine getirilmesini kararlaştırıp imzaladığı maddelerdir!" diye yazmasını emretti.
Kureyş heyeti başkanı Süheyl, yine itiraz etti. "Vallahi, biz senin gerçekten Allah'ın Resulü olduğunu kabul edip tanımış olsaydık, Beytullah'ı ziyaretine mâni' olmaz ve seninle çarpışmaya kalkmazdık!" dedi.
Peygamber Efendimiz, "Peki nasıl yazalım?" buyurdu.
Süheyl, "Muhammed b. Abdullah diye kendi ismini ve babanın ismini yaz." dedi.
Peygamber Efendimiz, "Bu da güzeldir!" buyurduktan sonra, Hz. Ali'ye:
"Yâ Ali!.. Sil onu! Sil de Muhammed b. Abdullah yaz." diye emretti.452
Hz. Ali, "Hayır!.. Vallahi, ben Resûlullah sıfatını hiçbir zaman silemem!" diye yemin etti.453
Bu arada Müslümanlar da, Hz. Fahri Âlem'e karşı besledikleri muhabbet ve hürmetlerinin eseri olarak, "Biz, Resûlullah Muhammed'den başkasını yazdırmayınız! Ne diye dininiz uğrunda bu eksikliği, bu hakareti kabul ediyoruz?" diye yüksek sesle konuşmaya başladılar.
Resûli Kibriya Efendimiz, Müslümanlara seslerini kısmalarını ve susmalarını mübarek elleriyle işaret buyurdu. Birden sustular.
Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Ali'ye, "Bana onların yerini göster." dedi.
Hz. Ali, "Resûlullah" kelimesinin bulunduğu yeri gösterdi. Resûli Ekrem Efendimiz de onu eliyle sildi. Yerine ise "İbnu Abdullah (Abdullah'ın oğlu)" kelimelerini yazdırdı.454
Peygamber Efendimizin sulhe ciddî taraftar olduğunu, sulhe giden yoldaki mânileri ortadan kaldırmaya ne kadar gayret gösterdiğini, bu bir iki numuneden de anlamak mümkündür.
MUSALAHA MADDELERİ
Müşrik heyetinin yukarıdaki itirazları, Müslümanların bu itirazları kabul etmek istemeyişleri ve Peygamber Efendimizin her iki tarafı yatıştırması sonunda sıra musalaha maddelerinin yazılmasına gelmişti.
Resûli Ekrem Efendimiz ile müşrik murahhas heyeti arasında geçen konuşmalardan sonra, şu maddeler üzerinde anlaşmaya varıldı:
Müslümanlarla müşrikler, huzur ve emniyet içinde yaşamalarını devam ettirmek için, birbirleriyle 10 yıl harb etmeyeceklerdir!
Peygamberimiz ve sahabîler, bu yıl Mekke'ye girmeyip geri dönecekler, ancak gelecek yıl yanlarına yalnız yolcu silâhı olan kılıç bulundurmak şartıyla gelip Kabe'yi tavaf decekler veancak Mekke'de üç gün kalacaklardır. Müşrikler ise, o sırada şehri boşaltacaklardır!
Medine'deki Müslümanlardan Mekke'ye iltica edenler Müslümanlara iade edilmeyecek, fakat Mekke'den Medine'ye velev Müslüman dahi olsalar iltica edenler istendiği takdirde geri verileceklerdir.
Arap kabilelerinden isteyen Hz. Peygamber'le, isteyen de Kureyş'le birleşmekte serbest olacaklardır.455
Ashabı Kiram 'in Hiddet ve İtirazı
Resûli Ekrem Efendimiz, her ne suretle olursa olsun, Kureyş müşriklerini bir musalaha yazısıyla bağlamak ve bu suretle İslâm'ın siyasî kudret ve mevcudiyetini hem onlara hem de bütün Arabistan halkına göstermek ve tanıtmak istiyordu.456 Bu sebeple, Kureyş heyet başkanı Süheyl'in zahiren Müslümanların aleyhinde görünen teklif ve maddelerini de kabul ediyordu. Bu inceliği bir anda kavrayamayan Ashabı Güzin, başından beri hem hiddetleniyor, hem de zaman zaman itiraz ediyorlardı.
Hattâ, Kureyş heyet başkanı Süheyl, Peygamberimize, "Sizden biri bize gelirse reddetmeyelim; amma bizden size bir adam giderse, Müslüman olsa bile geri vereceksiniz." diye teklifte bulunduğu zaman, Müslümanlar birden hiddete gelerek, "Sübhanallah! Müslümanların yanına gelmiş bir Müslüman, müşriklere tekrar nasıl geri çevrilir?" diye itiraz etmişlerdi; sonra da Peygamber Efendimize, "Yâ Resûlallah!.. Bu şartı da kabul edecek misin?" diye hayretle sormuşlardı.
Her şeye rağmen bir sulh akdedip, Kureyş müşriklerine İslâm devletini resmen tanıtmak arzusunda olan Peygamber Efendimiz, Müslümanların bu itiraz ve suallerine şöyle cevap vermişti:
"Evet, bizden onlara gidecek olanları Allah bizden uzak etsin! Onlardan bize gelip geri çevireceğimiz kimseleri de muhakkak Allah biliyor! Onlar için elbette bir genişlik, bir çıkar yol halkedecektir!"457
EBÛ CENDEL HÂDİSESİ
Anlaşma maddelerinin yazılması bitmişti. Fakat taraflarca henüz imzalanmamıştı.
Tam o sırada, zincire vurulmuş birinin, kendini Müslümanların arasına attığı görüldü. Garibtir ki, bu, Kureyş murahhas heyeti başkanı Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebû Cendel idi! İslâm şerefiyle şereflenmesine, müşrikler, ayaklarını zincire vurmakla karşılık vermiş ve onu hapsetmişlerdi. Ebû Cendel, hapsedildiği yerden bir fırsatını bularak kaçmış ve Mekke'nin alt tarafından, kimsenin göremeyeceği yollardan bin bir zorlukla Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkagelmişti. O sırada babası Süheyl, henüz Müslümanların karargâhında bulunuyordu.
Ebû Cendel, bizzat babasının kendisine reva gördüğü dayanılmaz işkence ve eziyetlerden kurtulmak için kendisini Hz. Fahri Âlem'in ayaklan dibine atmış, ona iltica etmişti. "Beni kurtar!" diyordu.
Ne var ki, az evvel yapılan anlaşma buna imkân vermiyordu! Nitekim, oğlunun geldiğini gören Süheyl, onu Peygamberimizden hemen istedi:
"İşte!.. Sulh şartları gereğince bana geri vereceğin kişilerin ilki budur!" dedi.
Peygamber Efendimiz, "Biz, sulh sözleşmesini henüz imzalamış değiliz!" buyurdu.
Süheyl diretti. "Vallahi," dedi, "ben de seninle hiçbir madde üzerinde sulh olmam!"
Resûli Kibriya Efendimiz bu sefer, "Haydi, bu seferlik buna bana bağışla ve yazıyı imza et." buyurdu.
Süheyl'in bunu kabule asla niyeti yoktu. "Ben, bunu asla anlaşma dışında tutamam ve sana bırakamam!" dedi.
Peygamber Efendimiz tekrar, "Hayır!.. Bunu benim hatırım için yapacaksın!" buyurdu.
Buna rağmen Süheyl, inadından vazgeçmedi: "Ben, bunu asla yapamam!"458
Resûli Ekrem Efendimiz, iki müşkîl durumla karşı karşıya kalmıştı: Ebû Cendel'i geri vermek demek, onu bile bile eziyet ve işkence çemberi içine atmak demekti; vermediği takdirde, Kureyş heyeti anlaşmayı feshedecekti. Hâlbuki, birçok sebepten dolayı bunu istemiyordu.
Elinde başka çâresi kalmayan Peygamber Efendimiz, teessür içinde Ebû Cendel'i babasına teslim etmek zorunda kaldı.
Ebû Cendel'in feryadı Müslümanların gönlünü dağlıyordu: "Yâ Resûlallah!.. Ey Müslümanlar!.. Siz, beni, bana eziyet etsinler, işkencelere uğratsınlar diye mi bunlara teslim ediyorsunuz? Siz, benim eziyet çekmeme rıza mı gösteriyorsunuz?"459
Fakat, ne çâre, Ebû Cendel artık babasının merhametsiz pençesinde bulunuyordu. Acıklı feryadı, imdat dilemesi, Müslümanların gözlerini yaşlarla doldurdu. Ama, Hz. Resûlullah teslim etti diye seslerini çıkaramıyorlar, yapılan zulmü sinelerine çekiyorlardı. Hz. Resûlullah teslim etmemiş olsaydı, Ebû Cendel'in bu feryad ve figanını imkânı yok cevapsız bırakmazlardı; canları pahasına da olsa onu insafsız ellerden kurtarırlardı!
Peygamber Efendimiz, babası tarafından alınan Ebû Cendel'e, "Biraz daha sabret, biraz daha mâruz kaldıklarına göğüs ger! Bunların ecrini, mükâfatını Allah'tan dile! Muhakkak Allah, senin ve yanında bulunan kimsesiz Müslümanlar için bir ferahlık, bir çıkar yol halkedecektir." diyerek teselli verdi. Arkasından da, "Onlara vermiş olduğumuz söze vefasızlık edemeyiz."460 buyurdu.
Hz. Ömer 'in Peygamberimize Sorusu
Ebû Cendel, Kureyş müşrikleri tarafından geri alınırken, Hz. Ömer, Peygamber Efendimizin huzuruna vardı ve, "Yâ Resûlallah!.. Onu Kureyşlilere niçin geri veriyoruz? Dinimiz uğrunda bu hakareti ne diye kabul ediyoruz?" diye konuştu.
Resûli Kibriya Efendimiz cevaben, "Biz bu iş hakkında onlarla anlaşma yapmış bulunuyoruz! Dinimizde ahde vefasızlık yoktur!"461 buyurdu.
Efendimizden bu cevabı alan Hz. Ömer, bu sefer Ebû Cendel'in yanına sokuldu ve kılıcını ona doğru yaklaştırarak, "Ey Ebû Cendel!.. Şüphesiz, müşriklerin kanı, köpeklerin kanı gibi değersizdir! İnsan, Allah yolunda babasını da öldürebilir! Öldür gitsin şu babanı!.." diye teklif etti.
Ebû Cendel, "Sen, neden öldürmüyorsun?" diye teklif etti.
Hz. Ömer, "Resûlullah (s.a.v.), onu ve başkalarını öldürmeyi bana yasakladı!" cevabını verince, Ebû Cendel, "Ben Resûlullah'a itaatte senden geride kalmak istemem!"462 diye konuştu.

449 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 331; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 325.
450 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 331.
451 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 332; Ahmed ibni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 325.
452 Müslim, Sahih, c. 3, s. 1410; Ahmed ibni Hanbel, A.g.e., c. 1, s. 342.
453 Müslim, A.g.e., c. 3, s. 1410; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 291.
454 Müslim, A.g.e., c. 3, s. 1411.
455 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3,s. ?; Ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 97; Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 325; Taberî, Tarih, c. 3, s. 79.
456 ezZebidî, Tecridi Sarih, Tere: Kâmil Mîras, c. 8, s. 164.
457 Müslim, A.g.e., c. 3, s. 1411; Ahmed ibni Hanbel, A.g.e., c. 3, s. 268.
458 Ibni Hişam, Sîre, c. 3, s. 332; Ahmed Ibni Hanbel, Müsned, c. 4, s. 325.
459 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 333; Taberî, Tarih, c. 3, s. 79.
460 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 333.



Müslümanların Sadâkat İmtihanı
Sahabîler, çok arzuladıkları hâlde, Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret ve tavaftan alıkonmuşlardı. Bunun yanında, Hz. Resûlullah anlaşmayla, görünüşte aleyhlerinde olan birtakım ağır hükümlerine gereği gibi nüfuz edemediklerinden dolayı bu durum, sahabîlerin son derece güçlerine gitti. Manen rahatsızlık duydukları, hâl ve davranışlarından belli oluyordu.
Kendi âleminde böylesine ağır şartlara evet demenin izahını bir türlü bulamayan Hz. Ömer, huzura varmadan edemedi ve Peygamberimize, "Sen, Allah'ın hak peygamberi değil misin?" diye sordu.
Resûl-i Ekrem, "Evet, ben Allah'ın peygamberiyim." buyurdu.
Hz. Ömer bu sefer, "Biz Müslümanlar hak, düşmanlarımız olan müşrikler ise bâtıl üzere bulunmuyorlar mı?" diye sordu.
Resûl-i Ekrem, "Evet, öyledir." buyurdu.
Bunun üzerine Hz. Ömer, "Bu hâlde dinimizi küçük düşürmeye niçin meydan veriyoruz?" dedi.
Resûl-i Ekrem, "Ey Hattab'ın oğlu!.. Ben, Allah'ın kulu ve Resulüyüm. Allah'ın emirlerine aykırı harekette bulunamam. Bu muahede maddelerini kabul etmekle de Allah'a isyan etmiş değilim. O, beni hiçbir zaman zarara uğratmayacaktır." buyurdu.
Bu sefer Hz. Ömer, "Sen, bize, Allah'ın nusret buyuracağını, gidip Kabe'yi hep beraber tavaf edeceğimizi va'detmiş değil miydin?" dedi.
Resûl-i Ekrem, "Evet, va'detmiştin. Ancak, bu yıl gidip tavaf edeceğimizi söylemiş miydim?" buyurdu.
Hz. Ömer, "Hayır." dedi.
O zaman Resûl-i Ekrem Efendimiz, "O hâlde tekrar ediyorum: Sen muhakkak Mekke'ye gidecek ve Kabe'yi tavaf edeceksin."463 buyurdu.
Hz. Ömer 'in, Hz. Ebû Bekir e Konuşması
Hz. Ömer, buna rağmen iç âleminde kabarmış duygularını teskin edemiyordu.
Bu sefer Hz. Ebû Bekir'in yanına vardı. "Ey Ebû Bekir!.." dedi, "Bu zât, Allah'ın hak peygamberi değil midir?"Hz. Ebû Bekir, "Evet, o, Allah'ın hak peygamberidir!" dedi.
"Peki, biz Müslümanlar hak üzere, düşmanlarımız olan müşrikler de bâtıl üzere değiller mi?"
"Evet, bizler hak üzereyiz, düşmanlarımız ise bâtıl üzeredirler!"
Bunun üzerine Hz. Ömer, "O hâlde, dinimizi küçük düşürmeye niçin meydan veriyoruz?" dedi.
Sadâkat timsâli Hz. Ebû Bekir, "Ey Ömer!.." dedi, "O, Allah'ın Resulüdür. Bu muahedeyi yapmakla Rabbine âsi olmuş değildir! Allah, onun yardımcısıdır! Sen, onun emrine itaat et!"
Hz. Ömer, tekrar, "O, bize Medine'de, 'Beyt-i Şerife varacağız, tavaf edeceğiz.' demedi mi?" diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, "Evet." dedi; arkasından da sordu: "Amma, sana, 'Beytullah'a bu yıl gidecek ve tavaf edeceksin.' diye mi haber verdi?"
Hz. Ömer, "Hayır." dedi.
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, "Sen, muhakkak yakın bir zamanda Beytullah'a gidecek ve onu tavaf edeceksin!" dedi.464
Hz. Ömer 'in Îtirafı ve Nedameti
Hz. Ömer, o günkü halet-i ruhiyesini ve sonradan duyduğu nedameti şöyle anlatır:
"Ben, hiçbir zaman o günkü gibi bir musibete uğramadım. Peygamber'e (a.s.m.), hiçbir zaman başvurmadığım bir biçimde başvurmuştum. Eğer o gün, kendi görüşümde bir topluluk bulsaydım, bu musalaha ve muahede yüzünden hemen bunların içinden ayrılır, onların yanına varırdım! Nihayet, Allah Teâla, işin sonunu hayır ve rahmet kıldı. Resûlullah (a.s.m.) ise, işin böyle olacağını çok iyi biliyormuş. O gün, Resûlullah'a (a.s.m.) karşı sarfetmiş olduğum sözlerimden duyduğum korkudan dolayı neticenin hayır olmasını ümit ederek oruçlar tutmaktan, sadakalar vermekten, namazlar kılmaktan ve köleler âzad etmekten geri durmadım!"465
KURBAN KESME VE TIRAŞ OLMA
Resûl-i Ekrem Efendimiz, muahede ve musalaha işini bitirdikten sonra, sahabîlere, "Artık kalkınız, kurbanlarınızı kesip sonra başlarınızı tıraş ediniz!" diye seslendi.466
Ne var ki, Hz. Resûlullah'a sonsuz hürmet ve muhabbetlerine rağmen sahabîlerin hiçbirinde bu emir karşısında bir hareket görülmedi. Peygamber Efendimiz, emrini ikinci kere tekrarlamak zorunda kaldı: "Kalkınız, kurbanlarınızı kesip, sonra başlarınızı tıraş ediniz!"
Fakat, aynı şekilde sahabîler, sanki bu emri duymamış gibi davranıyorlar, kurban kesme ve tıraş olma işine başlamıyorlardı.
Resûl-i Ekrem, emrini üçüncü kere tekrarladı: "Kalkınız, kurbanlarınız kesip, sonra başlarınızı tıraş ediniz!"467
Yine sahabîlerden bu konuda bir hareket görülmedi.
Emrini üç kere tekrarlamasına rağmen, ashabtan kimsenin kalkmadığını gören Hz. Fahr-i Âlem, dönüp Ezvac-ı Tâhirat'-tan Hz. Ümmü Seleme'nin yanına gitti:
"Ey Ümmü Seleme!.. Nedir şu halkın tutumu?.. Onlara, 'Kurbanlarınızı kesiniz., başlarınızı tıraş ediniz.' diye tekrar tekrar söylüyorum; fakat hiçbiri emrime icabet etmiyor!" diyerek sahabîlerin bu durumundan şikâyet etti.468
Müstesna zekâ ve fazilet sahibi olan Hz. Ümmü Seleme, "Yâ Nebîyyallah!.. Bu işi yapmak istiyor musunuz? O hâlde, şimdi dışarı çıkınız; sonra, tâ kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırtıp o seni tıraş edinceye kadar ashabtan hiçbirisine bir kelime bile söylemeyiniz." dedi; arkasından da ilâve etti: "Çünkü, sen kurbanını kesecek ve tıraş olacak olursan halk da öyle yapar!"469
Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz dışarı çıktı. Hiç kimseyle görüşmeden ve hiç kimseye bir şey söylemeden, ihramını sağ koltuğu altından çıkarıp sol omuzuna attı; kurbanlık develerini kesti ve berberi Huzaalı Hıraş b.Ümeyye'yi çağırıp tıraş oldu.470
Bunun üzerine sahabîler de derhâl kurbanlık develerini kesmeye ve başlarını tıraş ettirmeye başladılar.
Hz. Ümmü Seleme der ki:
"Kurbanlıklara öylesine koştular, öylesine yığıldılar ki, neredeyse birbirlerini ezeceklerdi!"471
Sahabîlerin, Resûlullah'a muhalefet etmek için tekrarlanan emrini yerine getirmeyip bekledikleri elbette söylenemez. Belki onlar, çok ağır buldukları muahede ve musalaha hükümlerinin vahiyle ortadan kaldırılacağını düşünüyor ve bu vahiyle, Hz. Resûlullah'ın verdiği emirden vazgeçeceğini umuyorlardı. En azından, umre amellerini tamamlayabilmek için Mekke'ye girmelerinin temin edileceğini ümit ediyorlardı. Ve, bunun gerçekleşmesi için de bekliyorlardı. Nitekim, bu hususta herhangi bir vahyin inmediğini ve Hz. Resûlullah'ın da kurbanlık develerini kesip, mübarek başlarını tıraş ettirdiğini görünce, onların da Resûl-i Kibriya'ya muhalefet etmiş duruma düşmemek için sür'atle kurbanlık develerini kesmeye ve başlarını tıraş ettirmeye başladıkları görülüyordu.
Bu hâdiseden, ayrıca Hz. Ümmü Selem'nin de müstesna bir zekâ ve fazilete sahip olduğunu açıkça anlıyoruz. Hattâ, "Ümmü Seleme'nin Hudeybiye'de gösterdiği dirayet ve fetâneti İslâm tarihinde hiçbir kadın göstermemiştir."472 denilmiştir.
Peygamberimizin Dua Etmesi
Sahabîlerden bir kısmı başını kazıttırıyor, kimisi de kısalttırıyordu. Bunu gören Efendimiz, "Allah, başlarını kazıttıranlara rahmet etsin!"473 diye dua etti.
Saçlarını kısalttıran sahabîler, bu dua karşısında bir an tereddüt geçirdiler. Aynı duayı kendilerine de yapmalarını Efendimizden rica ettiler. Peygamberimiz yine, "Allah, başını kazıttıranlara rahmet etsin!" diye dua etti.
Sahabîler üçüncü kere, "Yâ Resûlallah!.. Kırptıran, kısalttı-ranlara da dua et." deyince, Resûl-i Ekrem, "Allah, saçlarını kırptıran, kısalttıranlara da rahmet etsin!"474 diyerek onları da duasının içine dâhil etti.
Sahabîler, "Yâ Resûlallah!.. Neden saçlarını kırptıran, kısalt-tıranları hâriç tutup, saçlarını kazıttıranlara rahmet diledin?" diye sordular.
Resûl-i Kibriya Efendimiz cevaben şöyle buyurdu:
"Çünkü, saçlarını kazıttıranlar, emre tam uyup, diğerleri gibi şüpheye düşmediler!"475
Sahabîler tıraş olduktan sonra, Allah tarafından estirilen bir rüzgâr, saçlarını Harem-i Şerife doğru uçurup götürdü. Onlarbunu umrelerinin kabulüne bir işaret sayarak birbirlerini müjdelediler.
HUDEYBİYE'DEN AYRILIŞ
Server-i Kâinat Efendimiz, ashabıyla birlikte 20 gün kadar kaldıktan sonra, Medine'ye dönmek üzere Hudeybiye'den ayrıldı.
Ashab-ı Kiram, Kâbe-i Muazzama'yı ziyaret edemeyip döndüklerinden dolayı çok üzgün idiler.
Bu sırada Resûl-i Kibriya Efendimize, Mekke ile Medine a-rasında bulunan Küraü'l-Gamim mevkiinde, Müslümanların yakında büyük fetihlere kavuşacaklarını müjdeleyen Fetih
Sûresi nazil oldu: "Ey Resulüm!..(Mekke'nin ve diğer memleketlerin fethine sebep olacak Hudeybiye Sulhüyle) Biz, sana gerçekten apaçık bir zafer verdik!"476
Cenâb-ı Hakk, indirdiği aynı sûrede, ayrıca Server-i Kâinat Efendimizle Müslümanların, kısa zaman sonra gidip Kabe'yi tavaf edeceklerini de haber veriyor ve Resulünün gördüğü rüyayı tasdik ediyordu:
"Andolsun ki Allah, gerçekten Peygamberine o rüyayı hak olarak, doğru gösterdi. And olsun ki, inşallah emniyet içinde bulunan kimseler olarak başlarını tıraş etmiş ve kısaltmış olduğunuz hâlde korkmaksızın mutlaka Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Fakat, Allah, sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de Mekke fethinden önce, yakın bir fetih (Hayber'in fethi) yaptı!"477
Hz. Ömer 'in Durumu
Hz. Ömer, Medine'ye dönüşte, yol esnasındaki halet-i ruhi-yesini ve Fetih Sûresinin nazil oluşunu şöyle anlatmıştır:
"Hudeybiye'den dönerken, Resûlullah'in (a.s.m.) yanında gidiyordum. Ona bir şey sordum; bana cevap vermedi. Tekrar sordum; yine cevap vermedi. Üçüncü kere sordum; yine cevap vermedi. Kendi kendime, 'Ey Hattab'ın oğlu!.. Annen seni kaybetsin de yok olasın! Bak, Resûlullah'a (a.s.m.) üç kere sordun durdun da, Resûlullah sorularına hiçbir cevap vermedi! Sen, aleyhinde Kur'ân'dan âyet inmesini hakettin!' dedim. Aleyhimde âyet inmesinden korkarak devemi sürüp halkın tâ önüne geçtim.
"Sanki her şey beni tutup sıkıyordu. Aradan çok geçmeden, bir münâdînin, 'Ey Ömer b. Hattab!..' diyerek bana seslendiğini duydum. Kendi kendime, 'Ben, zâten aleyhimde Kur'ân inmiş olmasından korkmuştum!' dedim. Kalbime öylesine bir korku çökmüştü ki, onu ancak Allah bilir! Hemen döndüm. Resûlullah'ın huzuruna vardım. Selâm verdim. Selâmıma karşılık verdi. Oldukça sevinçli idi:
'"Ey Hattab'ın oğlu!.. Bana bu gece bir sûre indi ki, o, bana üstünde güneş doğan her şeyden daha sevgilidir.' buyurduktan
sonra, onu, 'Biz, gerçekten, sana apaçık bir fetih ve zafer kapısı açtık!' diyerek okudu."478
Müslümanların Korkusu
Resûl-i Kibriya Efendimize, Fetih Sûresinin nazil olması sırasında şâir Müslümanlar da oldukça korkuya kapılmışlardı; inen vahyin, davranışlarıyla ilgili olduğunu sanarak endişe etmişlerdi.
Mücemmi b. Câriye, o ânı şöyle anlatır:
"Halk, korka korka develerinin yanına dağılmıştı. Herkes birbirine soruyordu; 'Halka ne oluyor?' diye.
'"Resûlullah'a (a.s.m.) vahiy gelmiş!' dediler.
"Biz de, halkla birlikte korka korka Resûlullah'ın yanına doğru vardık. Resûlullah (a.s.m.) ayakta duruyordu. Halk, etrafında toplanınca, onlara, 'İnnâ fetehna leke fethan mübînen.' diye Fetih Sûresinin âyetlerini okudu.
"O esnada sahabîlerden birisi, 'Yâ Resûlallah!.. Bu muahede bir fetih midir?' diye sordu.
"Resûlullah (a.s.m.), 'Evet, hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu muahede, muhakkak bir fetihtir!' buyurdu."479
PEYGAMBERİMİZİN, MUSALAHANIN BÜYÜK BİR FETİH OLDUĞUNU TEKRARLAMASI
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Medine'ye doğru ashabıyla gelirken, yine içlerinden birinin, "Beytullah'ı tavaftan alıkonulmuşuz, kurbanlıklarımızın Harem'de kurban edilmelerine de mâni olunmuştur! Müslüman olarak da bize gelip sığınanları, Resûlullah, onlara geri çevirmiştir. Bu, nasıl ve ne biçim fetihtir!" diye söylendiği, kendisine haber verildi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, "Bu, ne kötü bir sözdür!" buyurduktan sonra, Hudeybiye'nin büyük bir fetih olduğunu şöylece izah etti:
"Evet!.. Hudeybiye Muahedesi, en büyük fetihtir! Müşrikler, sizin kendi beldelerine gidip gelmenize ve işinizi görmenize razı olmuş, gidip gelirken de emniyet içinde bulunmanızı istemişlerdir. Onlar, şimdiye kadar hoşlanmadıkları İslâmiyeti de böylece sizlerden görecek, öğreneceklerdir. Allah, sizi, onlara galib getirecek, gittiğiniz yerden sağ salim ve kazançlı olarak geri döndürecektir! Bu ise, fetihlerin en büyüğüdür!"480
Hz. Resûlullah'ın böylesine kesin konuşmasından sonra sahabîlerin de gönlüne bir ferahlık geldi. "Allah ve Resulünün söyledikleri doğrudur! O muahede, fetihlerin en büyüğüdür! Vallahi, yâ Resûlailah, bizler bunu senin düşündüğün gibi düşünmemiştik! Muhakkak ki sen, Allah'ın emirlerini bizden daha iyi bilirsin!"481 diyerek, Hudeybiye'nin en büyük fetih olduğunu itiraf ettiler.
MEDİNE'YE DÖNÜŞ
Resûl-i Kibriya Efendimiz, ashabıyla birlikte bir ay süren seferden sonra Zilhicce a.yı başında Medine'ye geldi.482

461 Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 221.
462 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 609.
463 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 331; Ahmed İbn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 330; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1412.
464 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 331; Ahmed İbn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 330; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1412.
465 Süheylî, Ravdû'l-Ünf, c. 6, s. 490; İbn-i Seyyid, Uyünû'l-Eser, c. 2, s. 119.
466 Ahmed İbn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 326; Buharî, Sahih, c. 3, s. 182.
467 Ahmed ibn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 326; Buharî, Sahih, c. 3, s. 182.
468 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 613.
469 Ahmed İbn-i Hanbel, A.g.e., c. 4, s. 326; Buharî, A.g.e., c. 3, s. 182.
470 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 333.
471 Vakidî, A.g.e., c. 2, s. 613.
472 ez-Zebîdî, Tecrid-i Sarih, Tere: Kâmil Mîras, c. 8, s. 171.
473 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 334.
474 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 334.
475 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 3, s. 334; Taberî, Tarih, c. 3, s. 81.
476 Fetih, 1.
477 Fetih, 27.
478 Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, c. 1, s. 31; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 385.
479 İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 2, s. 105.



Hudeybiye Anlaşmasına Kısa Bir Bakış
Kendilerini Kabe'yi ziyarete ve tavafa hazırlamış olan, hakikate ve doğruluğa müştak sahabîler, maddelerin dış görünüşüne bakıp, Hudeybiye Muahede ve Musalahasının aleyhlerinde olduğu kanaatine varmışlardı. Fakat, zamanla sulhun müsbet neticeleri görülmeye başlayınca, Resûli Ekrem Efendimizin kararında ne kadar haklı olduğunu ve endişelerine de mahal bulunmadığını anladılar!
Her şeyden evvel, İslâm'ın amansız düşmanı olan Kureyş müşrikleri, bu muahede ve musalaha ile İslâm Devletini resmen tanımış oluyorlardı
Ayrıca bu anlaşma, diğer fetihlere de bir başlangıç olmuş, fetih kapılarının açılması için bir anahtar teşkil etmiştir. Nitekim, bu sulhu, daha doğrusu bu manevî fethi kısa bir zaman sonra Hayber'in fethi ve ondan sonra da Mekke fethinin takib ettiğini görüyoruz.
Yine bu muahede ve musalaha sayesinde, Müslümanlar için manevî tebliğlerini harbten ve darptan uzak, emniyet ve huzur içinde yerine getirebilecek bir zemin ve imkân doğmuştur. Müslümanlarla müşrikler arasında birbirlerinin vücudunu ortadan kaldırmak için cereyan eden harbler sebebiyle kimse kimseyle temas edip görüşme imkânı bulamıyordu. Bu sulh devresiyle İslâm'ın ve Müslümanların işine yarayacak bu geniş imkân meydana geldi.
Her ne kadar maddî kılıç bir müddet kınına sokulu durduysa da, Kur'ânı Hakîm'in parlak manevî kılıcı ortaya çıktı, kalb ve akılları fethe başladı. Anlaşma sayesinde Müslümanlarla müşrikler birbirleriyle serbest görüşme imkânı buldular. Müslümanların yaşayışlarıyla gösterdikleri İslâm'ın güzellikleri, onları kendilerine cezbetti. Kur'ân'm sönmez nurları, kavim ve kabilelerinden inat ve taassublarını kırıp, manevî hükmünü icra etti. Meselâ, bir harb dahîsi olan Hâlid b. Velid ve bir siyaset dahîsi bulunan Amr b. As gibi, maddî kılıçla mağlûbiyeti kabul etmek istemeyen zâtlar, bu sulh sayesinde Kur'ân'ın manevî kılıcının cazibesinden kendilerini kurtaramayıp, Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkarak teslimiyetlerini arzetmiş, Müslüman olmuşlardır.
Aynı şekilde, muahede ve musalahanın tanıdığı imkân dolayısıyla Mekke'den Medine'ye, Medine'den de Mekke'ye ziyaretler, ticarî münâsebetler başladı. Kureyş müşrikleri, Müslümanları yakından tanıma fırsatını buldular: Onların doğruluklarına, dürüstlüklerine şâhid oldular; Müslümanların nasıl bir hürriyet havası içinde yaşadıklarını yakından takib ettiler. Bu arada, Müslümanların telkin ve tavsiyesiyle, birçok müşrik, îman dairesine girdi. Kimisi de îman ve İslâm'a karşı besledikleri düşmanlıklarını yumuşatarak, îmana karşı meyil gösterdi.
Hudeybiye Sulhünden.Mekke'nin fethine kadar geçen iki sene zarfında Müslüman olanların sayısı, Resûli Ekrem Efendimizin peygamber olarak gönderilişinden sulh gününe kadar geçen yaklaşık 20 seneye yakın zaman içinde Müslüman olanlardan çok daha fazla olmuştur. Umre maksadıyla yola çıkan sahabîlerin sayısı bin 400 iken, iki sene sonra Mekke'nin fethine gidildiğinde bu sayı 10 bini buluyordu! Bu da, Hudeybiye Sulhunun ne kadar yerinde yapılmış bir anlaşma olduğunu açıkça göstermektedir.
Kur'ân'ın Hudeybiye Sulhunu "Fethi Mübîn," "apaçık bir fetih" olarak tavsif etmesi de dikkat çekicidir. Hâlbuki, Müslümanlar, daha evvel de küçümsenmeyecek zaferler elde etmişlerdi. Fakat, Kur'ân'ın, bunları değil de, Hudeybiye Sulhunu "Fethi Mübîn" olarak nitelendirmesi, İslâmiyet için asıl hakikî zaferin manevî sahada olduğu gerçeğine işaret içindi. Nitekim, İmamı Zührî, buna işaretle, "İslâm'da, Hudeybiye Musalahasından önce, ondan daha büyük bir fetih olmamıştır."483 demiştir.
İbni Mes'ud'un rivayeti de aynı mealdedir: "Siz fetih olarak Mekke'nin fethini kabul ediyorsunuz; hâlbuki, biz, asıl fetih olarak Hudeybiye Sulhunu sayıyoruz!"484
Hudeybiye Muahede ve Musalahası, aynı zamanda, büyük bir siyasî zaferdi. Çünkü, Hayber Yahudîlerini, kuvvetli dostları olan Kureyş müşriklerinden tecrid ediyordu. Hayber Yahudîleri için artık Kureyş müşrikleri yok demekti. Dolayısıyla, buranın fethi de, bu sayede daha da kolaylaşıyordu. Nitekim, Resûli Ekrem, Medine'ye döndükten birkaç hafta sonra Hayber'in fethine muvaffak olmuştur.
Bütün bu neticeler görüldükten sonra, Hudeybiye Sulhu için Kur'ân'in, "(Ey Resulüm!..) Biz, sana, gerçekten açık bir zafer verdik!" haber ve hükmünün ne kadar mûcizâne ve veciz olduğu açıkça anlaşılıyordu!
Kur'ânı Kerîm'in şu âyetini de hatırlatalım:
"Olur ki, bir şey hoşunuza gitmezken, sizin için o hayırlı olur ve bir şeyi istediğiniz hâlde, o hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilemezsiniz!"485
EBÛ BASİR'İN, KUREYŞLİLERİN TİCARET YOLLARINI KESMESİ
Peygamber Efendimizin Hudeybiye'den Medine'ye dönüşü üzerinden pek fazla bir zaman geçmemişti.
Bu sırada İslâmiyetle müşerref olan Sakif Kabilesinden Ebû Basir adındaki zât, bir fırsatını bulup Mekke'den Medine'ye geldi.
Üç gün sonra, onu istemek üzere, Kureyşliler, iki kişi gönderdiler. Bunlar, Peygamber Efendimize, "Bize karşı imza ettiğin anlaşmayı hatırlatırız!" diyerek Ebû Basir'i geri istediler.
Resûli Ekrem Efendimiz, anlaşma gereğince Ebû Basir'i geri vermek zorundaydı. Ona, "Ey Ebû Basir!.. Biliyorsun ki, biz şu Kureyşlilerle bir anlaşma yapmış ve onlara söz vermiş bulunuyoruz. Dinimize göre, verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz! Muhakkak, Allah, sana ve senin gibi müşrikler içinde kalan Müslümanlara bir genişlik, bir çıkar yol halkedecektir!" deyip teselli verdi; sonra da onu, gelen adamlara iade etti.
Ebû Basir, "Yâ Resûlallah!.. Bana işkence yapsınlar, beni dinimden döndürsünler diye mi müşriklere geri veriyorsun?" diye feryad etti.
Resûli Ekrem, tekrar ona teselli verdi: "Sen git! Muhakkak, Allah, sana ve senin gibilere bir çıkar yol halkedecektir!"486
Kureyş'in gönderdiği iki adam, Ebû Basir'i alarak Medine'den yola çıktılar. Zülhuleyfe'ye ulaştıklarında orada oturup beraber yemek yediler.
Ebû Basir, her an onlardan nasıl kurtulabileceğini düşünüyordu. Önce onlarla yakınlık peyda etmek istedi. Bunun için kendileriyle sohbete başladı. Huneys adındakinin ismini, babasının kim olduğunu sorup öğrendikten sonra, "Öyle zannediyorum ki, senin şu kılıcın oldukça keskindir!" dedi.
Adam, "Evet," dedi, "oldukça keskindir!"
Ebû Basir, gayet sakin ve emniyet verici bir tavırla, "Ona bir bakabilir miyim?" diye sordu.
Huneys, "İstiyorsan, al, bak!" dedi.
Ebû Basir, bulunmaz fırsatı yakalamıştı. Kılıcı kaptığı gibi Huneys'in üzerine yürüyüp işini bitirdi.487
Bunu gören diğer arkadaşı, son sür'at kaçarak Medine'ye geldi. Peygamber Efendimizin huzuruna çıkıp, "Adamınız, arkadaşımı öldürdü; ben ise elinden zor kurtuldum!" diyerek Ebû Basir'den şikâyet etti.
Bu sırada Ebû Basir de geldi. "Yâ Resûlallah!.. Sen, beni onlara teslim ile ahdini îfa etmiş oldun. Şimdi, Allah beni onlardan kurtardı!" diyerek bir daha müşriklere iade edilmeyip Medine'de kalmayı istedi.
Ebû Basir'in cesaretine ve atılganlığına hayret eden Efendimiz, sahabîlere hitaben, "Bu adam, harb kışkırtıcısı, kızıştırıcısıdır! Hele yanında, birtakım adamlar da bulunsa, artık elinden gelmeyecek şey yoktur!" diye buyurdu.488
Bu sözler üzerine Ebû Basir, tekrar Kureyşlilere iade edileceği zannına kapıldı. İçinde yine feryadlar koptu.Fakat, Resûli Ekrem Efendimiz, onu Kureyşlilere tekrar geri vermediği gibi Medine'de kalmasına da müsaade etmedi. "Haydi çık, istediğin yere git!" diyerek onu istediği yere gitmekte serbest bıraktı.489
Bunun üzerine Ebû Basir de, Medine'den çıktı. Deniz sahilinden, Mekke'den Şam'a giden yol üzerinde İs Vadisine gidip yerleşti.
Mekke 'deki Müslümanların Ebû Basir 'in Yanında Toplanmaları
Mekke'de hapsedilmiş bulunan Müslümanlar ile îmanlarını gizleyenler, bunu duyunca, birer ikişer kaçarak Ebû Basir'in yanında toplandılar. Kısa zamanda sayıları 70'i buldu; hattâ, etraftaki kabilelerden de katılanlarla birlikte bu sayı 300'e çıktı.
Böylece, Ebû Basir, etrafında büyük bir kuvvet toplamış oluyordu. Kureyş'in Şam'a gönderdiği bütün ticaret mallarına da el koyuyorlardı.490
Kendilerini tehdit eden bu durum karşısında Kureyşliler, Peygamber Efendimize derhâl bir elçi gönderdiler. Elçinin Peygamberimize getirdiği mektupta şunlar yazılı idi:
"Allah ve akrabalık aşkına!.. Sen, Ebû Basir'le arkadaşlarına haber salsan ki, bundan böyle her kim Medine'ye, senin yanına gelirse, o emniyet ve selâmettedir, o geri çevrilmeyecektir."491
Kureyş'in bu rica ve müracaatları üzerine, Peygamber Efendimiz de, Ebû Basir ve yanında bulunan Müslümanları davet için Ebû Basir'e bir mektup yazdı.
Ebû Basir, o esnada ağır hasta idi. Resûli Ekrem Efendimizin mektubu kendisine ulaştığında son nefeslerini alıp veriyordu. Bu vaziyette mektubu eline aldı, yüzüne gözüne sürdü. Henüz tam okumadan da ruhunu teslim etti.
Ebû Cendel ve diğer Müslümanlar, onun cenaze namazını kılıp defnettiler.492
Daha sonra Ebû Cendel, diğer Müslümanları da yanına alarak Medine'ye, Peygamberimizin yanına geldi.495
ÜMMÜ KÜLSÜM'ÜN, PEYGAMBERİMİZE İLTİCA EDİŞİ VE GERİ VERİLMEYİŞİ
Hudeybiye Anlaşmasının üzerinden fazla bir zaman geçmemişti ki, Peygamberimizin Mekke'deki azılı düşmanlarından Ukbe b. Ebî Muayt'ın Müslüman olan kızı Ümmü Külsüm, bir yolunu bulup Medine'ye geldi; Resûli Ekrem Efendimize iltica edip, "Yâ Resûlallah!.. Ben, dinim için onların yanından kaçıp yanına geldim! Beni koru, müşriklere geri çevirme! Beni kâfirlere geri çevirecek olursan, bana işkence yaparlar, dinimden döndürmeye uğraşırlar!"494 dedi.
Bunun üzerine inen âyet, Peygamber Efendimizin nasıl hareket etmesi gerektiğini tâyin etti: "Ey îman edenler!.. (Kendi ifadelerince) mü'min kadınlar, muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Allah, onların îmanlarını çok iyi bilendir. Fakat, siz de mü'min kadınlar olduklarını öğrenip kanaat getirirseniz, onları kâfirlere döndürmeyin. Bunlar, onlara (kâfir kocalarına) helâl değildir; onlar da bunlara helâl olmazlar. Kâfir kocalarının bu kadınlara verdikleri mehri onlara (kâfirlere) verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehirlerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir günah yoktur. Artık, kâfir olan kadınlarınızı da nikâhınız altında tutmayın. Verdiğiniz mehri isteyin. Kâfirler de, size hicret eden mü'min kadınlara harcadıkları mehri istesinler. Bu, Allah'ın hükmüdür; aranızda O hükmeder. Allah, hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir."495
Bu âyeti kerîme, Hudeybiye Sulhündeki Medine'ye hicret ve iltica edecek Müslümanların iadesiyle ilgili maddenin, erkeklere mahsus olduğunu, dolayısıyla kadınlara şâmil bulunmadığını ortaya koyuyordu.
Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz, müşriklerin arasından Medine'ye çıkıp gelen erkekleri iade ettiği hâlde Müslüman kadınları geri çevirmedi. Nitekim, Ümmü Külsüm'ü de, kardeşleri Velid b. Ukbe ile Umare b. Ukbe, Medine'ye gelerek istedikleri zaman, Resûli Ekrem, "Muahededeki o şartın hükmünü, Allah, kadınlar hakkında bozdu, ortadan kaldırdı!" buyurarak, Ümmü Külsüm'ü onlara teslim etmedi.
Bu âyetin nazil olmasından sonra Mekke'den Medine'ye hicret eden kadınlar, bir nevi imtihana tâbi tutuluyorlardı. Onlar, "Vallahi, biz, sâdece Allah'a ve Resulüne ve İslâmiyete olan muhabbet ve bağlılığımızdan dolayı çıkıp geldik; yoksa ne koca, ne mal, ne başkasına olan kin ve buğzumuz sebebiyle gelmedik!" diye yemin ediyorlardı. Bunun üzerine, Medine'de kalmalarına müsaade edilip geri çevrilmiyorlardı. Böyle yeminde bulunanların mehirleri de kocalarına iade ediliyordu.496
Hz. Ömer 'in, İki Hanımını Boşaması
İnen âyeti kerîmede ayrıca mü'minlere, "Kâfir olan kadınlarınızı artık nikâhınız altında tutmayın." diye emrediliyordu.
Bunun üzerine Hz. Ömer, o zamana kadar nikâhı altında bulunup Mekke'de oturan müşrik iki karısını boşadı.497

480 Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 2, s. 715.
481 Halebî, A.g.e., c. 2, s. 715.
482 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 337; ibni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 258.
483 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 336; Taberî, Tarih, c. 3, s. 81.
484 Ibni Kesir, Tefsir, c. 4, s. 182.
485 Bakara, 216.
486 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 337.
487 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 337.
488 İbni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 338.
489 Vakidî, Megazi, c. 2, s. 627.
490 Ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 338
491 ibni Hişam, A.g.e., c. 3, s. 338; İbni Abdi'lBerr, elistiab, c. 4, s. 1613.
492 ibni Sa'd, Tabakat, c. 4, s. 134.
493 Ibni Sa'd, c. 4, s. 134.
494 ibni Sa'd, Tabakat, c. 8, s>. 231.
495 Mümtehine, 10.
496 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 230; Ibni Seyyid, Uyûnû'lEser, c. 2, s. 127.
497 İbni Sîre, c. 3, s. 341.



Hicretin 7. Yılı
Efendimizin Hükümdarları İslam'a Daveti
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) dini ve daveti umumîdir, hitabı bütün insanlığadır; diğer peygamberler gibi bir kavme, bir kabileye, bir millete veya bir bölgeye münhasır değildir.
Cenâbı Hakk, birçok âyeti kerîmede bu hususu beyan buyurmuştur: "(Resulüm!..) De ki: 'Ey insanlar!.. Ben, sizin hepinize gelen, Allah'ın Peygamberiyim!"498
Buna binâen, Peygamber Efendimizin daveti elbette yalnız bazı Arap kabilelerine, birtakım insanlara ve belli bölgelere münhasır kalamazdı. B>ütün insanlığa bu îman ve İslâm daveti sesinin duyurulması gerekiyordu.
Bunun için, Hudeybiye Sulhu sonrası, en müsait bir zamandı. Zîra, anlaşma gereğince 10 yıl harb yapılmaycaktı.
Hicret'in 7. senesi, Muharrem ayı idi.
Peygamber Efendimiz, bir gün Ashabı Kiram'ı toplayarak, "Allah, beni bütün insanlara rahmet olarak gönderdi. İslâm'ı yayma hususunda bana yardımcı olun! Havarilerin Meryem oğlu İsa'ya muhalefetleri gibi, siz de bana karşı muhalefette bulunmayın!" buyurdu.
Sahabîler, "Yâ Resûlallah!.. Havariler, İsa'ya (a.s.) nasıl muhalefet etmişlerdi?" diye sordular.
Resûli Ekrem izah etti: "Benim sizi davet ettiğim vazifeye, o da havarilerini davet etmişti. Ancak onun yakın yere gönderdiği kimseler, isteyerek gidip selâmete eriştiler; uzak yere göndermek istedikleri kimseler ise, gitmekten kaçındılar. İsa (a.s.), bu durumu Allah'a arzetti ve şikâyette bulundu. Gitmeye üşenenlerin her biri, gönderilecekleri milletlerin dillerini konuşur oldukları hâlde sabahladılar. İsa (a.s.), onlara, 'Bu, Allah'ın sizin için kesinleştirdiği ve ehemmiyet verdiği bir iştir. Haydi, gidiniz!' demişti; onlar da gitmişlerdi!"4''9
Bunun üzerine sahabîler, "Yâ Resûlallah!.." dediler, "Biz, sana bu hususta yardımcı olacağız: Bizi arzu ettiğin yere gönder!" dediler.500
Kim, Nereye ve Kime Gönderildi?
Bunun üzerine Resûli Kibriya Efendimiz, İslâm'a davet maksadıyla ashabından
Dıhyetû'lKelbî'yi Rum Kayseri* Heraklius'a, Amr b. Ümeyye edDemrî'yi, Habeş Necâşîsi Ashame'ye, Abdullah b. Huzafe'yi, İran Kisrâsı Hüsrev Perviz'e, Hatıb b. Ebî Beltaa'yı, Mısır Firavunu Mukavkıs'a, Salit b. Amr'ı, Yerrıame Valisi Havza b. Ali'ye, Suca b. Vehb'i, Gassan Meliki Münzir b. Haris b. Ebî Şemir'e gönderdi.501
O zamanlar Rum (Bizans) devlet başkanına Kayser, İran şahına Kisrâ, Mısır devlet başkanına Firavun, Yemen hükümdarına Tubba, Habeş hükümdarına ise Necaşî denilmekteydi.
Gönderilen elçilerin hepsi de, gönderildikleri memleketlerin dillerini biliyorlardı. Peygamber Efendimiz, bu elçilerine, mezkûr hükümdarlara verilmek üzere birer mektup da yazarak teslim etti.
Mektupları yazdığı sırada, sahabîler, hükümdarların mühürsüz mektup okumadıklarını bildirince, Resûli Ekrem Efendimiz, gümüşten bir mühür yüzük üzerine alt alta gelmek suretiyle şu şekilde imzasını da yazdırdı:
"Allah Resul Muhammed"502
Kâinatın Efendisi, bu yüzüğünü vefatına kadar takmıştır. Vefatından sonra sırasıyla, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman takmışlardır. Günün birinde Hz. Osman'ın elinden Eriş Kuyusuna düşerek kaybolmuştur. Kuyunun bütün suyu çektirildiği hâlde bir türlü bulunamamıştır.503

498 A'raf, 158. Konuyla ilgili diğer âyetler için bkz.: Nisa, 79, 170, 174; Tevbe, 33; Sebe, 28; Hacc, 67; Ahzab, 40.
499 ibni Hişam, Sîre, c. 4, s. 254.
500 İbni Hişam, Sîre, c. 3, s. 507.
501 İbni Hişam, A.g.e., c. 4, s. 254; ibni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 258; Belâzurî,Ensab, c. 1, s. 531; Taberî, Tarih, c. 3, s. 84; ibni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 343.
502 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 258.
503 Buharî, Sahih, c. 7, s. 54; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1656.



Necaşi ve Heraklus'un İslam'a Davet Edilmesi
NECÂŞÎNİN İSLÂM'A DAVET EDİLMESİ
Hicret'in 7. senesi, Muharrem ayı idi.
Peygamber Efendimiz, ilk önce Amr b. Ümeyye'yi, eline şu mektubu vererek Habeş Necâşîsi Ashame'ye gönderdi. "Bismillahirrahmânirrahîm!
"Allah Resulü Muhammed'den, Habeş Meliki Necâşîye!.. "Ey Melik!.. Müslüman olmanı dilerim!
"Ben, senin nâmına, Lâ ilahe İllâ Hû, Melik, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin (sıfatlarını hâiz) olan Allah'a hamdü sena ederim.
"Ve şehâdet ederim ki, Meryem'in oğlu İsa, Allah'ın kulu ve kelimesidir. Allah, o kelimeyi—ki İsa'ya vücut veren, "Kün!" hitabıdır—ve o ruhu çok temiz ve afif olan ve dünya hayatından tamamıyla çekilmiş bulunan Meryem'e nefhetti. Bu suretle Meryem, İsa'ya hamile kaldı. Böylece Allah, İsa'yı yarattı— Nasıl ki, Adem'i de Allah, kudret eliyle (ve bir mucize olarak) yaratmıştır.
"Ey Melik!.. Seni, eşi, ortağı olmayan tek bir Allah'a îmana ve O'na ibâdete, bana uymaya ve Allah tarafından bana gönderilenlere inanmaya davet ediyorum. Çünkü, ben, Allah'ın bunları tebliğe memur elçisiyim. Seni ve halkını, Azîz ve Celîl olan Allah'a (îmana) davet ediyorum.
"Şimdi ben size (İslâm umdelerini) tebliğ ettim ve nasihatte bulundum; siz de nasihatimi kabul ediniz.
"Selâm, hidâyete tâbi olanlara olsun!"504
Medine'den Habeşistan'a gitmek üzere yola çıkan elçi Amr, ayrıca şu vazifeleri de yerine getirecekti:
Daha evvel oraya hicret etmiş bulunan Müslümanları Medine'ye göndermesini Necâşîden istemek,
Müslüman muhacirler arasında bulunan dul hanım Hz.Ümmü Habibe'nin Pej/gamberimize nikâhlanmasını Necâşîden taleb etmek...
Habeşistan'a varan elçi Amr (r.a.), Necâşîye, Peygamber Efendimizin mübarek mektubunu takdim etti.
Necâşî, Kâinatın Serveri Efendimizin mektubunu hürmetle eline aldı, gözlerine sürdü ve öpüp başına koydu; sonra da adamlarına okutturdu. Mektubun okunması sona erince, hemen tahtından indi, mütevazi bir eda ile yere oturdu. Sonra şehâdet getirerek Müslümanlığını açıkladı ve, "Eğer, yanına kadar gitmeye imkân bulsaydım, muhakkak giderdim!"505 dedi; bilâhare ilâve etti: "O, Ehli Kitap olan Yahudi ile Nasranîlerin, geleceğini bekleyip durdukları Ümmî Peygamber'dir. Musa Peygamber 'Merkebe biner.' diyerek İsa Peygamber'in geleceğini müjdelediği gibi, İsa Peygamber de 'Deveye biner.' diyerek Muhammed Peygamber'in geleceğini öylece müjde vermiştir.506 Keşke şu saltana bedel Muhammedi Arabi'nin (a.s.m.) hizmetkârı olsaydım! O hizmetkârlık, saltanatın pek fevkindedir."507
Mektubun Bir Kutu İçine Konması
Necâşî Ashame, daha sonra fil kemiğinden yapılmış bir kutu getirtip, Efendimizin mektubunu içine koydu ve, "Bu mektuplar, kendilerinde bulundukça Habeşlilerde hayır ve bereket eksilmeyecektir!"508 dedi.
Resûli Ekrem Efendimizin bu mektubuna benzeyen bir mektubun, hâlen Şam'da bir şahsın elinde olduğundan bahsedilmektedir. Mezkûr şahıs, bu mektubu bir Habeş pazarından aldığını söylemiştir.
Verilen bilgilere göre, mektup, takriben 23x33 ebadında bir deri üzerine kahverengi mürekkeple yazılmıştır.
Mektubun 17. satırının sonunda yuvarlak mühür izi vardır. Bu mühür 2,5 cm. çapındadır ve aşağıdan yukarıya doğru "Muhammed" bir satır, "Resul" bir satır, "Allah" da bir satır olmak üzere üç satır halindedir.509
AMR B. ÂS'IN, NECÂŞÎDEN İSTEĞİ
Kureyş'in siyaset dahîsi Amr b. As, o sırada Habeşistan'da bulunuyordu. Amr b. Ümeyye'nin Necâşînin huzuruna girip çıktığını gördü. Buna çok kızdığı gibi, fırsatını bulup Hz. Amr'ın vücudunu ortadan kaldırmayı bile tasarladı. Bu maksatla bir gün Necâşînin huzuruna çıktı. "Ey Hükümdar!.. Senin yanına birinin girip çıktığını görüyorum ki, o, bize düşman bir adamın elçisidir. Onu bana teslim et de öldüreyim!" diye konuştu.
Bu teklif, Necâşîyi fena hâlde kızdırıp hiddete getirdi. Elinin tersiyle Amr'ın burnuna kuvvetlice bir darbe indirdi. O anda Amr, burnunun kırıldığını zannetti!
Necâşî, daha sonra, "Sen, Musa Peygamber'e gelmiş olan Nâmusu Ekber'in [Cebrail] kendisine vahiy getirdiği bir zâtın elçisini öldürmek için sana vermemi istiyorsun, öyle mi?" diye hiddetli hiddetli konuştu.
Amr, "Ey Hükümdar!.." dedi, "Gerçekten o, bir peygamber midir?"
Necâşî şu cevabı verdi:
"Yazıklar olsun sana ey Amr!.. Sen, benim sözüme kulak ver de ona hemen tâbi ol! Çünkü, yemin ederim ki, o, hak üzeredir ve kendisine karşı koyanları mağiûb edecektir; Musa Peygamber'in Firavuna ve ordusuna galebe çaldığı gibi!.."
Artık, Amr'ın hidâyete erme zamanı gelmişti. Necâşîye, "Sen, benim ona İslâmiyet üzere bey'atımı alır mısın?" diye teklifte bulundu.
Necâşî, teklifini kabul etti. O da, Peygamberimiz nâmına Necâşîye, İslâmiyet üzere bîat etti. Fakat, bu îmanını arkadaşlarından gizli tuttu. Hicret'in 7. yılında Habeşistan'da İslâmiyetle şereflenen Amr b. As, bir sene sonra Hicret'in 8. senesinde Medine'ye gelip Hz. Resûlullah'ın huzurunda bu îmanını izhar edecektir.
Müslüman olduğunu çekinmeden açıklayan Habeş Necâşîsi Ashame, elçi Amr b. Ümeyye'ye bir mektup verdi. Mektupta, Hz. Resûlullah'ın isteklerini yerine getirdiğinden bahsediyordu. Ayrıca, kendisine kıymetli hediyeler de gönderdiğini haber veriyor, arzu ettikleri takdirde kendisinin de yanına gelebileceğini açıkça ifade ediyordu.510
ÜMMÜ HABİBE'NİN PEYGAMBERİMİZE NİKÂHLANIŞI
Ümmü Habibe (r.a.), Kureyş'in reisi Ebû Süfyan'ın kızı idi. Dininin gereklerini serbest yaşayabilmek için kocası Ubeydullah b. Cahş'la Mekke'den Habeşistan'a hicret etmişti. Ubeydullah, sonradan Hıristiyanlığa girdiği hâlde, o dininde sebat etmişti. Bir müddet sonra da Ubeydullah ölünce dul kalmıştı. Bu esnada rüyasında, Ubeydullah'ın kendisine "Ey Ümmû'IMü'minîn!.." diye seslendiğini görmüştü. Bunu da, "Hz. Resûlullah'ın kendisiyle evleneceği" şeklinde te'vil etmişti.5"
Bilindiği gibi, Arap kadınları, dengini bulmadıkça evlenmezlerdi. Hz. Ümmü Habibe de, gurbet diyarda dengini bulup evlenemediğinden zor durumda kalmıştı. Böyle, dini uğrunda vatanından uzak, akraba ve taallûkatından ayrı olarak kimsesiz kalan şerefli bir kadının taltifi, elbette gerekiyordu. Bunun için de Resûli Ekrem Efendimiz, sonunda onunla evlenmeye tâlib olmuştu.
Peygamber Efendimiz bunu gerçekleştirmeyi Necâşîden istemişti. Necâşî de, Efendimizin bu arzusunu yerine getirip Hz. Ümmü Habibe'yi ona nikâh ettirdi.512
MÜSLÜMAN MUHACİRLERİN MEDİNE'YE GÖNDERİLİŞİ
Hz. Resûlullah'ın, Hükümdar Ashame'den bir arzusu da, "Müslüman muhacirleri Medine'ye göndermesi"ydi. Ashame, bu isteği de yerine getirdi. Başlarında Hz. Cafer'in bulunduğu muhacirleri, gemilere bindirerek Medine'ye gönderdi.513

HERAKLİUS'UN İSLÂM'A DAVET EDİLMESİ
(Hicret 'in 7. senesi Muharrem ayı)
Resûli Kibriya Efendimiz, ashabtan Dıhye b. Halife elKelbî'yi Rum Kayseri Heraklius'a, İslâm'a davet etmek üzere, aşağıdaki mektubu vererek gönderdi:
"Bismillahirrahmânirrahîm!
"Resûlullah yoluna tâbi olanlara selâm olsun! Hidâyet yoluna tâbi olanlara selâm olsun!
"Bundan sonra (Ey Rûm milletinin büyüğü)!.. Seni, İslâm'a davet ediyorum! Müslüman ol ki, selâmette bulunasın. Müslüman ol ki, Allah, senin ecrini iki kat versin. Eğer bu davetimi kabul etmezsen, yoksul çifçilerin, bütün tebaanın günahı senin boynunadır.
"Ve siz, 'Ey Ehli Kitap!.. Bizimle sizin aranızda müsâvî bir kelimeye gelin, şöyle ki: Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabler edinmeyelim. Eğer Kitap Ehlî bu kelimeden yüz çevirirlerse (o hâlde) şöyle deyin: 'Şâhid olun, biz gerçek Müslümanlarız.'" (Âli İmrân, 64)"514
Dihye (r.a.), Rum Hükümdarı Heraklius'a Resûlullah'ın mübarek mektubunu kısa zamanda ulaştırdı.
Mektup okunurken, hükümdarın alnında terler boncuk boncuktu. "Süleyman Peygamber'den sonra, ben böyle 'Bismillahirrahmânirrahîm!' diye başlayan bir mektup görmüş değilim!" dedikten sonra mektubu öpüp başına koydu. O anda hiçbir şey izhar etmedi; araştırıp soruşturmayı uygun buldu.
EBÛ SÜFYAN İLE HERAKLİUS KARŞI KARŞIYA
Araştırıp soruşturma kararı veren Heraklius, etrafına, "Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin kavminden buralarda kimse yok mudur?" diye sordu.
O sırada ticaret münâsebetiyle, Ebû Süfyan, Kureyş'ten bazı adamlarla Şam'da bulunuyordu. Onu arkadaşlarıyla alıp, yine o sırada Şam'da bulunan Kayser'in huzuruna getirdiler. Hâdisenin geri kalan kısmını Ebû Süfyan şöyle anlatmıştır:
"HirakFin huzuruna girdik. Bizleri önüne oturttu ve tercüman vasıtasıyla, 'Peygamber olduğunu söyleyen bu zâta neseben en yakın hanginizdir?' diye sordu.
'"Neseben en yakınları benim!' dedim.
"Beni önüne oturttular; arkadaşlarımı da arkama...
'"Bunlara söyle: Ben, peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında bu adamdan bazı şeyler soracağım. Bu bana yalan söylerse siz onu tekzib ediniz!'
"Vallahi, arkadaşlarım tarafından yalanımın öteye beriye yayılmasından korkmasaydim, Peygamber hakkında o zaman muhakkak yalan uydururdum!"
Sonra da hükümdar ile Ebû Süfyan arasında sorulu cevaplı şu konuşma geçti:
"Sizin içinizde, onun nesebi nasıldır?"
"İçimizde onun nesebi pek büyüktür!"
"Ecdadı içinde bir melik var mıdır?"
"Hayır!.."
"Peygamberlikten evvel, onu hiç yalanla ittiham ettiniz mi?"
"Hayır!.."
"Ona kimler tâbi oluyor? Halkın ileri gelenleri mi. yoksa fakir kimseler mi?.."
"Daha çok halkın zaîf ve fakirleri tâbi oluyor!" "Ona uyanlar artıyor mu, eksiliyor mu?" "Eksilmiyor; bilâkis allıyorlar!"
"Onlardan, onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden dönen var mı?"
"Hayır, yoktur!"
"Kendisinin hiç sözünde durmadığı, ahdini bozduğu vâkî midir?"
"Hayır, vâkî değildir. Ancak biz şimdi onunla çarpışmayı bir müddet için bırakarak muahede yapmış bulunuyoruz. Bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz. Bu yoldaki ahdini bozmasından korkuyoruz!"
(Ebû Süfyan der ki:
"Vallahi, verdiğim cevaplara bu sözden başka bir şey ilâve etmek imkânını bulamadım!")
"Onunla hiç harb ettiniz mi?"
"Evet, ettik."
"Yaptığınız savaşlar nasıl neticelendi?"
"Harb talii aramızda nevbet nevbet olur. Bâzan o bize zarar verir, bâzan biz ona..."
"Sizden, ondan önce peygamberlik iddiasında bulunmuş bir kimse var mıdır?"
"Hayır, yoktur!"
"O, size neler emrediyor?"
"Yalnız bir Allah'a ibâdet etmeyi ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrediyor. Atalarımızın tapmış bulundukları şeylerden de bizi nehyediyor. Namaz kılmayı, doğru olmayı, kimsesiz fakirlere sadaka vermeyi, haram olan şeylerden sakınmayı, ahdinde durmayı, emaneti sahibine vermeyi, akrabalarla ilgilenmeyi ve onları görüp gözetmeyi emrediyor."
Bütün bunlardan sonra, Heraklius, tercümanı vasıtasıyla Ebû Süfyan'a şöyle dedi:
"Nesebini sordum; içinizden yüksek neseb sahibi olduğunu beyan ettin. Peygamberler de, zâten böyle, kavimlerinin en soyluları içinden seçilip gönderilirler.
"Ben, babalan ve dedeleri içinde bir melik gelip gelmediğini sordum. Sen, 'Hayır, yok.' dedin. Eğer, babalarından, dedelerinden bir melik olsaydı, 'Bu da babalarının mülkünü geri isteyen bir kimsedir!' diye hükmederdim.
"Ben, peygamberlik iddiasında, ondan önce içinizde bulunanın olup olmadığını sordum. 'Hayır, yoktur.' diye cevap verdin. Eğer, ondan önce bu sözü söyleyen biri olsaydı, 'Bu da, belki kendisinden önce söylenmiş bulunan bir söze ittiba etmek istemiş bir kimsedir!' diye düşünürdüm.
"Ben, ona kimlerin tâbi olduklarını sordum. Sen, 'Ona tâbi olanlar halkın zatîleridir.' dedin. Peygamberlere tâbi olanlar da onlardır.
"Ben, peygamberlik dâvasında bulunmadan evvel onun bir yalan söylemiş olup olmadığını sordum. Sen, 'Hayır.' dedin. Ben ise, kat'î olarak bilmekteyim ki, insanlara karşı yalan söylemeyi irtikâb etmemiş bir kimse Allah'a karşı da yalan söylemez.
"Ben, 'Onun dinine girdikten sonra, beğenmeyip dininden geri dönenler var mıdır?' diye sordum. Buna da, 'Hayır.' cevabını verdin. îman da böyledir. îmanın icabı olan iç ferahlık ve neşe kalbe karışıp kökleşince böyle olur.
"Benim, 'Onlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?' soruma, sen, 'Artıyorlar.' cevabını verdin. îman keyfiyeti tamamlanıncaya kadar hep bu minval üzere gider.
"Ben, 'Onunla hiç savaştınız mı?' diye sordum. Sen, savaştığınızı, savaş neticesinin nöbet nöbet değiştiğini, bâzan onun size, bâzan da sizin ona zarar verdiğinizi söyledin. Zâten peygamberler de hep böyledir: Onlar belâlara uğratılırlar; ama, sonra da güzel ve makbul akıbet onların olur.
"Ben, 'O zât ahdini bozar mı?' diye sordum. Sen, 'Sözünde durmamazlık etmez.' dedin. Peygamberlerin hâli budur: Hiçbir zaman verdikleri sözde durmamazlık etmezler.
"Ben, 'O size neler emrediyor?' diye sordum. Sen, 'Onun Allah Teâlâ'ya ibâdet etmeyi, O'na hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamayı size emrettiğini v.s. dedin.
"Bütün bu anlattıkların, peygamberlerin vasıflarıdır! Eğer o zât hakkında bu söylediklerinin hepsi doğru ise, şüphesiz, o bir peygamberdir! Zâten ben, bir peygamberin çıkacağını biliyordum; fakat sizden çıkacağını tahmin etmezdim!"515
Bu karşılıklı konuşmadan sonra da, Heraklius açıkça, "Eğer, onun yanına varabileceğimi bilebilsem, kendisiyle buluşmak için her türlü zahmete katlanırdım; yanında olsaydım, hizmet ederek, ayaklarını yıkardım! Yemin ederek söylüyorum ki, onun mülkü, iktidarı şu ayaklarımın altında bulunan yerlere muhakkak gelip ulaşacaktır!"516 diye konuştu.
Bu sözlere muhatab olan Ebû Süfyan'ı, bir korku ve telâş sardı; dışarı fırlayıp, arkadaşlarına, "İbni Ebî Kebşe'nin işi gerçekten gittikçe büyüyor! Şu muhakkak ki, Benî Asfar Hükümdarı bile ondan korkmaktadır!"517 dedi.
Ebû Kebşe, putlara tapmaktan yüz çevirip Şi'ra'lUbur adındaki yıldıza tapan Huzaa Kabilesinden bir adamdı. Peygamberimizi de putlardan yüz çevirdiği için bu adama benzeterek ve ona nisbet ederek "ibni Ebî Kebşe" demekle, güya Peygamberimizin bu dedesine çektiğini ifade etmek istiyorlardı.
HERAKLÎUS'UN ÎMANI
Rum Hükümdarı Heraklius, artık beklenen peygamberin, Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğu kesin kanaatine varmıştı. Kavmine, "Geliniz, ona tâbi olalım, dünya ve âhirette selâmete erelim!" dedi. Ancak, Heraklius'un bu daveti netice vermedi; hattâ, Rumların hiddetine sebep oldu.
Bunun üzerine Heraklius, îman ettiği hâlde dünya saltanatı için îmanını gizli tutmak yolunu tercih etti.518
HZ. DIHYE'NİN, DAĞATIR'A GİTMESİ
Hayatına son verilmekten ve saltanatının elinden alınmasından korkup îmanını izhar edemeyen Heraklius, Hz. Resûlullah'ın elçisi Dıhye'ye (r.a.), Hıristiyan âlimlerinin büyüklerinden biri olan Uskuf Dağatır'a gitmesini tavsiye etti; ayrıca, ona vermek üzere bir de mektup yazdı.
Dihye (r.a.), mektubu alıp Heraklius'un yanından ayrıldı.
Zaten, Peygamber Efendimiz de Dağatır'a bir mektup yazıp Hz. Dıhye'ye vermişti. Bu mektubunda Uskuf Dağatır'a şöyle hitab ediyordu:
"îman edenlere selâm olsun!
"Hiç şüphesiz, Meryem oğlu İsa, Allah'ın pâk ve nezih Meryem'e ilka ettiği ruhu ve kelimesidir.
"Ben, Allah'a ve Allah tarafından bize indirilenlere, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub ve Esbat'a indirilenlere, Musa'ya ve İsa'ya verilmiş olanlara ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inanırım. Biz, onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırt etmeyiz, hepsinin peygamberliğine inanırız. Biz, Allah'a itaat eden Müslümanlarız!
"Hidâyete tâbi olanlara selâm olsun!"519
Hz. Dıhye, Dağatır'ın yanına vardı ve kendisini İslâmiyete davet etti.
Büyük Hıristiyan âlimi Dağatır, "Vallahi, senin sahibin, Allah tarafından gönderilmiş hak bir peygamberdir. Biz onun vasıflarını biliyoruz; ismini de kitaplarımızda yazılı bulmuşuz."520 diye konuştu; sonra îman ederek Müslüman oldu ve durumunun Resûli Ekrem Efendimize bildirilmesini Hz. Dıhye'ye tembihledi.
Dağatır 'in Şehid Edilmesi
Uskuf Dağatır, her pazar günü toplanan Hıristiyanlara kıssalar anlatıp nasihatlerde bulunduktan sonra, bir sonraki pazara kadar evine kapanırdı.
Hz. Dıhye ile görüştükten sonraki pazar da Hıristiyanlar toplanıp onun çıkmasını beklediler. Ancak, Dağatır, hastalığını bahane ederek çıkmak istemedi. Hıristiyanlar, "Ya o çıkar ya da biz onun yanına gireriz! Şu Arap geleliden beri, biz senin vaziyetinden hoşlanmıyoruz!" diye haber gönderdiler.
Bunun üzerine Dağatır, odasına girdi. Üzerindeki siyah elbiseyi çıkarıp, bembeyaz bir elbise giydi. Sonra asasını eline alıp, kilisede toplanmış bulunan Hıristiyan halkın yanına vardı. Çekinmeden ve cesurca, "Ey Rum topluluğu!.. Bize, Ahmed Peygamber'den bir mektup geldi; bizi, Yüce Allah'a davet ediyor!" dedikten sonra, ilâve etti: "Ben, şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur; Ahmed de Allah'ın kulu ve Resulüdür!"
Dağatır'ın Hz. Resûlullah'ın peygamberliğini böylesine pervasızca haykırışına, Rumlar, öldürücü darbelerle karşılık verdiler ve onu orada şehid ettiler.521
Hz. Dıhye 'nin Medine 'ye Dönmesi
Bütün bu olup bitenlerden sonra Hz. Dıhye, Heraklius'un Peygamberimize yazdığı bir mektup ve birçok hediye ile Medine'ye doğru hareket etti. Ancak, yolda eşkıya tarafından yakalanıp, kıymetli hediyeler elinden alındı.
Medine'ye varan Hz. Dıhye, Resûli Ekrem Efendimizin huzuruna çıktı; olup bitenleri ve yolda başından geçenleri anlattıktan sonra Heraklius'un mektubunu verdi.
Mektupta şunlar yazılı idi:
"İsa'nın müjdelemiş olduğu Allah'ın Resulü Muhammed'e, Rum hükümdarı Kayser tarafındandır!
"Elçin, mektubunla bana geldi.
"Şehâdet ederim ki, sen, Allah'ın Resulüsün! Biz, seni zâten yanımızdaki İncil'de yazılı bulmuştuk: İsa b. Meryem, seni müjdelemişti!
"Rumları, sana îmana davet ettimse de yanaşmadılar, kaçındılar. Onlar beni dinleselerdi kendileri için şüphesiz hayırlı olurdu.
"Ben, senin yanında bulunup sana hizmet etmeyi, senin ayaklarını yıkamayı ne kadar arzu ederdim!"522
Mektup okunup bitince, Resûli Kibriya Efendimiz, "Mektubum yanlarında bulundukça, onların saltanatı devam edecektir!" buyurdu.521
HERAKLİUS'UN MEKTUBU SAKLAMASI
Resûli Ekrem'in elçisi ve davetini son derece güzel karşılayan Rum Hükümdarı Heraklius, kendisine gelen İslâm'a davet mektubunu da atlas bir ipeğe sararak, derin saygısının bir tezahürü olarak altın bir borunun içine koyup sakladı.
Rum hükümdarları katında nesilden nesile intikal edegelen bu mübarek mektubu, Alfons b. Ferdinand'm Tuleytula üzerine yürüyüp Endülüs beldelerinden birçok yeri eline geçirdiği tarihe kadar (H: 464) onun yanında bulunuyordu. Ondan da torununa intikal etti.
Aynı mektubu, Avrupa kralı yanında gördüğünü Seyfüddin Kılıç da ifade etmektedir. Avrupa kralının kendisine şöyle dediğinden de bahseder:
"Bu, Peygamberinizin, atam Kayser'e göndermiş olduğu mektubudur. Biz, onu bugüne kadar elden ele tevarüs etmekten geri kalmadık. Bize atalarımızdan ve babalarımızdan tavsiye edilmişti ki: Bu mektup yanımızda bulunduğu müddetçe, saltanat bizde kalacaktır! Bu sebeple ona son derece hürmet göstermekte ve muhafazasına dikkat etmekteyiz. Saltanamızın devam edip gitmesi için de, onun yanımızda bulunduğunu Hıristiyanlardan saklı tutmaktayız."524

504 Taberî, Tarih, c. 3, s. 89; ibni Kayyim, Zâdû'lMaad, c. 3, s. 71; Halebî,Insanû'lUyûn, c. 3, s. 293.
505 İbni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 258.
506 Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 159.
507 İbni Kayyim, Zâdû'lMaad, c. 2, s. 71; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 3, s. 294.
508 ibni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 258; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 293.
509 Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, islâm Peygamberi, c. 1, s. 201.
510Taberî, Tarih, c. 3, s. 89; ibni Kayyim, Zâdû'lMaad, c. 2, s. 7172.
511ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 97.
512 ibni Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 9798.
513 ibni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 259; Taberî, Tarih, c. 3, s. 8990
514 Ahmed ibni Hanbel, Müsned, c. 1, s. 263; Taberî, Tarih, c. 3, s. 87; ibni Kayyim, Zâdû'lMaad, c. 3, s. 71; Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 3, s. 287.
515 Ahmed İbni Hanbel, Müsned, c. 1, s. 262263; Buharî, Sahih, c. 4, s. 34;Müslim, Sahih, c. 3, s. 1395.
516 Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 1, s. 263; Buharî, A.g.e., c. 4, s. 4; Müslim,A.g.e., c. 3, s. 1395.
517Ahmed İbni Hanbel, A.g.e., c. 1, s. 263.
518 İbni Kesir, Sîre, c. 3, s. 504; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbal, s. 150.
519 Ibni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 276.
520 Ibni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 504.
521 ibni Kesir, A.g.e., c. 3, s. 504.
524 Halebî, İnsanû'lUyûn, c. 3, s. 289.



Kisra ve Mukavkıs'ın İslam'a Davet Edilmesi
KİSRÂNIN İSLAM'A DAVET EDİLMESİ
(Hicret 'in 7. senesi Muharrem ayı / Milâdî 628)
Hükümdarları İslâm'a davet kararı alan Resûli Kibriya Efendimiz, ashabtan Abdullah b. Huzafe'yi de İran Kisrâsı Perviz İbni Hürmüz'e elçi olarak gönderdi.
İran'a varıp, saraya kabul edilen Hz. Abdullah b. Huzafe, Peygamberimizin İslâm'a davet mektubunu bizzat Kisrâ Perviz'in eline teslim etti. Kisrâ, mektubu kâtibine okuttu:
"Bismillahirrahmânirrahîm!
"Allah Resulü Muhammed'den Farsların Büyüğü Kisrâ'ya!.."
Bu hitab, Kisrâ'yı son derece hiddetlendirdi. Mektubun devamının okunmasına müsaade etmeden ve muhtevasını öğrenmeden, "Şuna bak! Benim kulum, kölem olan kişi, (hâşâ) kalkıyor da bana mektup yazıyor!" diyerek Hz. Resûlullah'ın mübarek mektubunu alıp ortadan küstahça yırttı;525 sonra da haddini aşarak, elçi Abdullah b. Huzafe'ye, "Mülk ve saltanat bana mahsustur! Benim bu hususta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana ortak çıkacağından asla endişem ve korkum yoktur! Firavun, İsrail Oğullarına hâkim olmuştu! Siz, onlardan daha güçlü değilsiniz! Sizi derhâl hâkimiyetim altına almaya engel olacak ne var? Ben, Firavun'dan daha iyi ve güçlüyümdür!" diye hitab etti ve onu adamları vasıtasıyla dışarıya çıkarttırdı.526
Abdullah b. Huzafe 'nin Medine 'ye Dönüşü
Hz. Abdullah b. Huzafe, Peygamber Efendimizin İslâm'a davet mektubunu Kisrâ'ya vermekle vazifesini yerine getirmişti. Bu sebeple, saraydan çıkartılır çıkartılmaz hemen bineğine atlayarak Medine'nin yolunu tuttu.
O sırada Kisrâ'nın öfkesi bir nebze dinmiş olacak ki, onu bulup getirr>elerin: adamlarına emretti. Ancak, Hz. Abdullah çoktan oradan uzaklaşmıştı.
Medine'ye gelen Hz. Abdullah, Resûli Kibriya Efendimizin huzuruna çıktı. Olup bitenleri haber verdi. Resûli Ekrem Efendimiz, "Yâ Rabbi!.. Nasıl o benim mektubumu parçaladı, Sen de onu ve onun mülkünü parçala!" diye Kisrâ'ya beddua etti.527
Bu bedduanın tesiriyledir ki, Kisrâ Perviz'in oğlu Şireveyh, hançerle onu parçaladı. Sa'd İbni Ebî Vakkas Hazretleri ise, İran saltanatını paramparça etti. Sasanîye Devletinin hiçbir yerde şevketi kalmadı.
Babasını öldürüp yerine geçen Şireveyh, ancak altı ay yaşayabilmiştir. Saltanatın verdiği ihtirasla, kardeşlerini de öldürtmüştü. Kendisine halef olacak erkek evlâdı da bulunmadığından, halk Şireveyh'in Buran adındaki kızını saltanat tahtına geçirmişti. Peygamber Efendimiz bunu duyunca, "Mukadderatını bir kadının eline veren millet, felah bulmaz!" diye buyurmuşlardı. Bu veciz ifadeleriyle Resûli Ekrem Efendimiz, İslâm'ın âmme hukukunun en mühim bir kaidesini ortaya koymuştur. Bu kaideye göre, islâm hukukunda "âmme velayeti" denilen devlet teşkilâtı reisliği, ancak bir erkek vatandaş tarafından temsil olurpjr. Millet otoritesini temsil edecek olan bu mevkiye kadın seçilemez; çünkü, kadının fıtratı birçok cihetten bu çok ağır vazifeyi yüklenip yürütmeye müsait değildir. Bu sebepledir ki, islâm hukukunda kadının alış veriş, şehâdet, şirket, vesayet, veraset, vekâlet, hibe gibi her türlü medenî akid ve tasarrufları, sair milletlerin hukukuna nisbetle en geniş ölçüde muteber ve ticari sahadaki çalışması meşru olduğu hâlde, devlet başkanlığına seçilebilmesi hususunda kadın için herhangi bir hak kabul edilmemiştir (Tecrid Tercemesi, c. 10. s. 450).
Peygamberimizin Gönderdiği Mektup
Resûli Ekrem Efendimizin İran Kisrâsı Hüsrev Perviz'e gönderdiği İslâm'a davet mektubunun tam metni şöyleydi:
"Bismillah irrahmânirrahîm!
"Allah'ın Resulü Muhammed'den Farsların Büyüğü Kisrâ'ya!..
"Doğru yola gidenlere, Allah'a ve Peygamberine îman edenlere, bir Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun hiçbir ortağı da bulunmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şehâdet edenlere selâm olsun!
"Ben, seni Allah'ın dinine [İslâm'a] davet ediyorum; çünkü ben, bütün insanlara 'hayatı olan kişilere (gelecek tehlikeleri) haber vermek ve kâfirlere o söz hak olmak için (azab sözü gerçekleşmesi için)' (Yasin, 70) peygamber olarak gönderildim.
"Müslüman ol ki, selâmete eresin! Eğer davetimden yüz çevirirsen, Mecûsî kavminin günahı senin boynuna olsun!"528
KİSRÂNIN, YEMEN VALİSİNE EMRİ
Kisrâ, Efendimizin mübarek mektubunu yırtmakla da hiddet ve hırsını dindirememişti; Yemen Valisi Bazan'a, "Duyduğuma göre, Kureyş'ten biri ortaya çıkmış, peygamberlik dâva ediyormuş! Sen, güçlü kuvvetli adamlarından ikisini gönder; onu bağlayıp getirsinler!" diye haber gönderdi.529
Bazan, emri yerine getirmede gecikmedi: Peygamber Efendimize iki kişi gönderdi; ellerine de, Efendimizin gidip Kisrâ'ya teslim olmasını emreden bir mektup verdi!
Babeveyh ve Hurre Husre adındaki bu adamlar, Medine'ye gelerek, Resûli Ekrem Efendimizin huzuruna çıktılar. Babaveyh, Efendimize hitaben, "Kisrâ, Vali Bazan'a yazı yazıp, seni kendisine getirmek üzere sana adam göndermesini emretti. Bazan da beni sana gönderdi. Eğer benimle gelirsen, Yemen Valisi, Kisrâ'ya senin lehinde mektup yazar, seni bağışlatır; eğer benimle birlikte gelmekten çekinirsen, Kisrâ seni de, senin kavmini de yok eder, memleketini de yıkar!" (6) dedikten sonra, Bazan'in mektubunu verdi.530
Resûli Ekrem Efendimiz, Babeveyh'in anlattıklarını ve mektubun muhtevasını öğrendikten sonra gülümsedi; sonra da onları İslâmiyete davet etti.
Elçiler, Efendimizin huzurunda manevî heybetinden dolayı tir tir titriyorlardı; fakat, bunu hissettirmemek için cesaretli konuşmaya çalışıyorlardı.
Peygamber Efendimiz sâdece, "Ne yapmak istediğimi yarın size haber veririm." deyip onları huzurundan çıkardı.531
Ertesi gün Resûli Kibriya Efendimiz, vahiyle gelen şu haberi onlara iletti:
"Yüce Allah, Kisrâ'ya, oğlu Şireveyh'i musallat kıldı; şireveyh, onu filân ayda, filân gecede ve gecenin de filân saatinde öldürdü!"532
Bu haber karşısında elçiler, şaşırıp kaldılar.
Peygamber Efendimiz, ayrıca onlara hitaben, "Bazan'a deyiniz ki: 'Benim dinim ve hâkimiyetim, Kisrâ'nın mülk ve saltanatının ulaştığı yerlere kadar ulaşacaktır!' Yine ona deyiniz ki: 'Eğer sen Müslüman olursan, şu anda idare etmekte olduğun yerleri sana vereceğim; seni, Ebnalar'dan (Güney Arabistan'da yerleşen İranlılar) meydana gelen kavme hükümdar yapacağım!'"5" diye buyurdu.
Bunun üzerine, Bazan'ın adamları Yemen'e döndüler; olup bitenleri anlatıp, Peygamberimizden görüp duyduklarını naklettiler.
Vali Bazan, "Vallahi, bu, hükümdar sözü değildir; öyle sanıyorum ki, bu zât, dediği gibi, bir peygamberdir!"534 demekten kendini alamadı; sonra da, gönderdiği adamlarına, "Onu nasıl buldunuz?" diye sordu.
Onlar, "Biz, ondan daha heybetli, hiçbir şeyden korkmayan ve muhâfızsız bulunan bir hükümdar görmedik! Mütevazi ve yaya olarak halk arasında yürüyordu!" cevabını verdiler.
Bazan, bir müddet beklemeyi uygun buldu; "Kisrâ hakkında söylemiş olduğu sözün neticesini bekleyelim. Eğer sözü doğru çıkarsa, o gerçekten Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir; şayet dediği doğru çıkmazsa, o zaman gereğini düşünürüz!" dedi.535
Aradan birkaç gün gibi kısa bir zaman geçmişti ki, Kisrâ'nın oğlu Şireveyh'ten, Bazan'a şu mektup geldi:
"Ben, Kisrâ'yı öldürdüm! Bu mektubum sana gelince, benim nâmıma halkın bey'atını al! Kisrâ'nın sana yazı yazmış olduğu zât hakkında da, yeni bir emrim gelinceye kadar bekle ve hiçbir teşebbüse geçme!"536
Hesap ettiler: Gördüler ki, Perviz'in öldürülmesi, Fahri Âlem Efendimizin haber verdiği aynı günün gecesine ve gecenin de aynı saatine rastlıyor!537
Bazan'ın gönül âlemi, bu apaçık mucize karşısında birden aydınlandı! "Muhammed (s.a.v.), muhakkak, Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir." diyerek Müslüman oldu.538
Onu, Yemen'de oturan Ebnalar'ın Müslüman olması takib etti.539
Bazan, daha sonra da, Müslüman olduklarını, Resûli Ekrem Efendimize haber verdi. Bu haberi alan Efendimiz, onu San'a Valisi tâyin etti. Bu, Peygamberimizin tâyin ettiği ilk vali idi ve İran valilerinden îmana gelen ilk zâttı.540
PEYGAMBERİMİZİN KİSRÂYA GÖNDERDİĞİ MEKTUBUN ASLI
Resûli Ekrem Efendimizin Kisrâ'ya gönderdiği mektubun aslı, 1962 yılının Kasım ayı sonlarına doğru, Lübnan Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunmuş olan Mr. Henri Pharaon'un, Dr. Salahaddin elMüneccid'e okutturmak için başvurması üzerine ortaya çıkmıştır. Vesikayı, Birinci Dünya Harbinin sonunda Henri Pharaon'un babası, Şam'da 150 altına satın almış ve mahiyetini bilemediğinden veya açığa vurmak istemediğinden olacak ki gizli tutmuştur.
Dr. Salahaddin elMüneccid'in tarif ve tavsifine göre, bu mektup, parşömen üzerine yazılmıştır; ancak zamanla rengi değişmiş ve dokuması eskimiş yeşil bir kumaşa yapıştırılmıştır. Mahfaza, ayrıca camdan bir çerçeveyle muhafaza edilmiş olduğundan, parşömen oraya yapışık kalmıştır.
Parşömen eski ve yumuşaktır, rengi koyu kahverengidir; sahife kenarları bu sebeple siyahlaşmıştır.
Mektubun boyu 28 cm, eni ise 21,5 cm'dir.
Mektubun ebadı, ince uzundur; fakat, üst kısmı alt kısmından geniştir.
Mektupta 15 satır vardır ve bunların uzunlukları yerine göre, 21,2 cm ile 21,5 cm arasında değişmektedir.
Çizilen satırların altında daireyi andıran bir mühür izi vardır ve bunun çapı 3 cm'dir.
Mektupta, yukarıdan aşağıya doğ ıı akmış su izleri vardır. Bunlar, bazı yerlerde (harfler veya) kelimeleri silmiş, bazı yerlerde mürekkep izini hafifletmiş ve mührün ortasına doğru bulunan (RESUL) kelimesindeki (R) harfi hâriç, mühürdeki yazıyı silmiştir.
Mektubun yırtılmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, yırtık, başlangıçtaki ufkî üçüncü satırdan bu satırın ortasına kadar gitmekte, sonra dikey olarak onuncu satıra kadar inmekte, böylece yırtık izi tersine bir (L) harfi manzarası arzetmektedir.
Ayrıca bu yırtık, mektubun yazıldığı parşömenden farkedilebilen ve daha sonraki devre âit deriden yapılma ince bir iplikle dikilmiştir.
Mektubun yazı karakteri, Hendek Savaşı sırasında Sel Dağındaki grafit kaya üzerine yazılmış bulunan en eski yazı karakterine uymaktadır.541
MUKAVKIS'IN İSLÂM'A DAVET EDİLMESİ
(Hicret'in 7. senesi Muharrem ayı /Milâdî 628) Bu tarihte, ashabtan Hatıb b. Ebî Beltaa, Peygamber Efendimizden aldığı Mukavkıs'a hitaben yazılmış İslâm'a davet mektubuyla Mısır'a doğru yola çıktı. Gece gündüz yoluna devam eden Hz. Hatıb, o sırada İskenderiye'de bulunan Mukavkıs'a Resûli Ekrem Efendimizin mübarek mektubunu sundu. Hükümdarın okuttuğu mektupta Resûli Ekrem Efendimiz ona hitaben şunları yazıyordu:
"Bismillahirrahmânirrahîm!
"Allah'ın kulu ve Resulü Muhammed'den, Kıbtîlerin Büyüğü Mukavkıs'a!..
"Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun!
"Bu dua ve temenniden sonra ben, seni İslâm'a davet ediyorum. Müslüman ol ki selâmete eresin. Müslüman ol ki Allah ecrini, mükâfatını iki kat versin. Eğer bu davetimden yüz çevirirsen, Kıbtîlerin günahı senin boynuna olsun!
"'De ki: Ey Ehli Kitap!.. Bizimle sizin aranızda müsâvî ve müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabler edinmeyelim.' Eğer yüz çevirirlerse, siz de onlara, 'şâhid olun; biz, muhakkak, Müslümanlara.' deyiniz." (Âli İmrân, 64)542
Mektup okunup bitince, Mukavkıs, "Hayırlı olsun!" dedi ve elçi Hz. Hatıb'a izzetü ikramda bulundu; sonra da, Serveri Kâinat Efendimizin mübarek mektubunu fil dişinden bir kutu içine koyup kutuyu mühürledi.543
MUKAVKIS'İN İKRARI
Bir gece vakti Mukavkıs, Hatıb b. Ebî Beltaa'yı huzuruna çağırttı. Yanlarında sâdece tercüman bulnuyordu. Uzun uzadıya konuştuktan sonra, Mukavkıs, sonunda, Müslüman olmadığı hâlde, Peygamber Efendimizin risâletini ikrar edip şöyle konuştu:
"Ben, bir peygamberin daha geleceğini biliyordum; lâkin şam'dan çıkacağını tahmin ediyordum. Çünkü, daha evvelki peygamberlerin çoğu oradan zuhur etmişlerdi. Gerçi, son peygamberin, Arabistan'da, sertlik, darlık yoksulluk ülkesinde çıkacağını da kitaplarda görmüştüm!
"Allah'ın kitabında sıfatlarını yazılı bulduğumuz peygamberin ortaya çıkma zamanı da tam bu zamandır.
"Fakat, ona uymak hususunda, Kıbtîler beni dinlemezler! Ben, saltanatımdan ayrılmaya da kıyamayacağım!
"O peygamber, memleketlere hâkim olacak, kendisinden sonra da sahabîleri bu meydanlarımıza kadar gelip yerleşeceklerdir; sonunda şuradakilere galib geleceklerdir."544
Bu konuşmasıyla Peygamberimizin risâletini ikrar eden Mukavkıs, ne yazık ki "saltanatı elinden gider" endişesiyle ne halkına olup bitenlerden bahsetti ve ne de Müslüman oldu;545 saltanat, hükümdarlık sevgisi, onu îman saadetinden mahrum bıraktı!
Mukavkıs 'm, Peygamberimize Mektup ve Hediyeleri
Dünya saltanatının sevgi ve muhabbeti gönlünde ağır basıp îman etmeye yanaşmayan Mukavkıs, bununla beraber Peygamber Efendimize bir mektup ile bazı kıymetli hediyeler ve iki de câriye gönderdi.546
Bütün bunlardan sonra Hz. Hatıb b. Ebî Beltaa'yı İskenderiye'den uğurlayan Mukavkıs, ona, "Sakın, Kıbtîler, senin ağzından tek bir kelime bile işitmesinler!" dedi.547
Mukavkıs'in Resûli Ekrem Efendimize gönderdiği iki câriye, Mariye ile kız kardeşi Sîrin idi. Hatıb b. Ebî Beltaa Hazretleri, onlara yolda İslâmiyeti anlattı ve Müslüman olmalarını teklif edince, Müslüman oldular.
Daha sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Mariye'yi kendisine nikahlayıp zevceliğe aldı; Sîrin'i ise, şâiri Hassan b. Sâbit'e (r.a.) verdi.548
Mukavkıs'tan gelen diğer hediyeler ise şunlardı:
Ak tüylü bir katırla bir merkep,
Bin miskal altın,
Yirmi kat Mısır işi ince elbise,
Billur bir bardak,
Kokulu bal, misk gibi güzel kokular v.s...549
Hediye gelen katıra "Düldül," merkebe ise "Ufeyr" adı takıldı.
Hatıb b. Ebî Beltaa, Medine 'de
Mukavkıs'ın ülkesinde beş gün kadar kaldıktan sonra oradan ayrılan Hatıb b. Ebî Beltaa, Medine'ye gelip Resûli Ekrem'in huzuruna çıkarak, olup bitenleri anlattı ve Mukavkıs'ın mektubu ile gönderdiği hediyeleri takdim etti.
Mukavkıs, cevabî mektubunda şöyle diyordu:
"Muhammed b. Abdullah'a, Kıbtîlerin Büyüğü Mukavkıs'tan!
"Selâm olsun sana!..
"Bundan sonra derim ki:
"Mektubunu aldım, okudum. Mektubunda zikrettiğin ve beni davet ettiğin şeyleri anladım.
"Gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyordum; ancak onun Şam'dan zuhur edeceğini tahmin ediyordum!
"Elçini ağırladım. Sana Kıbtîlerin yanında mevkileri yüksek iki câriye ile elbiseler gönderdim; binmem için de sana bir katır hediye ettim.
"Selâm olsun sana!.."550
Mektup okunup bitince, Peygamber Efendimiz, "Bedbaht adam!.. Saltanatına kıyamadı; fakat, üzerinde titrediği saltanatı, kendisine kalmayacaktır!"551 buyurdu.
PEYGAMBERİMİZİN, MUKAVKIS'A GÖNDERDİĞİ MEKTUBUN ASLI
Resûli Ekrem Efendimizin, Mukavkıs'a gönderdiği mübarek mektupları, hâlen İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Bölümünde muhafaza edilmektedir.
Mektup, Hicret'in 1267 senesinde Mısır'ın Ahmim beldesinde bulunan eski bir manastırdaki Kıbt kitapları arasında olduğu anlaşılmış, bunun üzerine Sultan Abdûlmecid Han tarafından satın alınarak İstanbul'a getirilmişti.
Bu mübarek mektup, 16x19 cm ebadında, kahverengi bir deri üzerine siyah mürekkeple yazılmıştır ve 12 satırdan ibarettir.
Mektubun altında Resûli Ekrem Efendimizin mührü bulunmaktadır.
Mektupta yer yer güve yenikleri ve delikleri de vardır.552

525 Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 260; Süheylî, Ravdû'l-Ünf, c. 6, s. 590; Taberî,Tarih, c. 3, s. 90; Halebî, İrısanû'l-Uyûn, c. 3, s. 291.
526 Süheylî, Ravdû'l-Ünf, c. 6, s. 590.
527 ibn-i Kayyim, Zâdû'l-Maad. c. 3, s. 71.
528 İbn-i Kesir, Sîre, c. 3, s. 508; ibn-i Kayyim, A.g.e., c. 3, s. 71; Halebî, İnsanû'l-Uyûn, c. 3, s. 291.
529 Taberî, Tarih, c. 3, s. 90
531 İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 260.
532 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 260; Taberî, A.g.e., c. 3, s. 91; Halebî, Insanû'l-Uyûn, c. 3, s. 292.
536 Taberî, A.g.e., c. 3, s. 91.
537 İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 260538 Taberî, A.g.e., c. 3, s. 91.
539 Taberî, A.g.e., c. 3, s. 91.A. Cevdet Paşa, Kıssas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hülefa, c. 1, s. 182.
541 Prof. M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, c. 1, s. 260-261.
542 ibn-i Kayyım, Zâdû'l-Maad, c. 3, s. 72; Halebî, Insanû'l-Uyûn, c. 3, s. 295-296
543 İbn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 260; Ibn-i Seyyid, Uyûnû'l-Eser, c. 2, s. 266.
544 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 260; ibn-i Seyyid, A.g.e., c. 2, s. 266.
545 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 260; ibn-i Seyyid, A.g.e., c. 2, s. 266. Halebî,A.g.e., c. 3, s. 296-297.
546 ibn-i Seyyid, A.g.e., c. 2, s. 263.
547 İbn-i Seyyid, A.g.e., c. 2, s. 266.
548 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 8, s. 212-213.
549 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 485; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 297.
550 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 260; ibni Kayyım, Zâdû'lMaad, c. 2, s. 72; İbniSeyyid, Uyûnû'lEser, c. 3, s. 266.
551 İbni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 261; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 266.
552 Tahsin Öz, Hırkai Saadet Dairesi ve Emaneti Mübâreke, s. 2930.



Gassan Hükümdarı ve Yemame Emiri'nin İslam'a Davet Edilmesi
GASSAN HÜKÜMDARININ İSLAM'A DAVET EDİLMESİ
Gassanîler, Suriye'de oturan en güçlü kabilelerden biri idi.
Hicret'in 7. senesi Muharrem ayında, Peygamber Efendimiz, bu kabilenin hükümdarı Haris b. Ebî Şimr'i de İslâm'a davet etmek üzere ashabtan Suca b. Vehb'i bir mektupla gönderdi.553
Suca b. Vehb (r.a.), mektubu alır almaz sür'atle yola çıktı. Şam'a vardı, fakat hükümdar Haris'i sarayında bulamadı. Günlerce sarayın kapısında beklemek zorunda kaldı.
Bu arada, hükümdarın kapıcısı ne için geldiğini sorunca, Re-sûl-i Ekrem'in Haris'e gönderilmiş elçisi olduğunu söyledi; sonra da Peygamber Efendimizin sıfatlarını ona anlattı. Kapıcı Mira, anlatılanlar karşısında gözyaşlarını tutamadı ve, "Ben İncil'i okudum. Bu Peygamber'in (s.a.v.) sıfatlarını onda aynen yazılı buldum." dedi. Sonra da Resûl-i Ekrem'in peygamberliğini tasdik ederek Müslüman oldu. Ancak, Haris'in kendisini öldürmesinden korktuğu için bu îmanını gizli tuttu.554
Suca 'in, Hükümdara, Peygamberimizin Mektubunu Sunması
Günlerden sonra Haris, bir gün tahtına oturdu. Elçi Şuca'ı kabul etti. Resûl-i Ekrem'in mektubunu elçi Suca b. Vehb'ten alan Hükümdar Haris, açıp bakınca şunların yazılı olduğunu gördü:
"Bismillahirrahmânirrahîm!
"Allah'ın Resulü Muhammed'den, Haris b. Ebî Şimr'e!..
"Doğru yolda gidenlere, Allah'a îman ve Peygamberini tasdik edenlere selâm olsun!
"Ben seni, eşi, ortağı olmayan bir Allah'a îmana davet ediyorum. Davetimi kabul edersen, hükümdar olarak yine mülkünde kalacaksın!"555
Bu sözler karşısında Haris'in tavrı birden değişti. Mübarek mektubu yere atıp hiddetli hiddetli, "Saltanatımı benden kim alacakmış, göreyim! O, Yemen'de de olsa, kendisine tâbi olanlarla üzerime gelmeden, ben onun üzerine gideceğim!" diye konuştu.556 Sonra da, atlarının nallanmasını adamlarına emretti. Elçi Suca Hazretlerine de dönerek, "Git, sahibine, gördüğünü haber ver." dedi.
Hükümdar Haris, Medine üzerine yürümeye kararlıydı. Bunu o sırada Kudüs'te bulunan Kayser'e yazdığ mektupta da açık açık belirtiyordu. Ancak Kayser'den gelen cevap, bu kararın hilâfınaydı. Kayser, ona, "Sakın onun üzerine yürüme!" tavsiyesinde bulunuyordu.
Kayser'in mektubunu aldıktan sonra Haris b. Ebî Şimr, biraz aklını başına toplamış olacak ki, elçi Suca Hazretlerini ikinci kere huzuruna çağırdı. Ne zaman gideceğini sorduktan sonra da, adamlarına, kendisine 100 miskal altın vermesini de emretti.557
Saraydan ayrılıp Medine'ye gitmeye hazırlanan Şuca'ın (r.a.) yanına kapıcı Mira vardı. Onun için hazırladığı yol azığı ile elbiseyi verdikten sonra, "Allah Resulüne benden selâm söyle ve Müslüman olduğumu da ona haber ver." dedi.558
Haris 'e Yapılan Beddua
Suca b. Vehb, Medine'ye geldi; Hz. Resûlullah'ın huzuruna çıkarak, görüp duyduklarını bir bir anlattı.
Haris'in, elçisine ve mektubuna karşı takındığı menfî muameleyi öğrenen Resûl-i Kibriya, "Saltanatı yok olsun!"559 diye ona beddua etti.
Aradan fazla bir zaman geçmeden, Hicret'in 8. yılında, bu bedduanın tesiriyle Haris dünyadan kâfir olarak göçüp gitti ve Gassanî saltanatı Cebele b. Eyhem'e geçti. O ise, Gassanî saltanatının son hükümdarı oldu.560
YEMAME EMÎRİNİN İSLÂM'A DAVET EDİLMESİ
Yemame Hükümdarı Hevze b. Ali, Hıristiyandı.
Peygamber Efendimiz, Hicret'in 7. senesi Muharrem ayında bu hükümdarı da İslâmiyete davet etmek üzere Salit bin Amr'ı vazifelendirdi ve yazdığı bir mektupla onu Yemame'ye gönderdi.561
Mektubu alan Salit b. Amr, durup dinlenmeden yol alarak hükümdarın yanına vardı ve Efendimizin mektubunu ona verdi. Mektubu okutunca, Resûl-i Ekrem'in kendisine şöyle hitab ettiğini gördü:
"Bismillahirrahmânirrahîm!
"Allah'ın Resulü Muhammed'den, Hevze b. Ali'ye!..
"Doğru yolda gidenlere selâm olsun!
"Şunu iyi bilmelisin ki, benim dinim yakında dünyanın en uzak ufuklarına kadar parlayacaktır! Binâenaleyh, ey Hevze, sen de Müslüman ol ki, selâmete eresin! Ben de, hükmün altındaki memleketin idaresini sana bırakayım!"562
Hevze, bu daveti kabul edemeyeceğini nâzik bir üslûbla ifade etti. Ancak, Salit (r.a.), bu hareketinin yanlış olduğunu söyleyerek onu davete icabete çağırdı. Fakat, Hevze, saadet dairesinden uzak kaldı. Şüphesiz, bu uzak kalışta saltanatta kalma arzusu büyük rol oynuyordu. Bunu, kendisi de, bizzat bir Hıristiyan büyüğüne şöyle ifade etmişti: "Ben, kavmimin hükümdarı bulunuyorum; ona tâbi olaydım, o takdirde hükümdarlık yapmayacaktım!"563
Bununla birlikte Hevze, Peygamber Efendimize verilmek üzere, bir mektupla birtakım hediyeleri elçi Hz. Salit vasıtasıyla gönderdi.
Peygamberimizin Hevze 'ye Bedduası
Salit b. Amr (r.a.), Medine'ye dönerek, Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna vardı. Olup bitenleri anlattıktan sonra, Hevze'nin gönderdiği mektubu Efendimize verdi. Hevze, mektubunda, Efendimize şöyle diyordu:
"Davet ettiğin şey çok iyi, çok güzel!
Ben, kavmimin hatibi ve şâiriyim! Araplar da benim kavmimden korkarlar! Bana, işinden bazı salâhiyetler ver de sana tâbi olayım!"564
Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu yersiz teklif için, "Yerdeki bir hurma koruğunu bile istese, ona vermem!" buyurduktan sonra, kendisine tâbi onca insanın hidâyetine de mâni olduğundan dolayı Hevze'ye, "Elindeki her şey yok olsun!" diye beddua etti.565
Bu tarihten bir yıl sonra Cebrail (a.s.) gelip, Efendimize, Hevze'nin kâfir olarak öldüğünü haber verdi.566
Böylece, Resûl-i Ekrem Efendimiz, gönderdiği elçiler ve davet mektupları ile, cihanşümul İslâm dâvasını o zamanın bütün devlet reislerine bildirmiş, İslâm'ın sesini bütün dünyaya duyurmuş oluyordu.
Bu davete, o zamanın iki büyük devleti olan Habeşistan ve Bizans hükümdarlarının cevabı gayet müsbet geliyordu. Hattâ, Necâşî, İslâm'la şereflendi. Heraklius ise, Peygamberimizin hak peygamber olduğunu anladığı hâlde sâdece dünya saltanatı için îman etmekten çekiniyordu. Aynı şekilde, Mısır Hükümdarı Mukavkıs da, Hz. Resûlullah'ın elçisini ve mektubunu gayet iyi karşılıyor ve müsbet cevapta bulunuyordu. Bu davete muhatab olan Yemame Hükümdarı Hevze b. Ali de, Hz. Resûlullah'ın elçisine gayet iyi muamelede bulunuyor ve daveti nâzik bir üslûbla kabul etmediğini belirtiyordu.
Geri kalan iki kişi ise, bu davete, menfî cevapta bulunuyordu. Hattâ, bunlardan biri olan İran Kisrâsı, küstahça Peygamberimizin mektubunu yırtıyordu. Diğer biri olan Gassan Hükümdarı Haris b. Ebî Şimr ise, haddini aşarak Efendimizin davet mektubunu yere atıyordu.

553 İbn-i Hişam, Sîre, c. 4, s. 254; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 261.
554 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 261; Halebî, Insanû'l-Uyûn, c. 3, s. 305
555 Ibn-i Kayyim, Zâdû'l-Maad, c. 3, s. 72; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 304.
556 ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 261; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 305.
557 Halebî, A.g.e., c. 3, s. 305.
558 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 261; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 305
559 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 261; Halebî, A.g.e., c. 3, s. 305.
560 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 261; Halebî, A.g.e., c. 2, s. 43.
561 ibn-i Hişam, Sîre, c. 4, s. 254.
562 ibn-i Kayyim, Zâdû'l-Maacl, c. 3, s. 74; Halebî, Insanû'l-Uyûn, c. 3, s. 303.
563 Ibn-i Seyyid, Uyûnû'l-Eser, c. 2, s. 270.
564 ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 262; Halebî, Insanû'I-Uyûn, c. 3, s. 303.
565 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 262; Ibn-i Kayyım, Zâdû'l-Maad, c. 3, s. 74;Halebî, A.g.e., c. 3, s. 303.
566 Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 262; Ibn-i Seyyid, A.g.e., c. 2, s. 270.

Hiç yorum yok:


İ’lem Eyyühel-Aziz! Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. Eğer pek güzel şaşaalı bir cennet bahçesi tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî onun andelibi olur. Eğer pek büyük bir saray farzedilirse, Nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezelîn makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyat-ı cemaliyesiyle âsâr-ı san'atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münadi ve teşrifatçı olur. Bütün insanları davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika san'atları, hârikaları ve mu'cizeleri tarif ediyor. Halkı o saray sahibine, sâniine îmân etmek üzere cazibedar, hayret-efza davet ediyor.

Kainatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı
Salih Suruç